[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Yarı feodal yarı sömürge bir ülkede yaşıyoruz ve cinsiyet eşitsizliğini, kadınlara biçilen rolü, içinde bulunduğumuz toplumu ve toplum içerisindeki üretim ilişkilerini incelediğimizde kadının üretim süreci içerisinde yedek işgücü ve ikinci cins olarak görülmesini ve haklarından mahrum olduğunu net bir şekilde görmekteyiz. Kadınların yaşamları boyunca ezildiğini her türlü şiddet ve baskıya maruz kaldığını biliyoruz. Halihazırda çürümüş sistem içerisinde kadınların yaşadığı onlarca sorun varken deprem bölgelerinde yaşayan kadınların sorunları daha da arttı ve faşist devletin sadece egemen sınıfın çıkarlarını gözeterek adım attığını, halkın yararına hareket etmediğini tekrardan görmüş olduk. Bu çürümüş sistem içerisinde başta kadınlar olmak üzere ezilen kesimin bu düzen değişmedikçe insan gibi yaşama olanağı olmayacağını biliyoruz. Egemen sınıfların seçim süreci yaklaşırken sunulan vaatlerin şov amaçlı olduğunu ve aslında hiçbir karşılığı olmadığını bir kez daha görmüş olduk.
ERKEK EGEMEN ZİHNİYETİN KORUYUCUSU: DEVLET
Geçtiğimiz yıl kadınların toplumsal eşitsizliğinin artarak sürdüğünü kadın cinayetlerinden görebilmekteyiz. 2022 yılında 340 civarında kadın katledilirken 2023 yılında yalnızca 2 ayda 40 civarında kadın katledildi. Kadın cinayetlerinin yalnızca AKP iktidardayken yaşanmadığını, tarih boyunca çeşitli bahanelerle kadınların katledildiğini biliyoruz. Her yıl yüzlerce kadın katledilmesine rağmen bu konuda devletin kayıtsız kaldığı aşikârdır. Failleri cezasız bırakmasıyla veya göstermelik cezalarla bu erk zihniyeti dolaylı olarak kadınları katletmeye teşvik etmektedir. Türkiye’de her yıl yüzlerce kadın cinsel tacize, tecavüze maruz kalmaktadır. 2020 yılında yürütülen ve resmi verilere dayandığı anlaşılan bir çalışmaya göre Türkiye’de her 100 bin kadından 2’si cinsel taciz ve tecavüze maruz kalmaktadır (WPR 2020 Türkiye Raporu). İstatistiki veri olarak sunulsa da Türkiye gibi feodal kültürün hâkim olduğu ülkelerde bu verilerin gerçeği yansıttığı tartışmalıdır. 2018’de Avrupa Konseyi’nin yaptığı açıklamaya göre Türkiye’de tecavüzden hüküm giyenlerin sayısı 3 yılda 23 katına çıktı. Kadın cinayetlerinde olduğu gibi devletin kadınlara yönelik cinsel taciz ve tecavüzlerin önüne geçmek için bir şey yapmaması bu olayların giderek artmasına yol açmaktadır.
Erkek egemen sistemin kadınların yaşadığı sorunlara kayıtsız kalmasının yanında kadınların yaşadıkları sorunları ifade etmelerine bile en ufak tahammülü yoktur. Bunu 25 Kasım Uluslararası Kadına Şiddetle Mücadele Günü, 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü gibi kadın eylemlerindeki saldırılarla, engellemelerle kadınların demokratik haklarının gasp edilmesiyle görmekteyiz. Örneğin 25 Kasım günü her yıl binlerce kadın buluşurken devletin kadınların bir araya gelmesine olan tahammülsüzlüğü o kadar arttı ki geçtiğimiz yıl eylem alanını kuşatarak bir kadına dahi izin verilmedi, öyle ki o bölgede oturan bir kadına da geçiç izni verilmedi! Aynı şekilde 8 Mart günü kadınlar bir araya gelseler bile eylem anında veya sonrasında polis tacizine ve şiddetine maruz kalmaktadır. En basit örneği ile kadınların en temel haklarını içeren İstanbul Sözleşmesini toplumun aile yapısını bozacak bahanesiyle kabul etmeyerek devlet, kadın düşmanlığını ve kadınlara, LGBTİ+lara en ufak hak tanımayacağını göstermiştir.
