Koronavirüs salgını gündemi yerini hızla ABD’de George Floyd’un katledilmesiyle başlayan isyana bıraktı. Tüm dünyanın gündemi ABD emperyalizminde yaşanan ırkçılık ve buna karşı geniş kitlelerin dinmeyen öfkesi olmuştur. Günlerdir salgının en çok etkilediği ABD’de kitleler sokakları terk etmiyor, kitlesel eylemlerle hem emperyalist ABD’ye hem de salgına meydan okuyor. Tarihsel olarak “Beyaz Adam”ın kölecilik üzerine kurulu sisteminin tüm kalıntıları ile devam etmesi siyahilerin, Latinlerin, Kızılderililerin, Çinlilerin sistematik şekilde ırkçılığa maruz kalmasıyla devam ediyor. Buna karşı ise ABD’deki bu toplumsal kesimlerin özellikle de siyahilerin reaksiyonları bu ırkçılığa karşı hak ettiği düzeyde sert ancak sonuç üretmekten uzak bir örgütsüzlükle belli periyotlarla tekrarlanmaktadır. Bilhassa son otuz yıl içinde ABD’yi sarsacak ciddi kalkışmalar, toplumsal karşı duruşlar yaşanmıştır. Ancak bu hareketler politik ve ekonomik gerekçelere yaslansa da bir politik programa ve örgütlü bir yapıya sahip olmadığından “farkındalık” yaratmanın ötesine geçememektedir. Ancak dünya halklarından büyük sempati toplamakta, hareketin lümpen karakterine rağmen destek ve dayanışma oldukça güçlü olmaktadır. Bunun bir yanı emperyalist ABD’ye duyulan nefretken diğer yanı bu hareketlerin meşruluğu ve yıkıcı yapısıdır. ABD’de gelişen yıkıcı ve şiddete dayalı bu tür kalkışmaların topladığı sempati oldukça önemlidir. Emperyalist savaş makinası ve karşı-devrimci zorun en örgütlü gücü durumundaki ABD’de bu kalkışmaların dünya halklarına umut vermesi, güçlü olana karşı şiddetin meşruluğuna yönelik güçlü sempati olarak okunmalıdır.
George Floyd’un katledilmesiyle birlikte ortaya çıkan hareketin ve kalkışmanın önemli bir karakteri vardır ve oldukça anlamlıdır. Dünyayı kasıp kavuran adeta ölüm saçan ve korku iklimi yaratan koronavirüs salgınının merkezi durumundaki ABD’de tam da salgının yaygın olduğu koşullarda milyonların sokakları zapt etmesi hiçbir korku ve endişenin kitleleri zapt edemeyeceğini göstermiştir. Bir yandan salgının yayılacağı tehdidi diğer yandan Trump’ın asker ve ulusal muhafızları isyana karşı göreve çağırması kitlelerin hareketini durduramamıştır. Bu kitlelerin öfke ve tepkisinin ne boyutta güçlü, korku duvarını aşmaya ne kadar yakın olduğunu göstermiştir. İkinci nokta ise salgının halk sağlığını yok sayan, emekçilere ağır ekonomik faturalar çıkaran tablosunun sisteme yönelen karakteridir. Bir kıvılcım ABD’de anti-faşist, ilerici kitlelerin harekete geçmesini sağlamıştır. Kuşkusuz bu kalkışmanın ABD egemen güçlerinin bir bölüğü tarafından manipüle edilmesi, kendisine yedeklenmesi söz konusu olacaktır. Bu eksende hareket örgütlü bir yapıya bürünemeden, bir hedefe kilitlenemeden geri çekilebilecektir. Ancak içinden geçilen böylesi bir süreçte bu kalkışma dünya halklarının hafızasına cesaret ve umut olarak kazınacaktır da.
Bu kalkışmadan en fazla rahatsız olan ise her fırsatta ve durumda ezilenlerin şiddetini kınamaktan geri durmayan Türk egemenleri ve liberalleri olmuştur. “Haklılar ama şiddet olmamalıydı” diyen demokrasiyi AKP karşıtlığına demirleyen egemen sistemin liberalleri ile AKP yandaşı yalakaların her toplumsal harekette komplo teorisi arayan ve gelip kendilerini vuracağından korkan yaklaşımları ibretlik birer vesika olarak hafızalara kazınmıştır.
