Kamuoyuna Zorunlu Bilgilendirme: Umut Gazetesi’nin Yayınlayamadığı Partizan Röportajı!

HABER MERKEZİ- http://www.partizanmlm8.net sitesinde yayımlanan Umut Gazetesi’nin Partizan ile yaptığı fakat yayınlamadığı röportajı olduğu gibi paylaşıyoruz.

“Aşağıda yayınlanan röportaj, Umut Gazetesi’nin 8 Nisan 2020 tarihinde “Devrimciler Konuşuyor” başlığı ile hazırladığı bir program vesilesiyle tarafımıza gönderilmiş sorulara verilen yanıtları içermektedir. Umut Gazetesi’ne bu röportajı yaparken kurumsal kimliğimizin önüne ya da arkasına bizim istemediğimiz bir sıfat koyulmadan ve göndereceğimiz Partizan logosuyla yayınlanmasını talep ettik. Zira Ocak 2017’de saflarımızdan kopup giden parti ve savaş kaçkını sağ tasfiyeci anlayışla bizleri ayırmak için kullanılan ek sıfatların yersizliği anımsatılarak bu hassasiyet ifade edilmiştir. Umut Gazetesi bu hassasiyetimizi anladığını belirterek talebimize olumlu yanıt vermiştir.

Ancak röportaj yapılan kurumlar içinde parti ve savaş kaçkını sağ tasfiyecilerinde bulunması, Umut Gazetesi’nin beyanına göre onların da benzer talepte bulunmasından dolayı her iki röportajı da yayınlamama kararı alındığı tarafımıza iletilmiştir. Sağ tasfiyeci anlayışın Partizan’ın politik-ideolojik çizgisiyle ve gelenekleriyle, Partizan ismini farklılaşmış çizgileriyle birlikte arsızca ve pragmatist bir şekilde kullanması dışında bir ilişkisi söz konusu değildir. Geleneğimizin temel ilkelerine dair hiçbir kaygı, ölçü, tutum ve şekillenişi gözetmeyen bu anlayışın, Partizan ismiyle yaptığı açıklamalar, bizim tutumumuzla kolaylıkla ayırt edilebilir türdendir. Bu güruhun kurumumuzun adını kullanarak yaptığı açıklamalar, aldığı politik tutumları biz sadece çizgimize yönelik bir saldırı ve kurumumuzun ismini yıpratıp prestijimizi aşındıran nitelikte olan bir pespayelik olarak görüyoruz. Ötesinde sınıf mücadelesinde karşılığı tüy kadar hafiftir.

Umut Gazetesi’nin böylesi bir denge siyasetine mahkum kalmasını, verdiğimiz röportajı bu kaygı ve gerekçeyle yayınlamamasını doğru bulmamakla birlikte anlayabiliyoruz. İlgili röportaja verdiğimiz cevapları kamuoyu ile paylaşma ihtiyacı hissediyoruz.

 1. Pandemi aynı  zamanda  emperyalist-kapitalist  üretim  ilişkilerinin  bir  sonucu olarak dünyayı felaketin eşiğine sürüklerken bir yandan da hükümetlerin insan sağlığını ve yaşamını değil şirketlerin çıkarlarını korumakla mükellef olduklarını ortaya  serdi.  Bu görevi icra eden hükümetten milyonlarca insan adına adım atması beklenemez.  Buna rağmen  hükümetten  istenen  talep  listeleri  ise  bir deklarasyon   enflasyonu   yaratmanın    ötesine geçememektedir. Toplumların değiştirici öncüleri   örgütlü   güçlerdir.   Bu   temelde   kurumunuz, ezilenlerin, emekçilerin insanca yaşam yolunu açacak, güçlü bir odağın inşası için demokrasi, emek ve özgürlük güçlerine nasıl bir çağrı yapmaktadır?

Çin’de başlayan ve hızlıca neredeyse dünyanın tamamına yayılan pandemi emperyalist-kapitalist sistemin üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak yaşanmaktadır. Kapitalizm “daha fazla kâr” için daha fazla üretim yasasını işletmeye başladığında, bu yasayı hayata geçirmenin önündeki engellere yöneldi. Üretim çılgınlığı tüketim çılgınlığını, ekolojik dengeyi, doğayı, toplum yaşamını alt-üst ederek ilerledi. Pazarlar bu yıkımlarla büyüdü ve gelişti. Kurulu sistemin tıkanıklığı Kovid-19’la patlak verdi. Her şeyin metalaştığı, kâr amacına hizmet eder hale getirildiği, sağlık da dahil olmak üzere bir dizi alanda özelleştirmelerin yaşandığı sistemde iflas bayraklarının çekilmesi de kaçınılmaz olmuştur.

