Kadınların Kurtuluşu İçin Toplumsal Mücadele

Emekçi kadınların gerçek yaşamlarını incelemekte zayıf olduğumuzu söylemeliyiz. Yarı- feodal, yarı-sömürge bir ülkede cinsiyet eşitsizliğinin özgün yanlarının incelenmesi ve kavranması temel görevimiz olmalıyken buna pek de yoğunlaşmadığımızı kabul etmeliyiz. Gerçekliklerini kadınların yaşamında tanımak, anlamak ve değiştirmek incelemelerimizin temeli olmalıydı. Gerçeklerden bahsederken söylenenlerden öte ne yaptığımıza bakmak da öncelememiz gereken bir başka durumu ifade ediyor. İçinde bulunduğumuz toplumu incelemek, toplumdaki üretim ilişkileri konusunda derinleşmek, sınıfların durumunu tahlil ederek sınıflar mücadelesine hükmetmek, değişen olguları hızlıca çözümlemek ve güncel görevlerimizi bu değişmelere göre uygulamak henüz önemli eksikliklerimizdir. Hatta güncele uygun, “somut durumun somut tahlili”ne dayanan bir faaliyet yürütmemizi engelleyen bir niteliğe yol açmaktadır. İşçi ve emekçi kadınların gerçek sorunlarına yabancılık, bu sorunların ve kaynaklarının bilimsel temelde incelenmemesi bizi işçi ve emekçi kadınlardan uzaklaştırmaktadır. Çalışmalarımızdaki bu eksiklik temel bir sorundur ve devrimin temel gücü olan kadın kitlelerinin örgütlenmesini engelleyen bir zaaftır.

TÜRKİYE’DEKİ “KADIN SORUNUNUN” ÖZGÜNLÜĞÜ NASILDIR? 

Bu soru sorulmaksızın kadına dair sorunlar, kadın üzerindeki baskılar somut olarak kavranamaz. Genel söylemlerle üzerinde “herkesin” görünürde uzlaştığı politikalardan öteye gidilemez.

Yarı feodal Türkiye’de işçi ve emekçi kadınların sorunlarının derinliği ve feodal karakteri çözümün de niteliğini belirler. Genel tabloya baktığımızda kadınların feodal değerlerle iç içe yaşamları ve yaklaşımları anlaşılamamakta, bu durum işçi ve emekçi kadınlara güvensizlik geliştirmekte, karamsarlık üretmekte, başarısızlığa mahkûm hızlı çözüm arayışlarına sürüklemektedir. Diğer konularda olduğu gibi kadın özgürlük mücadelesi konusunda da ülkenin yarı-feodal, yarı-sömürge yapısı kavranamadığında dost ve düşman kuvvetleri ayırt edilememektedir. Kadının kurtuluş hareketinin meşakkatli, çetin bir siyasal iktidar mücadelesi içerisinde gelişeceğinin bilince çıkarılması görevlerimiz içerisinde yerini almalıdır.

TÜRKİYE’DE İŞÇİ VE KÖYLÜ KADINLARIN DURUMU

Kadınların durumunu anlamak için toplumsal üretim ilişkilerine ve bu üretim ilişkileri içerisindeki kadın konumlarına ve haklarına bakmak yararlı olacaktır. Kadınların üretim süreci içerisinde yedek işgücü olarak görülmesi, feodal üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak küçük üretimin, özellikle de aile ekonomisinin yaygınlığı, kadının bu üretim içinde aileye ve tabii erkeğe bağımlılığı kadının ikinci cins olarak görülmesini ve haklarından mahrum olmasını açıklamaktadır.

Kadınların belli başlı haklarına genel bir bakış ve daha sonra bunlar üzerinden yapılacak çalışmalar mücadelemizin temel özelliklerini anlamak için yerinde olacaktır.

1- Evlenme hakkı: Evlenme hakkının temeli kişinin evleneceği kişiyi seçmesidir. Oysa feodal üretim ilişkilerine bağlı olarak kadının evleneceği kişiyi ailenin, aile içinde de “reis” statüsündeki babanın belirlemesi yaygın bir işleyiştir. Kadının emeğinden ailenin yararlanmaya devam etmesi, mirasın “yabancıya gitmemesi” anlayışıyla yine yaygın olarak gerçekleşen akraba evlilikleri de feodal ilişkilerin ürünüdür. Kadın evleneceği kişiyi seçse de aile, yani baba izni olmadığında toplumda bu evlilikler meşru görülmemekte ve hatta ayıplanmaktadır. 

