[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Adeta erken kalkanın yaptığı darbelerle, devlet başkanlarına, bakanlara yapılan suikastlarla, bulaşıcı hastalıklarla, açlık ve yoksullukla sürekli gündemimize gelen ama bir türlü ekonomik ve siyasi istikrara kavuşamayan Afrika, bir kesimin yaralarını deşen, başka bir kesimin ise iştahını kabartan özelliğiyle dün ve bugün de “ilgi odağı”dır.
İŞTAH KABARTAN ZENGİNLİKLER
Afrika yüzölçümü ve nüfus yoğunluğu açısından Asya’dan sonra Dünya’nın en büyük ikinci kıtasıdır. Kendisine bağlı kabul edilen adalar ile birlikte 30,8 milyon km²’lik alanı ile Dünya yüzölçümünün yüzde 6’sını ve Dünya üzerindeki toprakların yüzde 24,4’ünü kapsar. 1 milyar kişilik nüfusuyla Dünya nüfusunun yüzde 15’ini barındırır. Ayrıca bu nüfusun büyük bir bölümünün genç nüfus olması dikkat çekici ve sömürücüler açısından ilgi odağı haline gelmektedir. Genç ucuz işgücü sömürü ve kârın katlanması anlamına da gelmektedir. Afrika’nın dikkat çekici özelliklerinden biri de kuzeyde Akdeniz, güneyde Hint Okyanusu, batıda Atlas Okyanusu, doğuda Sina Yarımadası, Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı ile çevrelenmiş olmasıdır. Bu doğal zenginlikler dışında, uluslararası ticaretin deniz yolları üzerinde bulunuyor olması jeostratejik açıdan Afrika’nın önemini artırıyor. Kıtada 54 adet diplomatik olarak tanınmış bağımsız devlet, dokuz bölge ve 3 adet de sınırlı tanınmış devlet bulunuyor.
AFRİKA’NIN SÖMÜRGELEŞTİRİLME TARİHİ KAPİTALİZMİN VAHŞETİNİN AYNASIDIR
Sömürgecilik ve kolonyalizm kavramları üzerine yıllardır süren tartışmalar bulunmakta; ama bu yazının konusu bu sorunu tartışmak olmadığı için kısaca sözlük anlamlarını hatırlatıp geçeceğiz.
Sömürgecilik, başkalarına ait olan maddi-manevî bütün kaynakların bir ulus ya da devlet tarafından zorla ele geçirilmesi ve götürülmesi anlamında kullanılan bir tanımlamadır. Kolonyalizm, daha çok başkalarına ait topraklar üzerine yerleşme anlamına gelmektedir. Sömürgecilik ya da emperyalist sömürü ise aynı zamanda ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel vb. hâkimiyeti, köleleştirmeyi, bağımlı hale getirmeyi ve yağmalamayı da içerir.
Afrika’nın makus talihi 15. yüzyılda başlar. İlk olarak “keşif” adı altında kıtaya Portekiz yerleşir. Portekizlilerin buradan aldığı kölelerin sayısının 20 milyon ile 100 milyon arasında olduğu söylenmektedir. Aynı şeyi diğer sömürgeciler de yüzyıllar boyunca yapmıştır. Bir köle yakalamak için ortalama 10 ile 14 kişi katledilmekteydi. Sömürgecilerin ölü ve diri ne kadarını kayıt altına aldıkları kesin olarak bilinmemektedir. Sonraki süreçte bu konuları araştıranların açığa çıkardığı bazı rakamlara bakıldığında durum sanılandan da korkunç bir vahşiliktedir. Sömürge sürecinde Batılı devletlerin ise kaynakların gelişmesi, üretimin artması, hatta Afrikalıların savaşlarda düşmana karşı cephelere sürülmeleri dahil birçok çıkarları oldu. Yalnızca Fransa II. Emperyalist Paylaşım Savaşında Afrika’dan aldığı 100 bin insanı adeta canlı kalkan olarak kullandı. 350 bin asker de hazırda, Afrika’da bekletildi. Sömürgeci emperyalist-kapitalistler açısından durum bu kadar net aslında. Gidip bir ülkeyi işgal edip hem yeraltı ve yer üstü kaynaklarını sömür hem de insanlarını her türlü kirli iş için kullan, öldür, öldürt. Kapitalizmin doğasıyla birebir örtüşen bu durum, Afrika’nın, Afrikalıların zorla göç ettirilip katliamlara uğratılmasıyla sonuçlanmıştır.