Pandemi evet bir yanıyla emperyalist-kapitalist üretim ilişkilerinin bir sonucu iken diğer yanı ise bu tür salgınların toplumlar tarihinde genel olarak yeni karşılaşılan bir mesele olmamasıdır yani bir yanıyla doğanın bağrında olan bir durum olmasıdır. Ancak üzerinde durulması gereken surun; salgınlar, doğal afetlerle mücadelede ve bunlara karşı gelişmiş bilim-teknoloji olanaklarına rağmen “Ortaçağ döneminin” yetersizliklerini andıran bir gerçekliğin ortaya çıkmıştır. Bu tablo gelişmiş üretim ilişkileri, ilerleyen bilim ve teknolojinin olduğu toplumsal süreçlerde olsa, özel mülkiyet ilişkisine dayalı ve bir avuç egemenin tüm toplumsal ilişkileri kontrol ettiği sistemler var oldukça bu tür sorunların devam edeceğine işaret etmesi açısından çarpıcıdır. Üretici güçlerin ayağındaki her pranga, bilim ve teknolojinin de ayağına vurulmuş bir pranga olarak karşımıza çıkmaktadır. Kitlelerin ihtiyaç ve gereksinimi ise bu prangalardan bir an önce kurtulması, üretimin-bilimin ve teknolojinin bir avuç sömürücü sınıfın egemenliğinden kurtarılmasıdır. Kitlelere bu gerçekliği anlatma olanaklarını, bugün ki kriz fazlasıyla sunmaktadır.

Bu dönemin açığa çıkardığı esaslı sorun ekonomik merkezli olmuştur. Sadece ülkemizde değil salgının yaşandığı tüm ülkelerde başta işsizlik yaşanmaya başlamış ve bunun devamında da açlık ve yoksulluk yaşanmaya başlanmıştır. Kimi ülkelerde baş gösteren yağma ve Lübnan, El Salvador gibi ülkelerde başlayan açlık isyanları ciddi yayılma eğilimleri taşıyan hareketlerdir.

Emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı çok yönlü krizin üstüne gelen pandemi mevcut krizi derinleştirecek ve bu durum emekçi ve yoksul halka fatura edilerek aşılmaya çalışılacak. Bu dönemin açığa çıkardığı ve önümüzdeki dönemi de önemli ölçüde belirleyecek olan saldırılara karşı devrimci-demokrat güçlerin ortak hareketi önemli bir yerde durmaktadır.

Pandeminin ülkemizde de görülmeye başlandığı günden bugüne çeşitli devrimci ve demokratik kurumların örgütlediği kimi birliktelikler olmuştur. Bunlar içinde en “geniş” kesimi kapsayan “Tüm Çalışanlar İçin Sağlık Platformu” olmuştur. Koronavirüs salgını nedeniyle hayati denilen talepleri sıralayan platform, yayınladığı açıklamada bir muhatap belirtmemiş olsa da taleplerin muhatabının devlet olduğu anlaşılmaktadır. Platform bu talepleri sunduktan sonra her gün belli bir saatte ışık söndürme eylemi yapacaklarını duyurdu. Bu tür platformlar ve “eylem” biçimleri yeni değildir, birçok dönemde devrimci ve komünistlerin karşısına çıkmıştır. Ancak bu platformu özel kılan ölümcül bir salgın baş gösterip sistem her yerinden dökülürken ortaya çıkmasıdır. Daha özel olanı ise kendisini devrimci, sosyalist olarak tanımlayan kurumların bu platformdaki imzacılığıydı. Koronavirüs salgınının ortaya çıkardığı koşullarda, sistemin karakterini, devletin tutumunu ve kaçınılmaz olarak kendini dayatan devrimci çizgiyi yok sayarcasına ortaya konan talepkârlık ve adına “eylem” bile diyemeyeceğimiz bu pasif tutum tartışılmayı hak etmektedir. En başta belirtelim ki faşizm karşısında hiçbir karşılığı bulunmayan ve kendisine “devrimci”, “sosyalist” diyenler için pasifizm ve reformist çizginin derinleşmesi anlamı taşıyan bu tür girişimler devlet karşısında somut, ciddi hiçbir sonuç doğurmayacağı gibi devrime ve devrimci çizgiye de ait değildir. Partizan, bu nedenlerle söz konusu metne imza vermemiş, platforma dâhil olması yönündeki davetlere ‘olumlu’ yanıt olmamıştır.

Bu yöndeki, ekonomik ve demokratik talepler etrafında şekillenen hiçbir platformu yadsımıyoruz. Ancak kurulan platformun gerek bileşenleri içinde sistem partileri de dahil olmak üzere rengi ve çizgisi belirsiz bir dizi kurumun varlığı ve bu bileşenin oluşturduğu eylem hattı esas olarak sistemi karşısına alan bir zeminde durmamaktadır. “Talepkâr” olma niteliği de buradan gelmektedir. Muhatabının kimler olduğu, işçi ve emekçileri hangi hedefe karşı mücadeleye sevk ettiği belirsiz bir hattın devrim mücadelesine hizmet etmeyeceği açıktır.