2- Çalışma hakkı: Kadınların çalışma hakkı, evlenme hakkında olduğu gibi elbette vardır burada incelenmesi, anlaşılması gereken çalışma hakkının feodal toplumlarda aldığı biçim ve yansıma olmalıdır. Kadınların çalışması “baba, koca, ağabey” gibi toplum tarafından kadın üzerinde her türlü tasarruf yetkisi olan erkeklerin iznine tabidir. Kastettiğimiz izin kadınların çalışmasına izin verme içeriğinden hangi işte çalışacağına kadar varmaktadır. Aynı zamanda çalışan işçi ve emekçi kadınların aldıkları ücretleri de bu “yetkililerin” kontrolündedir. Kadınların maaş kartlarının erkeklerde olduğu, aldıkları ücretleri nereye harcayacaklarına bu yapının karar verdiği bir toplumsal yapı ve haktan bahsetmek mümkündür. Çalışma hakkı kadının üretime katılımı ve ekonomik özgürlüğünü kazanması kadının özgürleşmesi, birey olarak kabul edilmesi noktasında en temel haktır. Bu hakkın tam kullanımı sağlanamamasının nedeni toprağa bağlı küçük üretimin hüküm sürmesi ve kadın başta olmak üzere ailenin tüm bireylerin bu ilişkiye bağımlı olmasından doğmaktadır. Kadının özgürce kendine çalışması gibi bir durum söz konusu değildir. Üretim içerisindeki her türlü durum bu yapıya bağlı olarak şekillenmektedir.  

3- Eğitim hakkı: Eğitimde kadınlar aleyhine çok yönlü eşitsizlikler söz konusudur. Bizimki gibi toplumlarda kadınların eğitim hakkının özellikle engellenmektedir. Eğitimde fırsat eşitsizliğinden, kadınların hangi dalda eğitim alacağına ailenin erkeklerinin karar vermesine kadar eğitim hakkı engellenen bir durumdadır. Cinsiyetçi eğitim politikası etkin şekilde hayata geçirilmekte olup kadınların belli dallarda okumasının makbul olduğu bunun sınırının da feodal erkek egemen toplum olduğu söylenmelidir. Kız çocuklarının okuldan kopartılarak ev ve tarla işlerine verilmesi, erken yaşta evlendirilmesi ve çocuk gelinler gerçekliği, tamamı bu hakkın diğer gasp edilen haklarla ilişkisi içerisinde gasp edilmesi ya da daha doğru ifadeyle zaten özgürce kullanılamadığı anlamına gelmektedir.    

4- Boşanma hakkı: Yasalarda boşanma hakkı tam olarak tanınmıştır. Ancak özellikle bizimki gibi toplumlarda yasalar kadınlar için de işçi ve emekçiler için de hiçbir zaman bir güvence olmamıştır. Kadınların boşanma hakkını kullanmaya kalkıştıkları hemen her örnekte erkek egemen anlayışla karşılaşırız. Türkiye’de boşanma hakkını kullanmak isteyen kadınların katledilmeleri, şiddete maruz kalmaları, çok yönlü toplumsal baskı ve önyargı ile karşı karşıya kalmaları feodal toplum gerçekliğinin yansımasıdır. Boşanma hakkı kadının özgür iradesine bağlı gerçekleşmemektedir; yine feodal aile ilişkilerinde varlığını sürdüren törelere göre gerçekleşmektedir. Boşanmış kadınların “baba evine” dönmek zorunda olması, boşandıktan sonra bile başka bir kişi ile birlikte olmasının yasaklanması, “çocuklarının anası”, “dul kadın” gibi şifrelerle kadınların yaşamlarının sınırlandırılması toplumun kadına dayattığı cinsiyet rollerine işaret eder.

