2024 yılının son çeyreği ezilen halklara yönelik emperyalizmin açıkça saldırgan mesajlarıyla geçti. Suriye’de yaşananlar, önümüzdeki dönemin halklar lehine değil gericilik ve emperyalizm lehine sonuçlar içerdiğine dair çok “gerçekçi”, sarsıcı “veriler” sundu. Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) adlı gerici ve iş birlikçi bir yapı hiç beklenmedik bir biçimde, üstelik kendinden emin bir şekilde Halep’i, Hama’yı ve Suriye’nin başkenti Şam’ı ele geçirdi. Bu süreçte neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmaması HTŞ’nin gücünü ve niteliğini bilenler için hiç kuşkusuz şaşırtıcı bir olaydı. Fakat şaşırtıcı olmasının ötesinde bu olay özellikle anti emperyalist mücadelenin yanında yer alanlar için önemli bir hayal kırıklığıydı. Direnişe dair umudun büyüdüğü ve yayıldığı koşullarda bu hayal kırıklığının anlamı elbette küçümsenemez. 2024’ün son çeyreğinde yaşanan bu olay halklara ve bundan ötürü bize 2025 için de daha ilerisi için de güçlü bir mesaj olarak değerlendirilmelidir.
Suriye’de Gericiliğin Bir Geleceği Yok
İnsanlık tarihinin belirleyeninin belli koşullar içinde hareket eden halk kitleleri olduğu gerçeğini unutturmayı da içeren bu olay hakkında sağlam bir tutum içinde olmamız gerekiyor. Başlarken özellikle dikkat çekmemiz gereken ilk gerçeklik şudur: Suriye’de HTŞ’nin “muzaffer” olması aslında ne büyük bir olaydır ne de HTŞ’nin lideri bu zaferin mimarıdır. Suriye’de ABD, İngiltere, Rusya ve bunlarla iş birliği halindeki gerici bölge devletleri bir uzlaşıyla bu sonuca karar verdiler. Elbette bu, çatışmasız bir uzlaşı ve sonuç olmamıştır. Bu sonuç Rusya ve özellikle de İran için de bir gerilemedir, bölgesel ödünler içermektedir. Buna karşın daha bütünlüklü ve uzun vadeli bakıldığında her ikisi de varlıklarını ve güçlerini tahkim edecek olanağa ve fırsatlara sahip durumdalar. Emperyalizm ve gericiliğin kendi içindeki çatışmalardan doğan şimdiki Suriye’nin istikrarlı bir geleceğe yol almayacağını, bu devletlerin bu istikrarsızlıkta rol almaya devam edeceklerini öngörebiliriz.
Suriye’deki iktidar değişiminde belirleyici olanların emperyalistler olduğunu gerçeğine özel olarak dikkat çekmemizin temel nedeni Suriye’de 2011’de başlayan “devrim sürecinin” yeni bir evreye taşınmış olduğuna da dikkat çekmektir. Bu süreç uzunca bir süredir kesintiye uğramış durumda. Bu kesintide “vekalet savaşının” iktidar mücadelesine baskın çıkmasının belirleyici bir payı var. Başlangıçta doğrudan iktidarı hedefleyen ve kitleselleşme eğilimindeki eylemlerin güçlü bir örgütlülüğe dönüşememesi ve kendiliğinden gerçekleşip bütüncül bir strateji ile buluşamaması bugünkü sonucun oluşmasında temel problem olarak değerlendirilmelidir. Şu açıktır ki eğer böylesi dönemlerde halk hareketliliği iktidar mücadelesine hazırlıklı değilse kesinti ve gericiliğe teslimiyet kaçınılmazdır. Bugün HTŞ gericiliğinde somutlaşan teslimiyeti halkın iktidar için mücadele konusunda örgütsüz ve önderliksiz olmasıyla açıklamalıyız. Bunun bir ders olarak kayıtlara geçmesi önümüzdeki dönem için gereklidir.