Yine Avrupa’da kurulan “anti-corona koordinasyonu”da yukarda belirttiğimiz sınırlılıklar içerisinde oluşturulmuştur. Bu süreçte virüsle mücadele önemlidir ancak daha da önemlisi bir bütün emperyalist-kapitalist sistem ve onun tüm gerici halkalarıyla mücadele daha önemlidir. Kitlelerin öfkesi ve kızgınlığı hat safhadadır. Devrimci ve demokratik güçlerin bu öfkeyi güçlendirecek, cesaretlendirecek bir hattı esasa alarak, virüsün azmettiricisi olan sisteme yönelecek mücadeleyi benimsemelidir. Şuan devrimci-demokratik güçlerin bu çelişkileri keskinleştirmekten çok, dayanışma argümanıyla sorunu karşılamaya çalışan yanlış bir şekillenişi ve bakış açısı vardır.

Bir bütün olarak bu bakış açısını değiştirecek, süreci kitlelerin yaşadığı keskin çelişkileri daha da besleyecek, genel olarak hak arama temelinden siyasal temelde mücadeleye kadar uzanan örgütsüzlük halinin yarattığı boşlukları anlatacak bir yaklaşıma ve bakış açısına çevirmeliyiz.

Pandeminin açığa çıkardığı ve devrim mücadelesine kitlelerin kanalize edilmesini sağlayacak koşulların en doğru biçimde değerlendirilmesi sürecin nereden ve nasıl okunduğuyla ilintilidir. Özünde ideolojik bir meseledir ve buna paralel olarak da devrimcilerin ortak hareketinde belirleyen temel zemindir. Partizan olarak eylemde birlik, ajitasyon/propagandada serbestlik ilkesi çerçevesinde örgütlenecek her türlü eylem birliğinin içinde yer almayı, aktif bileşeni olmayı benimsiyoruz. Bu ilke ideolojik farklılıklarımıza rağmen doğru hedefler, doğru eylem biçimleri etrafında bizi bir araya getiren temel anlayışımızdır.

Bu temelde çağrımız, ezilen halkın çıkarları uğruna mücadeleyi esas alan, bunun için mevcut koşulları doğru değerlendirebilen, halkın öfkesiyle birleşen taleplerini örgütleme ve bu öfkeyi doğru adrese kanalize edebilecek her türlü hareket ve eylem planıyla devrimci bir zeminde buluşmanın çağrısını yapıyoruz.

2. Ezilen milyonlarca   insanın   çözüm   gücü    olarak   görebileceği,  çağrılarına güvenebileceği,   eyleme   geçebileceği   birleşik   güçlü   bir   odak   için   muhalif kurumları,  partileri  yan  yana  getirmek  üzere  somut   bir  adım  attınız  mı? Attıysanız   aldığınız   yanıtlar   nedir   ve   herkesin   birleşik   mücadele   çağrısı yapmasına rağmen halen gerçekleşemiyor olmasının önündeki engel nedir, neyle karşılaşıyorsunuz? Size böyle bir çağrı gelirse tutumunuz ne olur?

Bu tür çok büyük, kapsamlı, karmaşık ve hiç kuşkusuz egemenlik şartını gerektiren meselelerde sorunu biz bulunduğumuz koşullar içinde “çözüm gücü” olma denklemine sokmuyoruz. Yani virüsle mücadele anlamında bir çözüm gücü olma gibi koşulların devrimci-demokratik-ilerici güçler için mümkün olmadığı fikrindeyiz. Ortaya çıkan tablo kitlelerin politik iktidarı eline alması gerektiği bilincini daha güçlü oluşturacağı koşullardır. Bu bağlamda sınıflı toplum yapısının ürettiği sorunlara odaklanmak, onu kitlelere etkili şekilde anlatmak ve çok haklı gerekçeyle mahrum bırakıldığı her şeye karşı duyduğu öfkeyi, bu mahrumiyetin sorumlusu sisteme yöneltmek olmalıdır. Bu tür sorunların ana ve temel kaynağına yönelecek bir yaklaşım yanında, amaç ve hedefimiz olan Yeni Demokratik Devrim, sosyalist sistemlere de kitlelerin ilgisi ve algısı bu süreçlerde daha fazla açık olacağı için bunları daha güçlü, etkili ve yaygın bir şekilde doğrudan bir propagandaya çevirmeliyiz. Ama öncelikli görev ve sorumluluk bizim için işçi sınıfının ve geniş halk yığınlarının çelişkilerini keskinleştirecek, öfke ve kinini bileyecek ve güçlendirecek, mücadele etme azmi ve kararlığını ilerletecek politik çizgide yaratıcı ve ısrarlı olmamızdadır. Diğer tüm dayanışma, yardımlaşma vs. çalışmaları bu hedef ve amacı beslemeli, güçlendirmeli, kitleleri farklı ve çeşitli düzeyde örgütlemeye sevk etmelidir.