Portekizlilerin aksine İngiltere ve Fransa Afrika’yı işgal ederek kontrol altında tutmakla kalmadılar, Afrika’nın zenginliklerine, kültürüne, değerlerine, diline ve tarihine de el atarak ciddi tahribat yaptılar. Bu anlamıyla Fransa ve İngiltere’nin Afrika’da mutlak bir hâkimiyeti vardı. 200 yılda sömürmedikleri, talan etmedikleri, hayatlarını karartmadıkları neredeyse hiçbir Afrikalı kabile, ulus ve emekçi bırakmadılar. Örneğin günümüzde Afrika’nın 25 ülkesinde Fransızca, 20 ülkesinde İngilizce, birkaç ülkede de Portekizce ve İspanyolca resmi dil olarak konuşulmaktadır.
1870’li yıllarda, sanayi devriminin devamı olarak maden üretiminin gelişmesiyle gündeme gelen hammadde ve insan kaynağı ihtiyacı, ayrıca Afrika’da elmas, altın, petrol ve daha birçok enerji kaynağının tespit edilmesi Afrikalıların hayatını altüst etti. Herkes bu pastadan pay kapmak için çırpınıyordu. Bunu bir anlaşmayla sonuçlandırdılar. Pratikte gerçekleşen “adaletsiz” paylaşıma bir ayar vermek üzere ve diğerlerinin de pay hakkı gözetilerek 1885 yılında Berlin anlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile birlikte kıtanın, yabancı güçler tarafından “medenileştirme” adı altında sömürgeleştirilmesi resmileştirilmiş oldu. Alman İmparatorluğu Şansölyesi Otto von Bismarck öncülüğünde 14 ülke temsilcilerinin (Almanya, Fransa, İngiltere, Portekiz, Belçika, İspanya, İtalya, Rusya, Avusturya-Macaristan, ABD, Danimarka, İsveç/Norveç, Hollanda ve Osmanlı Devleti) Bismarck’in Wilhelmstrasse’deki rezidansında bir araya gelmesiyle, Afrika’nın sömürgeleştirilmesi resmi olarak hayata geçirilmiş oldu. Berlin Anlaşması, Avrupalı emperyalist-kapitalistler arasındaki çatışmayı önleyecek şekilde Afrika’da ticaret ve denetime yönelik kuralları belirlemiştir. Berlin Anlaşması’nın en dikkat çekici yanı Afrika kıtasının bölüşüldüğü, geleceğinin tartışıldığı bu konferansta herhangi bir dereceden hiçbir Afrikalı temsilcinin bulunmamasıdır.
1914 yılına gelindiğinde kıtada sömürgeleştirilememiş sadece iki ülke kalmıştır; Habeşistan (Etiyopya) ve Liberya. İtalya’nın 19. yüzyılda ve daha sonra II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan önce Habeşistan’ı sömürge haline getirme çabaları bu ülke halklarının sömürgeciliğe karşı direnmesi nedeniyle başarısız kalmıştır. Bunun dışındaki tüm 87 ülke 1914 yılı itibariyle sömürgeleştirilmiştir. 1914 yılı itibariyle sömürgeci ülkeler ise şunlardır; İngiltere, Almanya, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz ve İspanya.