HTŞ gericiliğinden söz etmişken onun cihatçı özelliğini de konu etmek yerinde olacaktır. Selefi cihatçı bir akım olarak tanımlanan HTŞ’nin tamamen gerici bir karakter taşıdığından kimsenin şüphesi olmamalıdır. Ne kadar yeni bir imaj kazandırılmak istenirse istensin HTŞ ve onun lideri Colani selefi cihatçı akımın bir tezahürü olarak anılacaktır. Bununla birlikte bu iş birlikçi yapının iktidar olmakla birlikte cihatçı olmaktan uzaklaşmış olduğunu söylemeliyiz. Elbette bunun tersine dönme olasılığı vardır, burada belirleyici öğe iktidarda olmaktır. Cihatçı akımlar, cihatçı olmakla emperyalizme ve iş birlikçi yapılara rağmen bir hedef güderler. Bu onların anti emperyalist olmalarından, uzlaşmaz olmalarından kaynaklanan bir özellik değildir. Bu, cihadın, İslam dini tarafından belirlendiği iddia edilen bir hedef olarak “günümüze ve gerçekliğe aykırı” yapısından ötürüdür. Gerçekliğe rağmen olması cihatçı akımın baştan ölü bir akım oluşuna işaret eder. Bu akımın her somut hali yok olmak üzere gerçekleşir. Bunlar ya yok olurlar ya da iş birliği neticesinde başkalaşırlar, cihat hareketin amacı olmaktan çıkar. Yok olmazlarsa eğer nihayet iş birlikçi bir yapıya evrilirler. Dolayısıyla HTŞ için de “iktidarı devralmasıyla” birlikte cihat hedefinin ortadan kalkacağını söylemek mümkün. Elbette bu hareketin bütünü için ve kesin bir biçimde iddia edilemez. İktidarda olmak ve iktidardan nemalanmak bu noktada kıstastır. Bu sürecin dışına itilenler veya yeterince iktidarlaşamayanların cihada yönelmeleri elbette olasıdır. Nedense bazıları onun bu cihat hedefinden “caymasını”, emperyalizmin iş birlikçisi olarak “iktidara yerleşmesini” gerici karakterden uzaklaşma, katliamcı tutumlardan ve zorbalıktan çekinme ile sonuçlanacağını düşünmekte ya da bizim bu görüşümüzü buradan hareketle eleştirmektedir. Oysa bu karakter ve tutumlar, bu zorbalık emperyalizmle iş birliği yapanların temel özellikleridir. Katliamı cihat adına değil de faşizm adına yapmak hiçbirini “daha gerici veya ilerici” kılmaz. Aksine komünistler tüm gericiliğin nihayet emperyalizme hizmet etmekte olduğunu bilir ve emperyalizme karşı mücadeleyi tüm gericilikle mücadeleden ayrı tutmamak gerektiğini ısrarla unutturmaz ve ihmal etmezler.
Filistin Emperyalizmi Yakmaya Devam Ediyor
Suriye’de Beşar Esad sonrasında iktidar daha güçsüz ve istikrarsız durumdadır. Devrim hareketinin bu ülkede zayıf olması uzun bir süre devam edecek iç kargaşanın, parçalanmanın halklar aleyhine sonuçlar üretmesine sebep olacaktır. Burada yoğunlaşacağımız nokta söz konusu kargaşanın ve parçalanmanın kaynağının emperyalizm ve iş birlikçilik olduğu gerçekliğidir. Evet burada emperyalizm kısa vadeli amacına ulaştı: Orta Doğu’da geçen yüzyılda kurulan gerici dengeye dayanarak Akdeniz’de keşfedilen doğal gaz rezervlerinin kontrolünü sağlamak ve enerji yolları üzerinde egemenlik sağlamak. İsrail’in işgal ve yayılmacı hamlelerini de bu açıdan değerlendirmek açıklayıcı olacaktır. Gazze’nin insansızlaştırılması hedefiyle başlayan saldırıların vardığı nokta henüz ilk aşamasındadır. Bu sonucu değerlendirirken ABD’nin özellikle Çin’in ekonomik hamlelerine darbe indirmeyi amaçladığını, Akdeniz hattını kontrolünde tutmak istediğini temel bir neden olarak unutmamak gerekir. İran’ın bölgeden uzaklaştırılması ve İsrail’in Suriye’deki askerî altyapıyı imha saldırılarını da buradan hareketle açıklayabiliriz. Suriye her bakımdan zayıf düşürülmüş, parçalanmış bir haldeyse bugün ABD’nin, İngiltere’nin hegemonik egemenliği için ciddi risklerin oluşmasından ötürüdür. Bu emperyalist güçler dünya ekonomisinde yaşanan derin borç krizinin yaratacağı dalgalanmalara bu yolla hazırlık yapmaktalar.