Soruna bu temelde bir yaklaşım devrimci-demokratik güçlerin birliğini, ortak hareket etmesini esaslı bir politik güce çevirecektir. Karşılaştığımız kriz oldukça özgün, çok katmanlı ve karmaşıktır. Zira ilk etapta aşılması gereken mesele virüsle mücadele, buna karşı tedbir, sistemlerin halkın canını önemsemeyen tutumu içinde halk sağlığını önemsizleştiren bir yaklaşıma bizlerin kapıyı aralamadan; daralmış ve sınırlanmış yaşam koşulları-hareket alanı içinde bu süreçle nasıl baş edeceğimizi, nasıl politik çalışmalarımızı yürüteceğimizi, kitlelerin sisteme olan öfkesine hangi mücadele araçları ve biçimleri içinde şekil verip önderlik yapabileceğimizdir. Şu aşamada esasta yabancı olduğumuz böylesi bir krize karşı, hazırlıksız yakalanma hali tüm devrimci-demokratik güçler için söz konusudur. Kuşkusuz bu hazırlıksızlık gerçekliği, bir politik yetersizlik haliyle açıklanamaz. Yani bir toplumsal harekete hazırlıksız yakalanmak gibi bir durumdan bahsetmiyoruz. Bu durum tüm devrimci güçleri ve hareketleri, bu koşullar içinde nasıl konumlanacağı, örgütsel yapısını nasıl dizayn edeceği, mücadele araç ve yöntemlerini kitleleri kucaklayarak ve onlarla kaynaşarak nasıl şekillendireceğini belirlemeye çalıştığı bir sürecin içine sokmuştur. Kitlelerin yaşadığı sorun ve çelişki ile yaşam-hareket alanının daralması ve devrimci-demokratik hareketin buna çözüm olması arasında ciddi ve boyutlu bir çelişki söz konusudur. Bu çelişkili durumu çözmek için yoğun bir çaba, oldukça gelişmiş bir duyarlılık ve kafa yoruş tüm hareketlerin içine girdiği bir süreçtir.

Bu tablonun yarattığı objektif dağınıklık, yeni biçim bulma çabası ve aşırı yoğunlaşma hali doğal olarak aynı sorun-dağınıklığı devrimci-demokratik güçleri nasıl-ne biçimde ve hangi yönelimle bir araya getirme meselesinde daha fazla getirmektedir. Böylesi özgün ve krizli süreçler geleneksel yaklaşımları aşmayı dayatan, geleneksel olanın karşılığını almakta zorlanılan süreçlerdir. Bu yeni biçim ve yeni durumu şekillendirme ve bulma zorluğunun yaşanması gerçekliği de bu halkaya eklenmelidir. Bu var olan krize denk gelecek bir yan yana gelişi, bir ortak hareket ruhunu oluşturmayı da doğal bir krizin içine sokmaktadır. Bir araya gelmek, bu sürece karşı ortak bir yönelimle güçleri birleştirmek her zamankinden daha fazla ihtiyaçken, bu ihtiyacı nasıl-hangi politika ve anlayışla gidereceğimiz-ele alacağımız ise bundan daha önemlidir.