5- Kürtaj hakkı: Doğurma kararında kadının sözünün baskı altında olması da yaygın bir özelliktir. Bu “hak” yaşamda ailelerin rızasıyla gerçekleşebilmektedir. Kadının çocuğun bakımı ve yetişmesi dışında söz hakkının olmamaktadır. Kapitalizmin geliştiği, dolayısıyla kadının toplumsal yaşama, özellikle de çalışma hayatına bireysel temelde daha fazla katıldığı ülkelerde bile kürtaj devletler tarafından yasaklanabilmektedir. Bizimki gibi ülkelerde bu hakkın kullanımı özel olarak aile tarafından kontrol altında tutulurken devletin ucuz işgücüne ihtiyaç duyduğu süreçlere, nüfus kontrolü politikalarına bağlı olarak biçimlenebilmektedir. Yasalar da buna göre düzenlenmektedir.

6- Miras hakkı: Özel mülkiyete dayalı her toplumda miras hakkı çok önemli bir konudur. Kadının miras hakkı onun insan olarak kabul edilmesinde mülkiyet ilişkileri içerisindeki konumuna dair çok önemli bir anlam taşımaktadır. Yine yasada ne yazarsa yazsın toplumumuzda kadınların miras hakkı yok denecek durumdadır. Kadınların mirası erkek kardeşlerinin hakkı olarak kavraması mirastan hak talep etmemesi gelişen toplumsal yapıya bağlı olarak çeşitli değişiklikler gelişimler ve bilinç oluştursa da hâkim anlayış kadının “miras hakkı”nın olmadığı, olsa da erkekle eşit olamayacağı yönündedir.

7- Evden çıkma hakkı: Her ne kadar kadınların özgürce dışarıya çıkma hakkı olduğu düşünülse de kadınların sokağa çıkması erkeğin, ailenin iznine tabi tutulduğu, nereye gideceğinden saat kaçta döneceğine kadar tamamının bu yapı tarafından belirlendiği görülecektir.

8- Seçme ve seçilme hakkı: Kadınların örgütlü mücadelesi bakımından bu hakkın özel bir anlamı vardır. Seçme ve seçilme hakkı ağır bedellerle dolu mücadeleleri gerektirmiştir. Buna rağmen halen gerçek anlamda kullanılamamaktadır. Bunda parlamenter sistemin burjuva demokrasisi ile sınırlı olmasının belirleyici bir rolü vardır. Dolayısıyla bu hak için “kazanılmış hak” tanımı gerçekçi değildir. Hakkın feodal toplumlardaki durumuna bakıldığında ise kadınların seçme hakkını ailenin “reisinin” takdir ettiği yönde kullandıkları görülür. Seçilme hakkında ise durum çok daha trajiktir. Kadınların politikadaki varlığı feodal toplumun parçalanması olarak bir dekor süsü gibidir. Kadınların politikadaki varlığı bir burjuva sembolün feodal düzendeki süsü olmakla sınırlıdır. Birçok alanda olduğu gibi kadınlar bu alanda da burjuva-feodal partilerin kendilerini pazarlama malzemesi olmaktan ibarettir. Kadınların fiziksel varlığı siyasette kadının metalaştırılması olarak görülmektedir.

9- Giyinme özgürlüğü: Kadınların ne giyeceğine özgürce karar vermesi toplumsal yapının niteliğini ele veren bir özelliktir. Geleneksel kadın tipine uymayan giyim tarzlarının baskıya uğraması, kadının giyinme aşamasında da belli değer yargılarına uymak zorunda olması bir olgudur. Bu sınırların aşılması üretim ilişkilerinin gelişimine, kadınların ekonomik bağımsızlığına bağlı olarak ilerlemektedir. Bizimki gibi ülkelerde kadın kıyafetlerinin tacize, tecavüze konu olması feodal kalıntıların kadın üzerindeki baskı politikalarının bir başka göstergesidir.

10- Kendisine yönelik şiddete karşı kadının direnme hakkı: Maruz kaldıkları her şiddet olayında kadınların bu şiddete direnme ve bununla mücadele etme haklarının tartışma konusu yapıldığı bir toplumsal yapı ile karşı karşıyayız. Kadınların kendilerini savunmak için uyguladıkları her karşı şiddet olayında erkek egemen anlayışın hâkim olduğu tüm kurumlarda kadınların aleyhine büyük bir seferberlik geliştirildiği, kadınların en ağır cezalarla cezalandırıldığı görülecektir. Çünkü feodalizmin kadınlar üzerindeki en temel yansıması şiddetin erkeğin tekelinde, kadına karşı uygulanması, şiddetin bir erkeklik görevi sayılmasıdır. Bizimki gibi ülkelerde kadına yönelik şiddetin yaygınlığı ve niteliği kadınların erkeğin malı olarak kabul edildiğini göstermektedir. Kadının insan olarak tanınmadığı, bu anlamda kadın köleliğinin feodal yapı içinde sürdüğü görülecektir. Kadının erkeğin kölesi olarak görülmesi erkeğin kadına karşı şiddet eyleminin meşruluğu olarak yansımaktadır. Yine kadının şiddete karşı şiddet eyleminin toplum tarafından kabul edilemez bir olgu olarak görülmesi cinsiyet eşitsizliğinin geleneksel cinsiyet rollerinin feodal toplumlardaki özgünlüğü içinde anlaşılmalıdır. Kadına yönelik şiddette karşı mücadeleye bu kavrayış eklenmelidir.  