Dünya ekonomisindeki riskler her geçen gün ciddi kırılmaları gündeme getirmektedir. Almanya ve Fransa’da hükümetlerin düşmesiyle sonuçlanan siyasî krizlerin gerisinde iki ülkede de yaşanan ekonomik kriz belirleyicidir. Almanya’nın köklü şirketlerinin kapanan ya da kapanacak fabrikaları ve işten çıkarmalar bu yılın önemli gündemlerinden biriydi. Ekonomik durgunluk, yüksek enflasyon, Rusya-Ukrayna savaşı ile gündeme gelen enerji krizi Almanya’daki ekonomik dengelerin iyiden iyiye sarsıldığına işaret etmekte. En son, Maliye Bakanı’nın koalisyon hükümetine rağmen geliştirdiği söylenen ekonomi programının kamuoyuna yansımasıyla başlayan siyasî sarsıntı hükümetin düşmesiyle sonuçlandı. Fransa’da ise süreç Cumhurbaşkanı Macron’un uygun bütçeyi hazırlayacak ve uygulayacak bir siyasî lider seçememesiyle şekillendi. Macron’un genel seçimin sonuçlarını kale almayıp küçük bir partinin Cumhuriyetçi lideri Barnier’e hükümet için yetki vermesiyle başlayan kaos bu hükümetin güvenoyu alamamasıyla derinleşti. Açıktır ki Fransa da Almanya gibi ekonomik sorunlara çözüm bulamamakta. Kanada’da da maliye bakanının istifasıyla başlayan siyasî kriz henüz dinmiş değil. Başbakan Trudeau’nun istifasının beklendiği Kanada’da bu kaosun ABD’nin yeni başkanı Trump’ın bu ülkeden gelen mallara yüzde 25 oranında vergi getireceğini açıklamasıyla başladı ve derinleşti. Kanada ekonomisinin bu yüksek gümrük vergisi oranından ciddi derecede etkileneceği değerlendirmeleri dünya ekonomisi için de yakın geleceğin sancılı geçeceğine işaret etmekte. İngiltere’de 1 milyon 120 bin insanın yaşadığı Birmingham’da belediye, 87 milyon sterlinlik açığı kapatacak kaynağa sahip olmadığını açıklayarak mali bakımdan iflasını duyurdu. Belediye Meclisinin başkanı John Cotton ve yardımcısı Sharon Thompson yerel yönetimlerin ülke genelinde ciddi mali zorluklar yaşadığını açıkladılar. Yüksek enflasyon, sosyal yardım talebindeki artışlar, ücretlerdeki dramatik düşüşler yerel yönetimlerin ekonomik bir felaketle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
Yaşadıkları ve açıkça ekonomik nedenlere dayanan krizlerine kısaca değindiğimiz bu ülkelere ABD’yi eklemek gerekir. Trump’ın seçimi kazanmasından itibaren 20 Ocak 2025 tarihini beklemeye koyulan ABD şimdiden ciddi tartışmalara, kaosa gebe olduğunu gösterdi. Fed’in faiz kararıyla yaşanan sarsıntı, Trump’ın Kanada ve Meksika’yı doğrudan ilgilendiren gümrük vergisi açıklaması, NATO üyelerine yaptığı sert uyarı ve NATO’dan ayrılma tehdidi açık bir gerçeğe işaret ediyor: “süper devlet süper ekonomiye sahip değil”! Tartışılan şu anda çok daha güçlü olarak bu.