Bu sömürgeciliğe karşı Afrikalı ülkeler en başta örgütsüz ve dağınık oldukları için karşı çıkamamış ve bundan faydalanan sömürgeciler istediklerini kolaylıkla elde etmişlerdir. Ancak bu sömürü, katliam, kölelik ve işkenceler daha fazla dayanılacak gibi değildi. Özellikle Jamaika ve Haiti gibi ülkelerde ciddi köle isyanları çıkmaya başlamıştı. İngiltere ve Fransa emperyalistleri kabileler arasında çatışmalar yaratarak, halkı birbirine kırdırarak bu isyanları bastırmaya çalıştılar. Bunda belli bir süre başarılı olmalarına rağmen, 1955 yılından sonra “bağımsızlık”larını teker teker kazanmaya başladılar. Afrika tarihinde oldukça önemli olan bağımsızlıkların kazanılmaya başlandığı bu dönem, Afrika’nın sömürgecilerden kurtulup kendi kaderini belirlemeye hak kazandığı dönem olarak anılır. Bu süreçten sonra ise yeni bir hegemonya ve sömürü dönemi başlıyor. Bugün halihazırda devam eden bu sömürü ve talan sürecinin “yeni” aktörleri, diğer emperyalistlerin yanında Çin, Rusya ve ABD olmuştur.
İŞTAH KABARTAN ZENGİNLİKLER VE KIZIŞAN REKABET
Afrika, sahip olduğu petrol-doğal gaz-maden yatakları nedeniyle emperyalistler arası rekabette daha fazla önem arz eder hale gelmektedir. ‘80’lere kadar asıl olarak elmas madenlerine ve değerli mineral yataklarına dadanmış olan tekellerin iştahını ‘90’lardan bu yana petrol ve doğal gaz rezervleri kabartmaktadır. BP’nin verilerine göre Afrika Dünya’nın kanıtlanmış petrol rezervlerinin yüzde 10’una sahiptir. Bu oran Ortadoğu’nun yüzde 57’lik potansiyeline göre pek fazla görünmese de 2025 yılına kadar Afrika’nın rezervlerinde yüzde 90’lık bir artış olacağı öngörülmektedir. Doğal gaz açısından da Afrika Dünya’nın dördüncü büyük doğal gaz bölgesi sayılmaktadır. Nijerya, Mısır, Cezayir ve Libya önemli doğal gaz ülkeleridir. Kıtada hâlâ elmas, petrol, doğal gaz, bakır, altın ve uranyum gibi önemli yeraltı kaynakları, el değmemiş vaziyette bulunmaktadır.
Yapılan araştırmalar ve verilere bakıldığında Afrika Dünya’nın en hızlı büyüyen kıtası olarak görülmektedir. Sahra altı bölgesinde yer alan 6 Afrika ülkesi Dünya’nın en hızlı büyüyen 10 ekonomisi arasında. Ancak bu gelişme ve büyümenin kimin denetiminde olacağı sorusu önem arz etmektedir. Afrika ülkelerine doğrudan yabancı yatırım (yani emperyalist tekellerin yatırımı) istikrarlı bir şekilde yükseliyor. Ancak Afrika ülkelerindeki ekonomik istikrar ve gelişme yarı sömürge-sömürge özelliğinden kaynaklı yeterince gelişememekte ve doğallığında pazara yabancı (emperyalist tekeller) sermaye hâkim durumdadır.
ABD 2007 yılında Afrika’daki yatırımlarını ve çıkarlarını korumak için AFRİCOM’u (Amerika Birleşik Devletleri Afrika Komutanlığı) kurmuş ve kıtaya yönelik tüm ekonomik-siyasi-askeri faaliyetini tek bir merkeze bağlamıştır. Afrika’da sivil ve askeri operasyonlar düzenlemek için ABD neden bir komutanlık kurar? Bu sorunun cevabı bu kıtanın emperyalistler açısından önemini ve beklentisini de açıklayacaktır.