11- “Kaynana”, “Kayınbaba”, “gelin”, “yenge”, “görümce” gibi feodal toplum yansımaları ve ilişki biçimleri işçi ve köylü kadınları baş belası bir nitelikte etkilemeye, yaşamları üzerindeki söz haklarının gasp etmeye devam etmektedir. Bir masal anlatımı gibi anlaşılacak üretim ilişkilerine dayanan geri ilişkiler, daha ileri bir toplumsal ilişki ile iç içe kadınların yaşamlarında derin çelişkiler üretmeyi sürdürmektedir. Bizimki gibi feodal üretim ilişkilerinin tasfiye edilmediği ve kapitalist üretim ilişkileri ile feodal üretim ilişkilerinin varlıklarını karmaşık ve iç içe sürdürdüğü bir toplumda kadınların çelişkileri de karmaşık bir nitelik kazanmakta, birçok burjuva hak tam olarak gerçekleştirilememektedir. Yani birçok hak vardır ancak bunları kullanma gücü, iradesi, olanağı genel olarak yoktur. Bu çarpık durum kadınların yaşamını etkilemeye devam etmektedir. Bilinir ki gerçek anlamda kullanılmayan hak var değildir. Türkiye’de kadınların durumu yarı-feodal toplumsal yapı koşullarını somutlaştırmaktadır.

PEKİ MÜCADELE BU ZEMİNDE NASIL BİR NİTELİK TAŞIMALIDIR?

Kadınların çok çeşitli ve karmaşık sorunları siyasal iktidar mücadelesinin bir parçası olarak ele alınmadığında, kadınların erkeklerle gerçek hak eşitliğine bu mücadele içinde kavuşacağı kavranmadığında mücadele doğru bir çizgiye oturmayacaktır. Kadınların kurtuluşu uzun süreli bir savaşa koşulludur. Aksi bir mücadele ile işçi ve emekçi kadınların gerçek kurtuluşu gelmeyecektir. Değinmemiz gereken bir başka nokta ise milyonlarca işçi ve emekçi kadının gerçek sorunlarının ve bu sorunlara kaynaklık eden yapının esas halka olarak kavranmasından öte işçi, emekçi kadınların yaşamlarından uzak bir mücadele hattının yegâne yol olarak sunulmasıdır. Sınırlı da olsa geceleri ve sokakları kullanabilen kadınların sorunlarına yani küçük burjuva sınıfların sorunlarına yoğunlaşılırken, sokağa çıkması, “erkeği” yokken kapısını açması dahi yasak olan işçi ve emekçi kadınların yaşamlarına uygun bir mücadele perspektifiyle siyasal çalışmaya ağırlık vermeyi gerekmektedir. Bu burjuva sınıf kökenli kadınların sorunlarının küçümsenmesi ya da önemsenmemesi değil, ancak sınıf perspektifli kadın çalışmalarıyla kadın üzerindeki tüm erkek egemenliğinin alt edilebileceği anlayışıdır. Yani devrimimizin temel gücü olan işçi ve köylü kadınların gerçek sorunları etrafında, kadınların özgürlükleri ve aynı zamanda hakları için devrimci çizgide örgütlenmeleri ve proleter devrimcilerin buna önderlik etmesi anlayışı olmadan kadınlar için tam ve sürekli bir kurtuluşun olanaksılığı fikridir. Bu eksende devrimci işçi ve emekçi kadın hareketinin yaratılması gerekmektedir. Tüm bunlar iktidar mücadelesi ekseninde gelişmeli, kadınlar bu iktidar mücadelesinin özneleri olarak konumlanmalıdır.