Dünya Savaşı Olasılığı Gündemde
Bu yıl için 3. Dünya Savaşı olasılığının çokça tartışıldığını hatırlatmamız gerekiyor. Dünya savaşı olasılığının dünya ekonomisi ile ilgili olduğuna daha önce birkaç kere değinmek gereğini duymuştuk. Özellikle Rusya’nın Ukrayna işgalinde temel sorununun bu olduğuna dikkat çekmiştik. Trump, açıklamalarıyla beraber önümüzdeki yılın temel konusunun bu olacağını gösterdi. Bu konunun Çin’in ekonomik büyümesine, yayılmasına karşı sıklıkla gündeme geleceğini öngörebiliriz. Daha şimdiden Tayvan, Panama Kanalı üzerinden Çin’e yönelik mesajlar gönderildiğine tanık olduk.
Dünya ekonomisindeki belirsizlikler, özellikle ABD borsalarda yaşanan düşüşler, Londra piyasasında yaşanan büyük para çıkışları önümüzdeki yıllarda sadece uluslararası “gerilim noktaları”nda değil emperyalist ülkelerde de çeşitli çalkantıların gerçekleşeceğini gösteriyor. Bunun örneklerini 2024 yılında yaşadık. Bu ülkelerde şimdiye kadar güçlü ve sarsılmaz olduğu iddia edilen refah, demokrasi, istikrar bu yıl kısmen olduğu gibi önümüzdeki yıl ve yıllarda çok daha tartışmalı hale gelecektir.
Çin’den Batı’ya kadar ciddi yaşanan çalkantılar 3. Dünya Savaşını gündeme getirmeye devam edecek.
Suriye’de Özelinde Yaşanan Genel Sorun
2024 yılında yer yer ve esas olarak kendiliğinden gelişen kitle eylemlerinin yukarıda genel olarak değindiğimiz ekonomik ve siyasî sorunlara kitlelerin tepkisi olarak yorumlanmalıdır. Bu da demektir ki önümüzdeki yıl ve yıllarda bu tür kitle eylemlerini daha sık ve yoğun göreceğiz. Özellikle Filistin ulusal davasına gösterilen sempati ve dayanışma ezilen halkların ve ulusların bağımsızlık mücadelesinin gelişmiş ülkelerde de bir karşılığı olduğunu göstermektedir. Bu özellik belirleyici derecede önemlidir. Her ne kadar gerilemiş de olsa, İsrail bir önceki kadar saldırıya uğramasa da Filistin ulusal sorununda ulusal direniş devam etmekte, Lübnan’da İsrail esas olarak başarısız durumda, Yemen’de Husiler’in Gazze ile dayanışmasında hiçbir gerileme yok… Buralardaki ulusal direnişlerin devam ediyor olması elbette önemli. Bununla birlikte şunu da eklemek gerekir ki ulusal bağımsızlık sorunu daha birçok ülke için geçerlidir ve yukarıda konu ettiğimiz genel kriz koşulları daha birçok yerde ulusal direnişlerin daha yoğun olarak gündeme geleceğini göstermektedir. Emperyalizm ve çeşitli bölgelerdeki gerici ve iş birlikçi devletler çok daha yoğun biçimde ulusal bağımsızlık sorununu büyütecektir. Hem sınıf mücadelesinin kaçınılmaz olarak büyüyeceği hem de ezilen ulus ve halkların bağımsızlık eğiliminin gelişeceği yıllar bu yıl itibarıyla güçlenmiştir. Suriye’de yaşananlar bu olguya dair tüm verileri ortaya sermiştir.