Neticede son birkaç ayda yapılan darbelerle iktidara gelen yönetimlerin Fransa ve İngiltere ile aralarına mesafe koyup Batı bloku içindeki ABD ile flört etmeleri bile bu duruma bir açıklık kazandırmaktadır. Emperyalistler arası kriz, hegemonya yarışı ve savaş kızıştıkça, AFRICOM örneği istisna olmaktan çıkmakta, genel kaide haline gelmektedir.
Diğer yandan Çin, Rusya, Brezilya gibi BRICS ülkeleri de Afrika alanında ciddi etkinlik kazanmaya başlamıştır. Afrika ülkelerinin önemli bir kesimi sömürgeleşme tarihindeki nedenler ve emperyalist rekabetin yarattığı daha avantajlı durumdan eski sömürgeci devletlerden ve yeni de olsa ABD’den çok, Çin ve diğer emperyalistlere yanaşmaya daha önem vermekteler. Çin’in Afrika ülkeleriyle ekonomik ilişkisi yıllık 100 milyar doları geçmiş durumdadır. Çin öne geçmek için Afrika ülkelerine uygun ve uzun vadeli krediler vermektedir. 34 ülkede yatırımları bulunmaktadır ve 14 ülkeyle de çifte vergilendirmenin kaldırılmasına yönelik anlaşması vardır. Kıtada faaliyet gösteren Çinli şirket sayısı 800’e ulaşmış durumdadır ve 1 milyon Çinli Afrika’da yaşamaktadır. Petrol ihtiyacının yüzde 30’unu bu kıtadan karşılayan Çin’in, ayrıca ilaç ve tekstil fabrikaları bulunmakta, baraj, köprü ve yol inşaatları da hızla artmakta, madencilik ve elektrik üretiminde de yatırımları bulunmaktadır. Ancak ABD-AB devletleri emperyalist ittifakının askeri gücü karşısında sadece ekonomik yöntemlerle ilerleme kaydedemeyeceğinin farkında olan Çin; Sudan, Zimbabve, Nijerya, Kongo gibi ülkelerle askeri ilişkiler de kurmuş durumdadır. Ayrıca çatışma bölgelerine de yoğun silah satışı yapmaktadır.
Fransa bugün tek başına Elf ve sonrasında Total ile 90 yıllık petrol tecrübesi ile Afrika petrollerinin yüzde 36,4’ünü, Çin yüzde 30’unu, Hindistan yüzde 20’sini ve ABD yüzde 20’sini çıkarıyor. Sonatrach (Cezayir’de bulunan petrol firması İspanya, İtalya ve Norveç ortaklığından oluşuyor), Exxon Mobil (Nijerya’da faaliyet yürüten bu tekel ABD’ye ait), Total Energies (130’dan fazla ülkede faaliyet gösteren çok uluslu bir Fransız petrol ve gaz şirketidir, Shell (merkezi Hollanda’da bulunan çok uluslu bir petrol ve gaz şirketidir), Chevron (Amerikan enerji şirketidir), NNPC, ENI (İtalyan petrol ve gaz şirketidir), CNOOC (Çin devletine ait bir petrol ve gaz şirketidir), Gazprom (Rus devlet doğal gaz şirketidir) ve Royal Dutch Shell (Hollanda) dahil Afrika’nın petrol üretimi ve pazarlamasını yapan en büyük 10 petrol tekelidir. Bu tablo dahi Afrika’daki emperyalist rekabeti ve iştahı görmek açısından yeterlidir. Bu açıdan siyasal egemenlik mücadelesi de olabildiğince keskinleşmektedir. Bu durum darbeler de dahil her türlü gelişmenin zemini olmaktadır.
Kapitalist tekellerin kendi aralarında pay ettiği Afrika pazarında önümüzdeki yıllarda emperyalistler arası rekabetin daha da derinleşmesi kaçınılmazdır. Varlık içinde yokluk çeken Afrika ülkeleri emperyalist-kapitalistlerle ilişkisini köklü bir biçimde kesmediği, kendi kaderini tayin edecek adımlar atmadığı müddetçe sömürü, açlık ve yoksulluk devam edecektir.