NORMALLEŞME KAVGASI MI? KAVGANIN NORMALİ Mİ?
Dünya çapında yaşanan ekonomik, politik kriz ve buna çarpan etkisi yaratan aynı zamanda sosyal bir krize neden olan koronavirüs salgınında tüm dünya “normalleşme”ye doğru adımlar atmaktadır. Normalleşme adımlarının yine “halk sağlığına” rağmen atıldığı, ezilenlere ve emekçilere yönelik saldırı paketleri ile hayata geçmesi söz konusudur. Dünyanın bu eğilimine ve yönelimine Türk hakim sınıfları da hızla ayak uydurmuştur. Salgına dair verileri kitlelerden gizleyen emperyalist-kapitalist sistem ve tüm uşak rejimlere faşist diktatörlükte dahildir. Salgın verilerinin bir bütün olarak ekonomik, sosyal yaşamı normalleştirme ölçülerine doğru koşar adım gitmesi, özellikle süreci “fırsata çevirmeye çalışma” hevesi, verilerin gizlenmesi gerçekliği ile bakıldığında meselede manipülasyonun boyutuna dair fikir vermektedir. Salgına karşı tedbirler tartışması ise AKP içindeki gerginliği ve manipülasyona dair tabloyu bize göstermektedir. Sağlık Bakanı 6-7 Haziran için sokağa çıkma yasağı olmayacağını ilan ederken, İçişleri Bakanı SS aynı gün sokağa çıkma tedbiri alındığını açıklamış biraz sonra ise Tayyip Erdoğan bu kararı kaldırmıştır. İçişleri Bakanı’nın ilk sokağa çıkma ilanında oluşan tablo sonrası istifasını vermesi ve Erdoğan’ın ret etmesinden sonra, SS’in bu defa “düzeltilmesi” alınan tedbirlerdeki çelişkili tablodan kaynaklı hem salgının ne boyutta olduğuna dair bir işaret hem de iç hesaplaşma ve mücadelenin tırmandığını göstermektedir. İçişleri Bakanı SS’nib gerillaya yönelik imha operasyonlarında valiliklerden ve jandarma genel komutanlığından rol çalarak “açıklamalar yapması”, şovenizme yaslanarak “başarı” karnesini doldurma çabası ise dikkatlerden kaçacak gibi değildir.
AKP-MHP faşist egemen bloğu bir yandan kendi iç dalaşını, ekonomik-politik krizi yönetmeye çalışırken diğer taraftan halk güçlerine saldırılarına ara vermemekte, diğer faşist klik Millet İttifakına ayar vermektedir. HDP’li Leyla Güven ve Musa Farisoğlu’nun kesinleşmiş cezaları olduğu gerekçesiyle vekillikleri düşürülmüş ve hapse atılmışlardır. CHP’li Enis Berberoğlu’nun vekilliği de aynı şekilde düşürülmüş ancak salgın riski gerekçesiyle ev hapsine çevrilmiştir. Leyla Güven de tutuklanmasının ardından kısa bir süre sonra tahliye edilmiştir. Faşist klikler arası mücadelede AKP-MHP bloğu, CHP kliğinin direncini düşürmek için Berberoğlu üzerinden açık mesaj vermektedir. HDP’ye yönelik saldırı ise Kürt hareketine yönelik her cepheden kuşatma, etkisiz kılma ve felç etme operasyonun bir parçası olarak görülmelidir. HDP’li belediyelere kayyum atamak, milletvekillerini hapse atmak faşist diktatörlüğün rutini olmuştur. HDP’nin “son vekil kalana kadar meclisi terk etmeyeceğiz” açıklamaları ile Kürt ulusunun legal haklarına yönelik bu aşağılamaların ve saldırıların durdurulamayacağı açıktır. Faşist diktatörlüğün, daha fazla pervasızlaşma, parlamentarizmle süründürme ve diyet ödetme operasyonu devam edecektir.
LİBYA, SURİYE, AKDENİZ VE EMPERYALİZME DAHA FAZLA UŞAKLIK!