Putin’in Kürt ulusal sorunu hakkındaki açıklaması Suriye’deki son durumun aslında bir istikrar ve egemenlik içermediğini somutlaştırmıştır. Kürt ulusal sorununun, Suriye’deki karmaşanın temel unsurlarından biri olarak bir “çözüm tartışmasını” daha çok dayatacağını anlıyoruz. TC her ne kadar bu konuda söz sahibi olmak için “güçlü” adımlar atıyor olsa da bölgedeki genel durum ve emperyalist çıkarlar ona bu fırsatı vermeyecektir. Putin şimdiden bu olguya güçlü bir şekilde açıklık getirmiştir. Bu bize Mao Zedong’un altını çizdiği bir Marksist yasayı hatırlatmalıdır. Mao emperyalizmin kaybedene kadar saldıracağını, onun yasasının bu olduğunu söylemişti. Suriye’de buna tanık oluyoruz. Saldırdılar, fakat buradaki sorunları çözmek gibi bir iradeleri yok. Tamamen gericilik demek olan emperyalizm ne Kürt ulusal sorununun çözümünde ne de Suriye’nin demokratikleşmesinde geçerli bir anlayışa sahiptir. İş birlikçi bir iktidar inşa etmek isteyen emperyalizm için Suriye’nin dinamikleri çok daha fazla parçalanmış ve dağılmış durumda. Bu parçalanmışlığı giderecek tek bir ve kaçınılmaz yol vardır. O da emperyalizme ve özelde Siyonizm’e karşı ulusal bağımsızlık iradesiyle girilecek yoldur.
Direnişten Zafere Bir Yol
Bu yol Türkiye için de geçerlidir. Geçmişten kalan tüm sorunları çözümsüz halde bünyesinde taşıyan TC için önümüzdeki yıl çok açıktır ki zor bir yıl olacak. Daha bugünden bu zorluğu apaçık ortaya koyan olaylar yaşanmakta. Suriye’de “süreci belirleyen güçlerden biri” olarak anılan TC söz konusu sürecin çözülemeyen her türlü sorununun da parçası olmaktan kurtulamayacaktır. Başlarda değil ama sonradan Suriye’de iktidar değişimini yönettiğini iddia eden TC kendi ülkesindeki asgari ücret sorununda çamura saplanmış durumda…
Asgari ücret toplantıları başlarken genel yorumlar açıklanan enflasyon oranına yakın bir rakam üzerinde duruldu. Hatta asgari ücrete yapılacak zamdan daha önemli olanın enflasyonun yüksekliği olduğundan dem vuruldu. Buna rağmen asgari ücret yüzde 30 artırıldı. Bu artışa karşı ciddi bir öfkenin doğacağını, zaten yoksullukla boğuşan ücretlinin bu ekonominin geleceğinden hiçbir umudunun kalmamış olduğunu saptamamak gerçeğe gözünü kapamaktan farkı yok. Olası bir “yüksek oranlı zam” için dahi hiçbir umut, sevinç taşımayan emekçiler beklenmedik derecede düşük bir zam oranıyla karşılaştıklarında hiç kuşkusuz öfkeleneceklerdir. Üstelik yeni asgari ücretin, sendikalara rağmen, belirlenmiş toplantı yapılmadan açıklanması da dikkat çekici bir gelişmeye işaret ediyor. Sendika ağalarının da bu ücrete “evet” diyememesi iktidarın yönetim kapasitesinin daha da daraldığını göstermektedir.
2024 yılının son çeyreğinde tanık olduğumuz olaylar tüm gerici zorbaların daha yoğun bir saldırıyla hareket edeceklerini göstermektedir. Halkların direnişinin kaçınılmaz olduğunu defalarca deneyimledik. Direniş devam etmektedir. Ne var ki bu safha kurtuluş için bir ön safha olmaktan ibarettir. Kurtuluş için komünist iradenin tüm bu direnişlere ışık tutmak üzere parıldaması gerekmektedir. Mücadeleye sarılmak için çok daha güçlü nedenlerimiz ve gerçeklerimiz var…