Laf olsun, görüntü kurtarılsın şeklindeki her girişimin, güçleri hırpalaması kitlelerde karşılık bulmadığı oranda güvensizliği derinleştirmesi söz konusu olacaktır. Zira genel olarak devrimci-demokrat güçler arasındaki ilişki, eylem birliği anlayışı, ortak hareket etme meselesi, bunun kitlelerle kaynaştırılması ve hatta taban örgütlülüklerine mal edilmesi ve sahiplenmesi hali hazırda büyük bir kriz içinde bulunmaktadır. Büyük iddialarla, büyük söylemlerle, irili ufaklı bir dizi gelişmeye müdahale kaygısıyla eylem birlikleri ve ittifak yönelimleri-projeleri oluşturulmaktadır. Bu oluşumların her biri etkin, kitlelerin mücadelesini sevk ve idare eden, örgütlü güçleri birleştiren, güven veren ve müdahale gücünü geliştiren, bütünlüklü örgütsüz yapıyı daha güçlü örgütlülüklere çeviren bir işlev görmemiştir. Bu sorunda krizin kendisi budur. Bir araya gelmeye hevesli, faşizme, emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı çelişkilere karşı birleşerek güçlenme istek ve arzusuna karşı, her hareketin böylesi önemli bir meselenin kavrayışını sadece bu istekle sınırlı tutan böylesi önemli bir mesele karşısında ideolojik-politik-örgütsel hastalıklarını ve yaklaşımlarındaki sorunlarıyla yüzleşmekten kaçan tablosu büyük laflarla, iddialarla bir araya gelişlerle hayata uygulanması arasındaki uçurumun oluşmasına neden olmaktadır. Bu gerçeklik, hayata geçen eylem birliklerinin ve ittifaklarında kitlelere güven vermeyen, ilgisini çekmeyen, sorunlarına dokunmaya bile mecali olmayan bir birleşme olarak algılanmasını, kavranmasını getirmektedir. Son süreçte bu eksende birleşerek büyüme kaygısıyla oluşan her oluşum adeta zayıflığı derinleştiren, büyüten bir durumu doğurmuştur. Kitleler birliği, birleşmeyi, ezilenlerin ortak paydada güç oluşturmasına ilgi duyar. Ancak birleşme meselesi hayatta karşılığını bulmaz, eylem etkinlik ve duruşta daha olumsuz bir tablo oluşturursa güven krizi büyür. Devrimci-demokratik güçler oluşan bu durumun birinci derecede sorumluluğunu üstlenme, sahiplenme durumunda değildir. Gerçekleşen onlarca platformun, eylem birliklerinin, ittifakların böylesi bir sorunu ele alma tutumu ve ne yazık ki ciddiyetle soruna yaklaşma eğilimi yoktur. Güç olmaya çalışan birliktelikler kitlelere ve örgütlü kesime daha da zayıflamış bir görüntü sunuyorsa, birliğin ruhunu ele alınışını ve hiç kuşkusuz açık ve kesin bir hesaplaşmasını getirmelidir. Bundan uzak durularak, buna girilmeksizin yeniden büyük laflarla bir araya gelme girişimleri maalesef eylem birliği ruhunu ve bunun etkisini, ciddiyetini aşındıran bir sonuç üretmiştir.

Bu gerçeklikten bugüne geldiğimizde, eylem birliği ve bir araya gelmenin aslında kolay ama birikmiş sorunlarla birlikte düşünüldüğünde olumsuz bir tabloya daha fazla sebebiyet verme potansiyeli fazlasıyla vardır. Bu eksende biz bu sorunlarla yüzleşecek bir yaklaşım içinde olmayı önemli görüyoruz. Bu eleştiri ve yaklaşımımızdan eylem birliği, ittifak meselesini yüz-geri ettiğimiz, umursamadığımız sonucu kuşkusuz çıkmamalıdır. Özellikle merkezi eylem birlikleri yerine yerellerde ve bulunduğumuz her alanda daha güçlü, daha etkin ve tabana, yerellerdeki örgütlü bileşenlerin ruhuna ve ihtiyacına dokunacak girişimleri daha fazla önemsediğimizi belirtmek isteriz. Bu bağlamda buralarda daha işlevli ve etkili eylem birlikleriyle, itibarını ve prestijini kaybetmiş bu hareket tarzının daha kolay, yaygın inşa edilebileceğini düşünüyoruz. Bu mücadelenin ihtiyaçlarına daha fazla odaklanma koşulu anlamına gelmektedir. Enerjimizi, odağımızı ve yönelimimizi buna vermekten yanayız. Bu temelde belli hak talebi ve politik meselelerde tavır ve tutum almayı sağlayacak girişimleri örgütleme dışında, merkezi düzeyde yapılara-örgütlere-kurumlara ittifak, eylem birliği çağrısı yapmayı gerekli görmüyoruz. Bunun şu aşamada bir ihtiyacı karşılamaktan çok, ihtiyaçlar karşısında zayıflatan ve güven sorununu büyüten bir gerçekliği vardır. Ancak tarafımıza yapılacak bu türden çağrılara kapımızın kapalı olduğu anlamına gelmemelidir bu durum. Kendi eylem birliği politikamıza ve ele alışımıza zarar vermediği, onun önünü tıkamadığı sürece değerlendirme kapsamımızda olacaktır. Yerellerde ortak bir anlayış temelinde, en geniş kesimleri bir araya getirme, ortak hareket ruhunu yakalama meselesini merkezi eylem birliklerinden çok daha fazla önemsiyor, buna harcayacağımız enerjinin daha kıymetli olacağını düşünüyoruz.

Korona salgını ve emperyalizmin içine düştüğü bu krizli dönemde dayanışmayı, birliği ve mücadeleyi daha fazla keskinleştirmeyi amaçlayan demokratik-ilerici-devrimci güçlerin birleştirilmesine tüm yerel örgütlülüklerimiz daha fazla odaklanacaktır. Bunun gerçekleşmesi için eylem birliğinin ruhuna uygun, tüm ittifak güçlerimizi önemseyen ve ciddiye alan bir yaklaşım içinde olarak hareket edeceğiz. Bunu etkin kıldığımız noktada, süreci karşılamanın, ortaklaşarak mücadeleyi geliştirmenin olanakları dinamizm kazanacaktır.

