Türk hâkim sınıflarının egemen faşist bloğu AKP-MHP dış politikada açık saldırganlık siyasetine ara vermeksizin devam ediyor. İçerde ise şovenizmi körükleyerek Kürt Ulusal Hareketi başta olmak üzere tüm muhalif kesimlere saldırılarının dozunu artırarak süreci kotarmaya çalışıyor. Buna ek olarak koronavirüs salgının yarattığı sağlık, eğitim, sosyal haklar gibi meselelerde tam bir kriz girdabı içine girmekten kurtulamıyor. Kurtulamadığı bir başka sorun ise kur hareketliliğinin yarattığı durum ve bunun sonucu olarak ekonomiyi darmaduman eden koşullar.
Salgın koşullarının mal, hizmet ve para dolaşımında yarattığı tıkanma, faşizmin ekonomisindeki temel kalemlerde yaşanan azalma ve sorunlar, aç gözlü ve doymak bilmeyen hakim sınıfları emperyalist mali sermayenin kucağına daha fazla itmekte, onların ekonomik cenderesine daha güçlü sokmaktadır. Aç gözlü komprador burjuvazi ve büyük toprak ağaları, yaşanan krizi fırsata çevirerek emekçilerin özlük haklarına, ekonomik kazanımlarına saldırmaktan geri durmadığı gibi, emekçilerin cebine giren parayı azaltıp evine gelen faturaları kabartıyor, gider kalemlerini çoğaltıyor. Küçük üreticiyi iflasa sürükleyecek şekilde birikimine gözlerini dikiyor ve çarklarını bu kriz ortamında döndürmeye çalışıyor. İşçi ve emekçilerin kriz ortamında uçuruma doğru sürüklenmesi sadece ekonomik kayıplarla olmamaktadır. Salgın sağlık sisteminin krizini büyütürken, eğitime ulaşma olanaklarını adeta sabote etmektedir. “Babacan” sağlık bakanı salgının yayılması ve gelişmesi için aldığı talimatı adeta kurşun asker gibi hayata geçirmektedir. “Her vaka hasta değildir” diyerek meselenin ulusal çıkar boyutunu gözetmek gerektiğini itiraf ederek vaka sayılarıyla oynadıklarını ifade edecek kadar pervasızlaşma düzeyine gelmiştir. Eğitim alanındaki kaos ise uzaktan eğitim sisteminin çökmesinin, “bu alana ilgiyi göstermesi açısından iyi olduğunu” söyleyen bir Bakanla vahametin boyutunu ortaya sermiştir. Örgütsüz halk kitlelerine yönelik politik, ekonomik, ideolojik saldırıların yanında açık, pervasız bir psikolojik saldırı ile tam bir teslimiyet ve çökertme operasyonu hayata geçmektedir.
AKP-MHP faşist bloğu işçi ve emekçilere yönelik çok yönlü saldırılarını, halkın örgütlü güçlerine de ağır politik-örgütsel-askeri operasyonlarla sürdürmektedir. Kürt Ulusal Hareketi başta olmak üzere, devrimci ve demokratik güçlerin tüm legal-demokratik sahaları kuşatılmış ve durmaksızın saldırıya uğramaktadır. Özellikle son beş yılda sembolik hale gelen direniş ve katliamların yıl dönümü vesilesiyle yapılan operasyonlarla hem katliamlarına meşruiyet kazandırmak hem de direnişlere meşruiyet krizi yaşatmak istemektedir. Kobane Serhildanı’nın yıldönümünde HDP’ye yönelik operasyon tam da ezilenlerin direniş ve mücadele tarihine yönelirken pasifizmi ve teslimiyeti güncelde dayatmayı hesap eden çok yönlü bir muhtevaya sahiptir. Ezilenlerin zor ve şiddete dayalı direnişini tecrit etmeyi; mücadeleci güçleri o ruhtan koparmayı hedeflemektedir. Bu bağlamda faşizm saldırıları çeşitlendirerek ve derinleştirerek devam ettirmektedir. Bu kapsamda bir saldırıyı sadece legal kazanımlara yönelik olarak okumak, sürecin ihtiyaçlarını ve faşizmin hazırlıklarını anlamaktan uzaklaşmak anlamına gelecek parlamentarizme dört elle sarılmayı getirecektir.
