[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Yazıyı dinle “]
Henüz 2012 yılındayken Erdoğan, Cumhuriyet’in 100. yılı olan 2023 için sürdürülebilir bir ekonomi ile kalkınma hedefinden bahsediyordu. Bilindik ajitasyonu bu kez 100. yıl “kutlamaları” yaklaşırken sundu. Hiç kuşkusuz 2012’li yıllarda yüksekten uçmak çok daha olanaklıydı. Ülkeye para girişinin görece iyi olduğu yıllarda bu paralarla kalkınma hayalleri kurdurmak mümkündü. Oysa bugün “kalkınma” ile ilgili hiçbir coşku yoktur. Aksine krizden kurtulmak için umut etmek dahi zordur. Erdoğan ve şurekâsı gene farklı kategoriler için ilk 20 ekonomi (insani gelişmişlik endeksinde), ilk 10 ekonomi (ekonomik büyüklük endeksinde) ve ilk 5 ekonomi içinde yer almayı sağlayacak ekonomik önlemlerden, kimsenin aklına gelmeyecek ya da kimsenin uygulayamayacağı ekonomi politikalarından söz etmektedir. Cumhuriyet tarihi boyunca bir küçük güruhun çıkarları için işleyen ekonominin “bir kalkınma ekonomisi”- ne dönüşmemesi ama sürekli olarak aynı iddiayla programlar hazırlanması ve aynı hedeflerden söz edilmesi çarkı kırık bir ekonomiden söz ettiğimizi deşifre eder gibidir!
Erdoğan’ın 100. yıl için yaptığı “iddialı” çıkıştan bugüne 2 kalkınma planı ve beraberinde birçok ekonomik ve politik yasa değişikliği gerçekleşti. Bunlarla bir istikrar sağlanamadığı gibi “Büyük Türkiye” iddialarının altı da boş kaldı. Bugün bir kez daha halk kitlelerini umutlandıracak ve emperyalist mali sermayeye bağımlı sermaye sınıfını memnun edecek yeni bir kalkınma planı gerek görüldü. Dünya’nın demografik, ekolojik ve stratejik olarak yeniden şekillenmesine karşın ülkemizin, küresel bir güç merkezi olması iddiasındaki 12. Kalkınma Programı yalnızca 2028 yılını içermekle kalmıyor, başlangıcı günümüz kabul edilen ileri 30 yılı da katarak 2053’ü hedefliyor. Son 20 yılda yatırım olarak adlandırılan 260 milyar dolarlık emperyalist mali sermayeyi referans göstererek TC’nin “yaşlanmadan zenginleşeceği” belirtilen bu program 2053 hedefi ile “Türkiye ekonomisinin satın alma paritesine göre uluslararası ilk 5 ekonomi arasında yer alacağı”, “insani gelişme endeksi sıralamasında ilk 20 ülke arasına gireceği”, “milli gelir bakımından Dünya ülkeleri arasında 7. sıraya yerleşeceği” belirtilmektedir. Yine program kapsamında hukuk ve adalet çerçevesinde ise hukukun üstünlüğü; demokrasi, temel hak ve hürriyetlerin güçlendirileceği iddiasındadır. Uzun vadeli stratejik plan olarak adlandırılan bu umut tacirliği gündemden hiç düşmeyen düzensiz göç planlamasını, sosyal atık olarak tanımlanan emeklilik bağlanma oranlarını ve özelleştirme programlarını içererek enflasyonu tek haneye indireceği vaadini vermektedir. Çünkü talebe yönelik teşvik adında parlatılan cümlelerle halk kitlelerini etkilemek amaçlanmıştır. Özünde üstünkörü görkemli laflar, hedeflenen kalkınma vaatleriyle de çelişmektedir: Sosyal yardım ödeneklerinin yoksullara daha ulaşılabilir olmasının hedeflenmesi yani yardıma muhtaç yoksulların varlığı ve 2028’de kişi başına 17 bin 554 dolar gelir düşeceği örneği gibi.
Teğet geçtiği birçok sorunun üzerine kendini konuşlandırarak “bağımsız” ve “bölgesel güç” söylemleriyle algıları yönetmeyi hedefleyen 12. Kalkınma Programı, umuda dönük planlarla ve “kalkınmacılık” adıyla kendini iktisadi bir zorunluluk olarak dayatmaktadır. Önünü göremeyen TC için hedeflenen önümüzdeki 5 yıllık dönem ve 30 yılın yol haritasını kapsayan bu program ancak bir yılı 88 gün süren Merkür’de bir nebze gerçekleşebilir! Serbest piyasacı neoliberal ekonomi modeli benimsenmese ve ekonominin dışa bağlılık öğeleriyle üretim yapısı dönüştürülse dahi bu 30 yıl çerçevesinde refah beklenemez çünkü TC’nin sanayii ve ihracatı ithal girdiye bağımlıdır. Örneğin 10. Kalkınma Planı’nda 25 alandaki dönüşüm projeleri içerisinde ithal girdiye bağımlı ekonomi modelinin reddi, özünde IMF politikalarına karşı IMF projeleri vardı ancak ne öngörüldü ne gerçekleşti? Mevcut üretim ilişkilerinde bağımlılık ilişkileri kaldırılıp bir durgunlaşma dönemi yaşama ihtimali bile tüm sorunların sonraki yıllara taşınması anlamına gelir. İthal girdi oranı en yüksek olan teknoloji alanında ithal girdiye ödenen yüksek orandaki dövizden bahsedilmemekte, sürekli olarak sürdürülebilir ve kapsayıcı büyümeden söz edilmektedir. Programda yer alan üretim ve dönüşüm teknolojileri alt başlıkları karbon ve su ayak izi hesaplamalarıyla sanayinin yeşil dönüşüme uyumu, uluslararası standartlara uyumluluğu gündemde tutulmaktadır. İncelendiğinde geçmiş kalkınma planlarındaki hedeflerden taviz verildiği görülmektedir ve günü kurtarmanın hedeflendiğini söylemek de bu programın niteliğiyle kesişmemektedir.