3. Fiziksel mesafelenme, gönüllü karantina, evde kal gibi kavramların hegemonyası altında ezilen  emekçi  sınıflarla  buluşmak  için  pandemi  öncesi  yürüttüğünüz mücadele yöntemlerinde ve araçlardan farklı neler  geliştiriyorsunuz? Dönemin sınıf mücadelesi sizce hangi yöntemleri dayatıyor?

Aslında bu sürecin özgünlüğü olarak mücadele araçlarında biçimsel değişimler yaşanmıştır, yaşanmaktadır. “Sosyal medya”yı etkin kullanma adına “sosyal medya devrimciliği” ön plana çıksa da mücadelenin esası değişmemiştir. Devrim stratejimizin esası kitleleri örgütlemek, kitleleri Halk Savaşı etrafında harekete geçirmek ve bu sistemi yıkmaktır. Emperyalist kapitalist sistemin yaşadığı her krizin açığa çıkardığı her koşul ve döneme bu pencereden bakmak zorundayız. Yaklaşımımız bu olduğunda tartışmaya muhtaç olan kısım mevcut somut duruma uygun politika üretmek ve bu politikanın kitlelere ulaştırılmasında ve kitlelerin örgütlenmesinde mücadele araçlarının geliştirilmesi, değiştirilmesi olacaktır. Bugün sınıf mücadelesinin ana eksenini “evde kal” çağrılarına uyanlara göre değil (elbette ki bu kesimi de yadsımamak gerekir) bu çağrılara uyma şansı olmayan ve üretim içerisinde bulunan işçi sınıfı oluşturmak zorundadır. Çünkü hala fabrikalarda, atölyelerde, tarlalarda ve üretimin sürdürüldüğü her alanda çalışmak zorunda olan milyonlar vardır. Bunlar her sabah işçi servislerini, toplu taşımaları dolduranlardır. Doğal olarak da mücadeleyi, ajitasyon/propaganda çalışmasını tek yönlü, tek kesime dönük yapamayız. Çalışmalarımızı doğal olarak bu alanlardan mahrum bırakmadan, bu kesimin sorunlarına karşı tutumumuzu anlatarak ve çelişkilerinin daha keskin olduğunu bilerek konumlanacak, hareket edeceğiz. Sistemin yarattığı korku ve paniğe prim vermeden; salgının boyutunu ve etki düzeyini küçümsemeden; kitlelerin çelişkilerini keskinleştirmeye ve sisteme öfkesini bileylemeye odaklı her biçim ve yöntemle çalışmalarımızı zenginleştirme iradesi göstereceğiz. Kabul etmeyeceğimiz en önemli şey, sistemin bize çizdiği sınırlara, bizi mahkum etmeye çalıştığı koşullara, alanlarımızı daraltan ve bu eksende kendi kontrol ve denetimini sıkılaştıran yaklaşımına teslim olmayacağız. Onun tüm çelişkileri, iki yüzlü tedbirleri, kitlelerin canını ve sağlığını önemsemeyen yaklaşımları her araç ve yöntemle mücadele konumuz ve hedefimiz olacaktır.

Bir diğer mesele de bizler açısından açığa çıkan koşulların Yeni Demokratik Devrim mücadelesine nasıl kanalize edileceğidir. Partizan olarak pandemi ve sonrası yaşanacak olanların değerlendirilmesi ve hazırlığı bu bakış açısıyla yapılmaktadır.

Yaşanan kriz bizlere tam bir örgütsel hazırlık içinde olmayı dayatmaktadır. Özellikle oluşan bu tablonun devrimci mücadeleye ve özelde de kitlelerin şiddet araçlarıyla mücadeleye daha yatkın olacağı bir ideolojik-politik iklim yaratacaktır. Dünya ölçeğinde zayıf ve yetersiz olan komünist hareketin bu süreçte mücadele perspektifine ve mücadele araçlarına yönelik ilgi ve alakanın artacağını ön görebiliriz. Dünya ölçeğinde daha radikal devrimci mücadelelerin geliştirilmesine, bizim gibi ülkelerde ise Halk Savaşı’nın büyümesine hizmet edecektir. Komünistlerin savaş çizgisinin daha fazla yetkinleşmesine, karşılık bulmasına toplumsal koşullar ve çelişkiler uygun hale gelmektedir. Zira Halk Savaşı çizgisi sistemle ezilenler arasındaki tarihsel, politik çelişkinin çözümüne, sınıf karşıtlığının keskinleştirmesine dayalı bir savaş çizgisidir. Bunun geniş kitlelere anlatılması, propaganda edilmesi, sorunların çözümünde nasıl bir güç olacağı yaygın şekilde anlatacağız.