Saldırılar sadece bu alanlara yönelik değildir. Bu saldırıların esas ayağı askeri sahada ve gerillaya dönük yürümektedir. Gerillayı imhaya dönük saldırı bizzat İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun açıklamaları ve bilgilendirmeleriyle sürmektedir. TKP/ML güçlerine yönelik Eylül ve Ekim operasyonlarında Dersim’de MK üyesi komünist önder Nubar, TİKKO komutanı Özgür ve Halk Savaşçıları Rosa ve Asmin, Süleyman Soylu’nun zafer çığlıklarıyla katledildi. Faşizm, savaşın şiddetini ve boyutunu artırarak gerilla güçlerini tümüyle imhaya yönelen bir hattı sürdürmeye devam ettirmektedir. Tüm askeri gücü ve teknolojisi yanında, her türlü işbirlikçi ve destek güçleriyle gerillayı kuşatma altına alma çabası içindedir. Özellikle sınıf mücadelesi ve hareketindeki gerilemeyi ve durgunluğu bu imha operasyonları için en önemli fırsat ve koşul olarak görmektedir. Hem PKK-HPG güçlerine hem MLKP hem de komünist öncü TKP/ML’ye yönelik yoğunlaşmayı içinden geçilen şartlar açısından en verimli ve uygun koşullar olarak görmektedir. Binlerce operasyonla adeta saldırılarına ara vermemektedir. Kuşkusuz bu yoğunlukta gerçekleştirilen operasyonların büyük bölümü gerilla güçlerince boşa çıkarılmaktadır. Bu anlamda şartların ve koşulların tüm elverişliliğine rağmen gerilla karşısında büyük bir başarı hikayesi söz konusu değildir. Bu saldırı tablosunu tersine çevirecek koşullara yönelik sadece gerilladan bekleyen bir yaklaşım hiç kuşkusuz bir bütün savaşın ruhuna uygun değildir. Düşmanın imha ve yok etme savaşına karşı, her cephede mücadeleyi yükseltmek, karşı duruşu daha örgütlü bir biçimde organize etmek, direnci arttırmak ve her bir hamleyi savaşın ihtiyaçları doğrultusunda düşünerek ele almak önemlidir. Bu bağlamda gerilla güçlerine nefes aldıracak, onların hareket alanını genişletecek, ölümsüzleşen komünistleri ve devrimcileri daha güçlü sahiplenecek pratikler çok önemlidir. Bir yandan mücadeleyi yükseltme hattı içinde olurken diğer yandan somutta düşmanın gerillaya yönelik imha saldırısına karşı yoğunlaşmak, bunu püskürtmek, sahiplenme düzeyini büyütmek, savaşın sorunlarına kafa yormak ve olanakları açığa çıkarmak, savaşa odaklanmış bir yönelim ve rota içinde olacak çalışmaları planlamak, bütün bunları politikaya çevirmek hayati önemdedir. Gerilla görevini ve düşmanın saldırısını boşa çıkaracak konumlanış, hareket ve en önemlisi duruş içindedir. Bu uğurda büyük bedeller ödemektedir. Tüm mücadele güçlerinin faşizme karşı daha atak, örgütçü ve kesin net bir duruş içinde olması ancak bu saldırılara geri adım attıracaktır.
Faşist diktatörlük işgalci ve askeri saldırganlık konumlanışını dış politikada da pekiştirerek devam ettiriyor. Ortadoğu, Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika’da ve şimdi Kafkasya’da oyuna dahil olurken hem vurucu güç hem de taraflaşmada keskin bir konumlanışla çelişkilerin tam göbeğine oturmaktadır. Bu konumlanış aynı zamanda emperyalizmin en iyi uşağı olma konumlanışıdır. Bunu hayata geçirirken ise Kürt düşmanlığı, Ermeni düşmanlığı, Rum düşmanlığı gibi faşist ideolojisinin tüm besleyici kaynaklarını etkin şekilde kullanmaktadır. Her cephede gerginlik çıkarmak ve aktör olacak rolü kapma mücadelesi temel yönelimidir. Son olarak Kafkasya’da Ermeni düşmanlığına dayanan ideolojik argümanlarla, Azerbaycan gerici devletinin yanında safa dizilmiş ve savaşın adeta bir parçası olarak konumlanma hamlesi yapmıştır. Oyuna en üst düzeyde dahil olma girişimi ise Rusya’nın Azeri-Ermeni görüşmelerini tekeline alan hamlesi ile adeta havada kalmıştır. Ancak bu bölgedeki çelişkilerin keskinleşerek devam edeceğini, Rusya’nın arka bahçesine ABD eksenli girişimlerin devam edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Türk hâkim sınıfları bölgesel etkinliğini artırma, ne kadar işlevli bir rolü olduğunu ispatlama adına tüm tehlikeli ve keskin çelişkilerin olduğu bölgelerde politik-askeri bir güç olarak konumlanma peşindedir. Türk hakim sınıfları bu anlamda düşman çoğaltmakta, çelişkilerin merkezine oturmakta ve bu saldırganlık politikasını içerde bir yönetme biçimine çevirmektedir. Bu tablo kuşkusuz sorunsuz ve çelişkisiz olmamaktadır. İçerde ve dışarda izlenen bu yönelim klikler arası mücadelenin bir argümanı olmakta iç klik çatışmasının körüklenmesinde bir dinamik oluşturmaktadır. Egemen sınıflar arasında klik çatışmasının büyümesi, ayrışma ve parçalanma içeren eğilimlerin oluşması hakim sınıfların krizli yapısının sonucudur. Kriz derinleştikçe bu keskinlik büyüyecektir.
İçinden geçtiğimiz süreçte özellikle dış politikadaki saldırganlık ve körüklenen şovenizmle mücadele oldukça önemlidir. Bu bağlamda Türk hakim sınıfların işgalci, ilhakçı ve saldırgan askeri-politik yönelimi teşhir edilmelidir. Devrimci savaşıma daha güçlü odaklanmak, bu saldırganlığa karşı silahlı savaşımın tüm gereklerine göre politik hat tutturmak, savaş çizgisinde ısrarlı olmak hayati önemdedir. Dersim’de Nubar, Özgür, Rosa ve Asmin bu kavrayışın en kristalize halleri olmuştur. Bu iddia ve duruş Halk Savaşı’nda tutunmanın ve ısrarın aynı zamanda gelecek süreçteki mücadele zemininin pekiştirilip yükseltilmesine içkin olduğunun tutumu niteliğindedir. Yaslanmamız gereken, kavramamız ve uygulamamız gereken bu tutumdur.