Faşist diktatörlük, dış politikada ise dikkatlerini Suriye, Libya ve Akdeniz’de odaklamıştır. Libya’da Sarrac hükümetine verilen desteğin asker gönderme ile ileri noktaya taşınması ve Batı emperyalistlerinin bilhassa ABD’nin buna yönelik açık desteği ile Hafter’e karşı bir ilerleme kaydedilmiştir. Aslında kaydedilen ilerleme artık Libya’nın geri dönülmez şekilde bölünmesinin ilerletilmesidir. Her ne kadar şu aşamada Hafter, ABD’nin Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni frenlemesi ile gerileme yaşasa da Rusya, ABD ve AB emperyalistlerinin Libya hesapları ve çatışmaları buranın kolay durulmayacağını göstermektedir. Bu anlamda kaydedilen her yeni gelişme çözüm üreten değil bölünme, ayrışmayı ve çatışmaları daha fazla olgunlaştıran sonuçlar doğurmaktadır. 8 Haziran günü Erdoğan yaptığı açıklamada Rusya’nın Hafter’i desteklediği ve ABD ile yepyeni bir ilişki dönemine girebileceklerini ilan etmiştir. Türk hakim sınıfları Libya hamlesi ile ABD’den olur ve destek alan konuma gelmiş gözükmektedir. Aynı şey Suriye’de İdlib politikası için geçerlidir. Türk hakim sınıflarının ABD’nin desteğini almasında en önemli faktörlerden birisi de her an savaşa hazır olan konumlanışıdır. Bu bağlamda Suriye, Libya ve Akdeniz’de ateş çemberinin en çok içinde olan konumlanışla emperyalistler için en kullanışlı duruma gelmiştir.
Türk egemen sınıfları bu süreçte şovenist argümanlara kesintisiz şekilde ihtiyaç duymaktadır. Zira içerde ekonomik-politik krizi yönetmek için buna ihtiyaç duyarken dışarda askeri saldırganlık politikası için büyük bir ihtiyaç söz konusudur. Geniş kitleleri bir yandan sopa korkusuyla diğer yandan da şovenizm uyuşturucusu ile uyuşturma peşindedir. Kürt düşmanlığı, yedi düvelle kavga görüntüsü, dün var olan camilerin bile dolmadığı iddiasıyla “Ayasofya”nın açılmasını yadsıyıp bugün “inşallah açacağız” söylemi, gerillaya yönelik binlerce operasyondan sonuç alınan bir kaçının pohpohlanması vs. hepsi şovenizmi besleyip büyütmek için kullanılmaktadır.
Faşist diktatörlüğün tüm kuşatma, imha ve topyekün saldırılarına rağmen direniş, mücadele ve biat etmeme tutumu azımsanmayacak bir toplumsal kesim için geçerlidir. Bu kesimler henüz hareketli değildir. Örgütsüz ve dağınıktır. Ancak duyarsız, gözünü kapatmış ve kaderine razı gelmiş değildir. Öfke bileylenmekte, çelişkiler boyutlanmaktadır. Geniş kesimlerin mücadele arayışı ve yönelimi vardır. Tam da tepeden tırnağa ülkede ve bölgede silahla ve savaş aygıtlarıyla donanmış karşı-devrime karşı devrim cephesinden verilecek sese kulaklar kabartılmış, gözler yönelmiştir. Bu ortamda Halk Savaşçısı Hasan Ataş’ın (Şerzan) Dersim dağlarında silah elde faşizme meydan okuyan ölümsüzlüğü büyük bir öneme sahiptir. Ordusu olmayan bir halkın karşı-devrim karşısında zayıf, çaresiz olacağının bilincinde olan bir partinin neferi olarak ölümsüzlüğü kucakladı Şerzan. Tüm imha ve yok etme saldırısı altında Şerzan’ın ölümsüzleşmesi umudun sönmediğini göstermektedir. Karşı-devrimci zora karşı Halk Savaşı yolunda devrimci zorun vurgusu bir kez daha yapılmıştır. Faşizm yenilmelidir, yenilecektir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 11 Haziran 2020 tarihli 63. sayısından alınmıştır.