EZİLEN CİNSİN KURTULUŞUNDA SEÇİMLER
Kadınların üretim süreci içerisinde yedek işgücü olarak görülmesi, feodal üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak küçük üretimin, özellikle de aile ekonomisinin yaygınlığı, kadının bu üretim içinde aileye, özellikle erkeğe bağımlılığı kadının ikinci cins olarak görülmesini ve haklarından mahrum olmasını açıklamaktadır. Kadınların evlenme, çalışma, eğitim, boşanma, miras, seçme ve seçilme gibi belli başlı hakları vardır. Görülebileceği gibi birçok hakkı vardır ancak bunları kullanma gücü, iradesi, olanağı genel olarak yoktur. Türkiye’de kadınların durumu yarı feodal toplumsal yapı koşullarını somutlaştırmaktadır. Örneğin seçme ve seçilme hakkının kadınların örgütlü mücadelesi bakımından özel bir anlamı vardır. Seçme ve seçilme hakkı ağır bedellerle dolu mücadeleleri gerektirmiştir. Buna rağmen halen gerçek anlamda kullanılamamaktadır. Bunda parlamenter sistemin burjuva demokrasisi ile sınırlı olmasının belirleyici bir rolü vardır. Dolayısıyla bu hak için “kazanılmış hak” tanımı gerçekçi değildir. Bu hakkın feodal toplumlardaki durumuna bakıldığında kadınların seçme hakkını ailenin “reisinin” isteği yönünde şekillendiği görülür. Seçilme hakkında ise durum çok daha trajiktir. Kadınların politikadaki varlığı feodal toplumun parçalanması olarak bir dekor süsü gibidir. Kadınların politikadaki varlığı bir burjuva sembolün feodal düzendeki süsü olmakla sınırlıdır. Birçok alanda olduğu gibi kadınlar bu alanda da burjuva feodal partilerin kendilerini pazarlama malzemesi olmakla sınırlıdır. Kadınların fiziksel varlığı siyasette kadının metalaştırılması olarak görülmektedir.
Seçim yaklaşırken Mecliste, sanal medyada paylaşılan videolarda ezilen kadınların hakları gündeme getirilmektedir. Bunların önde gelen isimlerinden bir tanesi TİP’li Sera Kadıgil’dir. Kadınların, LGBTİ+ların meclisteki sesi olacağını söyleyen S. Kadıgil, geçmişte olduğu gibi bugün de özünde kitleleri aldatmaktan başka bir işlev görmemektedir. Ezilenlerin haklarını savunmak, sorunlarını dile getirmek ve İstanbul Sözleşmesi gibi çözüm yolları değerliyken onların kurtuluşunu seçimlere endekslemek küçük burjuva aldatmacısından, ikiyüzlülüğünden başka bir şey değildir. Kadınların nihai kurtuluşu emeğin kurtuluşundan geçmektedir. Ezilen kadınlar ve LGBTİ+lar burjuva feodal düzene karşı örgütlenip iktidarı ele geçirmedikleri sürece bu düzenin paravanı parlamento ve seçimler onların kurtuluşunu sağlamayacaktır.
KADINLAR DEMOKRATİK HALK DEVRİMİYLE ÖZGÜRLEŞECEK
Kadınların kurtuluşunu seçime bağlamak, düzen içi partilerle toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin son bulacağına inanmak, kadınların tarih boyunca yarı feodal yarı sömürge toplumlarda üretim süreci içerisindeki konumlarının kavranmamasındandır. Kadınlar egemenlerin değil halkın safında örgütlenerek gerçek anlamda politika yapmış ve gerçek anlamda özgürleşmiş olacaklardır. Kurtuluş, yasalardaki bazı düzenlemeler, parlamentoda kadınların olması gibi ufak şeylerle değil bir bütün iktidarın alınmasıyla mümkündür. Burjuva feodal düzenin her gün yeniden ürettiği toplumsal cinsiyet eşitsizliğini düzenin kendi içerisinde değiştiremeyeceğimiz aşikârdır. Sorunlarımıza karşı reformlar gerçekleşse de en nihayetinde sorunun kökü kazınmış olmayacaktır. Bunun için düzen içi partilerle bu çürümüş sistemin değişmeyeceğini, kadınların özgür olamayacağını, tek kurtuluşun Demokratik Halk Devrimi’nde olduğu bilinciyle hareket etmeli ve bütün kadınları örgütlü mücadeleye çağırmalıyız.