4. Emperyalist-kapitalizm kendini yeniden inşa  edebilir  mi?  Bu büyük kriz içerisinde sosyalizm ufukta mı? Bu “son kavga” mı? Devrimci siyaset açısından bu kriz içerisinde örgütünüzü neye hazırlıyorsunuz?

Emperyalist sistemin kendini yenileme koşullarının mevcut olup olmadığının yanıtı ancak emperyalizmin doğru kavranmasıyla verilebilir. Bu süreç sınıfsal perspektiften, sınıfların tarihsel yaklaşımından sorun karşısında ideolojik konumunu pekiştirme ya da test etme sürecidir. Emperyalist kapitalist sitem ve gerici sınıflar sistemlerinin kalıcı ve devamlı bir yapıya sahip olduğu idealizmiyle, kitlelerin yıkıcı ve yapıcı rolünü ve gücünü açık şekilde küçümsemektedir. Bu onların zayıf karnı durumundadır. Aynı zamanda Mao’nun deyimiyle “Kağıttan Kaplan” olma gerçeklikleridir. Proletarya ve onun örgütlenmiş öncü gücü olan komünist partisi de meseleye tarihsel perspektifinden ve proletaryanın sınıfsal çıkarlarından soruna karşı tutum almak zorundadır.

Kitlelerin hayat şartları, yaşam koşulları bugün düne göre daha fazla ağırlaşmış yarına göre ise daha aranır hale gelecektir. Yani kitleler için geleceğe yönelik umutlar kararmış durumdadır. Aynı durum kitlelerin düzenle olan çelişkileri içinde geçerlidir. Yani bugün düne göre çelişkileri daha keskindir yarına göre ise daha hafiftir. Var olan krizin işçi ve emekçi sınıflara işsizlik, yoksulluk, hakların tırpanlanması olarak geri döneceğinde herkes hem fikirdir. Bunun yanında sistemin yaşadığı ve daha da katlanarak büyüyecek politik-ekonomik krizi ezilen halk yığınlarında derin, köklü ve kapsamlı bir güvensizlik, sorgulama ve ciddi kopuşları ve yeni arayışları getirecektir. Mücadele istek ve azminin artacağı, sisteme olan öfkesinin derinleşeceği süreç yaşanmaktadır, yaşanmaya devam edecektir. Bu devrim için objektif şartların daha elverişli olması anlamına gelmektedir. Kitlelerin devrimci temelde çağrıya daha fazla kulak kabartması, değişim istek ve mücadelesine sempatisinin daha güçlü hale gelmesi durumu yaşanmaktadır. Her kopuş aynı zamanda başka bir bağlanma isteğine işarettir. Oluşacak kopuşta yaşanacak boşluğu hiç kuşkusuz sistem ve sitemin uzantıları alternatiflerle doldurmaya çalışacaktır. Zira egemenler için bırakılan her boşluk başlarına bela açılma potansiyelinin büyümesi demektir. Buna tüm güçleriyle karşı duracakları, tüm olanaklarıyla seferber olacakları, yeni temsilcilerle ve alternatiflerle sürece kendi lehlerine soluk katma çalışmaları eksik olmayacaktır. Sistemlerinin devamı için kitleler bir yandan faşist-feodal sopa, baskı araçlarıyla sindirilmeye diğer yandan şovenizm başta olmak üzere manipülasyona dayalı her türlü araçla kıskaç altına alınmaya çalışılacaktır. Özellikle Kürt düşmanlığının ve Kürt hareketine yönelik saldırıların bu süreçte kökleşmesi, derinleşmesi politikası ivme kaybetmeyecektir.

“Sosyalizm ufukta mıdır?” sorusuna, biz “devrimler daha fazla olanaklı mıdır?” sorusunu ekleyerek yanıtlamaya çalışalım. Bu sorulara çağımızın “emperyalizm ve proleter devrimler çağı” olduğu kavrayışımızın ve tutumumuzun inancıyla yaklaşmayı doğru buluyoruz. Yani dünde, bugünde yarında ezilen halk yığınları için devrim, politik iktidarı ele geçirmek büyük bir ihtiyaç ve daha da önemlisi tarihsel bir zorunluluktur. Emperyalist-kapitalist sistemin ekonomik-politik krizleri, kendi aralarındaki çelişkilerin büyüme eğilimi tüm dünyada işçi sınıfının, ezilen emekçilerin ve ulusların çelişkilerini derinleştirmekte ve büyütmektedir. Bu bir devrim dalgasının gelişmesini olgunlaştırmaktadır. Bu krizin bunu daha da olgunlaştıracağı görülmelidir. Bu bağlamda her ülkenin ve toplumun sosyal-ekonomik-siyasal çelişkilerine uygun olarak Yeni Demokratik Devrim ve sosyalizm mücadelesinin geliştirilmesi, büyütülmesi ve komünizme doğru sağlam adımlarla yürümesi için tarihsel koşullar uygundur.