22 yıllık AKP iktidarı ve öncesine bakıldığında her kalkınma planının bir önceki vaatleri çürütmesi gerekir ama durum tam tersine istikrarlı bir beklentiyi göstermektedir. Hatta direkt olarak gelecek, götürücü olacağının haberini her dönem vermektedir. Örneğin Hazine ve Maliye Bakanlığı kalkınma planının hedefi birinci, 2024 yılı için 1 trilyon 46 milyar lirası faiz olan 1 trilyon 166 milyar lira, yaklaşık 2 trilyon 213 milyarlık borçlanmayı planlıyor ve plana kılıf olarak da oluşabilecek likidite riskinin azalması amacıyla güçlü nakit rezervi açıklaması yapılıyor. Ama öte yandan da aynı bütçe paketi içerisinde şirketlerden 2024 yılında 2,2 trilyon lira, 2025’te 2,7 trilyon lira, 2026 da ise 2,6 trilyon lira değerindeki vergilerin silineceği açıklanıyor. Dünya Bankası raporlarına göre yüksek enflasyon sıralamasında ilk 5’e giren TC’nin bu örnekle bile Dünya’da ilk 5 ekonomi arasında yer almayacağı kendini gösteriyor ancak amaç bunu kitlelere inandırıp inandırmamak değil geçmişin hesaplaşmasını geleceğe tutulan umutla bastırmaktır.
Nitelikli insan, güçlü aile, sağlıklı toplum; Yeşil ve Dijital dönüşümle rekabetçi üretim; istikrarlı büyüme, güçlü ekonomi; afetlere dirençli yaşam alanları, sürdürülebilir çevre ve adaleti esas alan demokratik yönetim şeklinde 5 ana başlıktan oluşan 5 yıllık kalkınma planı ne işçi ve köylülere ne gençlere ve çocuklara ne emekli ve yaşlılara ne yoksulluk ve kaygıya ne adil ve eşit bir yaşama ne eğitim ve sağlığa ne de ezilen inanç ve ulusların çıkarına hizmet etmektedir. Hedefi halk kitlelerinin hesap sorma bilincini engelleme amacıyla mevcut üretim ilişkilerinin sürdürülebilirliği yönündedir. Göçmen politikalarıyla “Türkiye’nin düzenli göçe ihtiyacı var.” denilerek emperyalist devletlerin ve kendi sermaye sınıflarının ucuz iş gücü talebini karşılamakta, aile politikalarıyla “yeni evleneceklere faizsiz kredi” vaadiyle kendine bağımlı aile modeli planları yapmaktadır. Savunma ve silah sanayiinde 2028 yılı ihracat hedefinin 11 milyar doları bulacağı, cirosunun da 26 milyar dolara ulaşarak halka istihdam olanağı sağlayacağı belirtilmektedir. Ancak İstanbul’un fethinin 600. yılı işaret edilerek gösterilen 2053 yılıyla Türk-İslam şovenizmi körüklenmekte, Kürt ve Alevilere karşı zorla asimilasyonun faşist baskı ve zulüm olarak geri döneceği sinyalleri verilmektedir. 2023’ün ilk 9 ayı itibarıyla 87,2 milyar dolar olan dış ticaret açığı kara bulut gibi ortada dururken, 6 Şubat depremzedeleri hâlâ konteyner ve çadırlarda kalırken “şehir estetiği kaybolmamış kentsel dönüşüm projeleri” kampanyalarıyla 2022’de kârını yüzde 400 artıran inşaat sektörünün kazancı hesaplanmaktadır. Yani iktisadi perspektifi yalnızca yoksulların aleyhi yönünde gelişen bu kalkınma programından da işçi sınıfının payına sadece mevcut yaşam koşullarının daha da ağırlaştırılmış hali çıkmaktadır. Fetih sözcükleriyle kitlelere devletin tarihin itici gücü olduğu özümsetilmekte, tüm gericiliklerinin destekçisi olması istenmektedir. Sürekli bir baskı örgütünün varlığıyla toplumu kendi ve emperyalist efendilerinin çıkarlarıyla yoksulluk altında inletenlerin, doymak bilmeyen iştahlarını ve yönetme beceriksizliğini perdeleme planlarıdır bu programlar. Tükettiğinin fazlasını üreten emekçilerin değişim yönünde direnme gücü hedeflenerek “Talep sizden karşılamak bizden” denilerek yeni filizlenecek mücadelelere tıkaç aranmaktadır. Dönemsel olarak seçim vaatleri ya da kalkındırma programları olarak gün yüzüne çıkan bu direnç kırıcı politikalar, emek karşıtı halk düşmanlarının ceplerindeki ganimetin kâr artışını istemektedir. Yeni isimlere bürünerek yenilenmesi ya da emek lehine iyileştirilmesi ise egemen sınıfların vereceği taviz ile değil, daha örgütlü ve bilinç yüklü mücadeleler ile gerçekleşecektir.