Ancak  bu sorulara özel ve özgün durumda verilecek yanıtlar sınıf mücadelesinin mevcut akışının doğru kavranmasıyla olanaklıdır. Bu konuda belirleyici iki temel unsur vardır; birincisi, kitlelerin içinde bulunduğu durum; ikincisi ise başta komünist hareketler olmak üzere devrimci yapılanmaların durumudur. Bu her iki noktayı yadsıyarak devrim tartışması yürütülmesini doğru bulmuyoruz. Bu anlayışla sürece baktığımızda emperyalizmin ideolojik safhada geliştirdiği tasfiyecilik saldırısı bugün bir dizi devrimci hareketi kuşatmış, etkisi altına almış durumdadır. Bu durum proletaryanın çıkarları uğruna mücadelede bir dizi sapmanın, yol ayrımının yaşanmasını da beraberinde getirmiştir. Mevcut durumda emperyalizm tasfiye kuşatmasını sürdürecek ve bu konuda farklı söylemlerle karşımıza çıkacaktır. Devrimci hareketler bakımından temel sorunlardan biri budur. Bu gerçeklik kitlelerin pandemi sonrası açığa çıkacak hareketini önderlik sorununu ve komünistlerin görevini de belirlemektedir.

Bu kriz ve yarattığı çelişkiler sınıf mücadelesinde ciddi bir hareket yaratma potansiyeli taşımaktadır. Bu hareketin hangi biçime, ne düzeyde bir karşıtlığa, ne türden toplumsal patlamalara döneceğini kestirmek oldukça güçtür. Ancak lokal düzeyde ve geneli kapsayacak şekilde emperyalist kapitalist sistemin yarattığı sonuçlara yönelik kitlelerin daha talepkar ve daha radikal bir hareket tarzına yönelmesi durumu söz konusu olacaktır. Yaşanan kriz aynı zamanda stres, gerginlik üreten yaşamsal sorunlar ve yaşamsal ihtiyaçlardan mahrumiyeti de içermektedir. Sadece ekonomik yaşama değil, sosyal, sanatsal, sportif, eğitsel, kültürel, iletişim, dolaşım, dinlenme dahil her parçaya etki eden, krize sokan özelliklere sahiptir. Bu durumun yaratacağı ekonomik sorunlara ilave olarak insanın sosyal bir varlık olmasından gelen ihtiyaçlarına da ciddi sınırlamalar, mahrumiyet yaratmaktadır. Böylesi boyutlu çok yönlü bir krizin birikimi, yoğunlaşması söz konusudur. Bu durum kitlelerin öfke ve tepkisine yönelik çarpan etkisi yaratacak sınırlamalar olarak görülmelidir. Bunun sonuçları ise oldukça geniş bir toplumsal kesimin harekete geçme, reaksiyon geliştirme, değişim isteminde daha kararlı olma hali anlamına gelecektir.

Tam da bu süreçte böylesi büyük çaplı krizde proleter devrimci kimlik kuşanılmalıdır. Meseleye sadece itiraz eden, sonuçlarıyla uğraşan, iktidar perspektifinden koparan bir yaklaşımı değil askerileşmiş, “iktidarın namlunun ucunda” olduğu gerçeğine göre çelişkiler karşısında konumlanmış bir duruş ve tutum içinde olunmalıdır. Yaşam tarzımızı, sınırlanan koşulların aşılmasını, varolanı en üretken kılmayı, soruna diyalektik-tarihsel materyalizm perspektifinden bakarak çelişkilerin derinleşip keskinleştirilmesini sağlayacak militan bir duruş ve tutum geliştirilmelidir. Askeri-politik çizginin yaratıcı şekilde hayata geçmesinin zorlayıcısı, basitten karmaşığa uygulayıcısı olma yoluna girmeliyiz. Daha disiplinli ve yaşamını devrimci mücadeleye ve devrimin ihtiyaçlarına göre şekillendiren bir ideolojik gözden geçirme ve buna göre konumlanmanın hesaplaşmasını daha etkin hayata geçirelim. Örgütlülüklerin yaratıcı bir şekilde çalışmasını sağlamak, örgüt mekanizmasının işleyen bir makine gibi devam etmesini zorlamak bu süreçte edineceğimiz kültür, yetersizliklerimize vereceğimiz biçim olarak görülmelidir. Bu duruş dayatılana mahkum olmamak, ilkelerini ve varoluş biçimini en yaratıcı şekilde uygulama iddiasında olma meselesidir. Bu iddia unutulmamalıdır ki iktidara aday olan ve dünyayı zaptetmeye çalışan proletaryanın tarihsel tutumundan beslenen ideolojik bir besin olacaktır.”