Tüm toplumlarda ve bugün yaşamın her alanında kadına yönelik şiddetin varlığından bahsedip duruyoruz. Bu şiddetin kökenlerinden başlatılan tartışmalar da şiddetin aldığı biçimleri içine alacak şekilde ilerletilmeye devam ediyor. Tartışmalara kaynaklık eden olguları ise belli başlı sorular oluşturuyor. Bu sorular şunlardır: Kadına yönelik şiddetin kaynağı nedir? Erkekler neden şiddet uygulamaktadır? Kadın cinsinin tarihsel olarak ikinci plana itilmesinde şiddetin rolü nedir? Bütün bu soruların yanıtlarına baktığımızda ise incelenmeye muhtaç bir tablo ile karşılaşıyoruz. Bunun için bütün bu soruların yanı sıra bugün sorulmaya ihtiyaç duyulan birkaç soruyu da biz eklemek istiyoruz. Kadına yönelik şiddetin tarihsel kökleri konusunda elimizdeki bilgiler nelerdir? Bu bilgiler bilimsel midir? Değilse neden bilimsel değildir? Kadına yönelik şiddet konusunda parçalı duran çok sayıda veri nasıl incelenmelidir? Bu soruları sormak zorundayız çünkü kadına yönelik şiddetin kökenleri konusunda bilimsel bilgiye dayanmayan çok sayıda görüş tek doğru olarak sunulmakta, kadın kurtuluş mücadelesine yön vermeye çalışmaktadır. Kısaca konumuza hangi sorularla başladığımızı ifade ettikten sonra bu konuyu tartışmaya neden ihtiyaç duyduğumuzu da açıklayalım. Tartışmamızın anlaşılması açısından hangi ihtiyacın ürünü olduğunu açıklamak faydalı olacaktır.
Kadına yönelik şiddetin tüm toplumlarda olduğunu, bugün de sistematik bir biçimde devam ettiğini ve aynı zamanda kadın hareketinin bu şiddeti durdurmak için çok çeşitli mücadele yöntemleri geliştirdiği biliniyor. Kitlesel kadın eylemlerinden, tekil öz savunma yöntemlerine, devletleri uluslararası sözleşme yapmaya zorlamaktan yasaları uygulamaya zorlamaya, halka sunulan çok çeşitli taahhütlerinin yerine getirilmesi için mücadeleden cezaların ağırlaştırılmasına, koruyucu tedbirlerin geliştirilmesinden caydırıcı cezaların artırılmasına, kadınların tekil erkekleri tüm kamuoyuna teşhir ve ifşa pratiklerinden erkeklerin kitle önünde şiddetle cezalandırılmasına, kadınları bilinçlendirme çalışmalarından erkeklerin eğitimi tartışmalarına kadar sıralamakla bitirilemeyecek çeşitlilikte mücadele yolu ve yöntemi deneniyor. Bu deneyimler olumlu ve olumsuz yönleriyle kadınları gerçek kurtuluşa götürecek önemli dersler içeriyor.
Biz cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadelede edinilen deneyimlerin neredeyse tamamında sorunun kaynağına ilişkin birçok yanlış anlayış olduğunu ve geliştiğini görüyoruz. Yanlış anlayışlara karşı ideolojik mücadelenin asla aksatılmaması gerektiğine inanıyoruz. Bu sebeple kadına yönelik şiddetin kaynağını, sorunun niteliğini ortaya koymak açısından inceliyor ve yanlış anlayışlarla mücadele kapsamında irdeliyoruz. Çünkü yanlış anlayışların temelinde yatan eksiklik sorunun kaynağının doğru tespit edilememesidir. Örneğin, kadın hareketi çok kitlesel, yer yer çok “militan” bir hatta otursa da gerçek anlamda sonuç alınamadığı görülmektedir. Bunun nedenini, sorunun kaynağını doğru kavrayamamaktan doğan düşmanını doğru tespit edememe ve düşman gerçekliğine uygun mücadele stratejisi belirleyememe olarak koyuyoruz.
Bu mücadeleler neden yeteri kadar sonuç vermemektedir? Ya sorunun kapsamı mücadelenin niteliğinden çok daha büyüktür ya da kadına yönelik şiddet sorunu “çözülemez” bir çelişkidir. Kadına yönelik şiddet ortadan kaldırılacak nitelikte bir çelişki ise “bunca” direniş neden sonuç vermemektedir, sorusunun yanıtlarını arıyoruz. Sorunun niteliğini ortaya koyarken de çözülebilir olduğunu ve nasıl çözülebileceğini açıklamaya çalışacağız. Aynı zamanda kadına yönelik şiddetin niteliği doğru kavranmadığı için çok “ciddi” mücadeleler veren anlayışların aslında kadına yönelik şiddeti nasıl “çözülemez” bir sorun olarak kavradıklarını da ortaya koyacağız. Yani kadına yönelik şiddetin kökenlerini ortaya koyarken en çok ihmal edilen kadın kurtuluşunun; proletaryanın ve insanlığın kurtuluşu ile bağlarını tartışmayı hedefliyoruz.
KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN KÖKENLERİNİ TARİHSEL DİYALEKTİK MATERYALİST YÖNTEMLE İNCELEYELİM!
Bilindiği gibi kadına yönelik şiddetin kökenlerine ilişkin yapılan araştırma ve incelemelerin ağırlıklı çoğunluğunda ‘erkeklik’ ve ‘kadınlık’ olguları tarif edilmekte; şiddet eğilimli olmanın erkek olmakla doğuştan, biyolojik, genetik vb. olduğu sonucu üzerinden değerlendirmeler yapılmaktadır. Peki bu doğru mudur; bu gibi belirlemeleri doğru kabul etmek kadın kurtuluş mücadelesinde ne gibi sonuçlara yol açmaktadır? Ayrıca gerçek bilgiye nasıl ulaşılacaktır?
Doğru bilgiye ulaşmada ele alınması gereken ilk olgu yöntem sorunudur. Yanlış anlayışların gelişmesi yanlış yönteme dayanmaktadır. Herhangi bir olgunun incelenmesinin hangi yöntemle yapıldığı bilimsel bilgiye ulaşmada temel kıstastır. Doğru yöntemle incelenmeyen hiçbir “şey”den gerçek bilimsel bilgiye ulaşılamayacağı ise kesindir. Bilgiye ulaşmada tüm türev “açılımlarına” rağmen iki yöntem bulunmaktadır bu yöntemler iki ayrı dünya görüşüne dayanmaktadır. İki dünya görüşü iki karşıt sınıfın dünya görüşünü temsil etmektedir. Birinci yöntem metafizik yöntemdir. Metafizik yöntem şeyleri tarihsel ve toplumsal hareketleri içinde değil tarihsel ve toplumsal hareketinden bağımsız ‘düşünceye’ dayalı, ruhani bir olgu olarak ele alıp “incelemektedir”. İkinci yöntem ise tarihsel diyalektik materyalist yöntemdir. Tarihsel diyalektik materyalist yöntem şeyleri tarihsel ve toplumsal hareketi içinde inceleyerek somut durumunun somut tahliline varmaktadır. Başka bir deyişle maddenin hareketini incelemektedir.
Hüküm süren kimi anlayışlar üzerinden yöntem konusunu sınırlı da olsa açmak faydalı olacaktır. Çokça kabul gören dikkat çekici yanlış anlayışlar şöyledir: “Kadın doğası gereği barışçıldır, kadınlar şiddet karşıtıdır, anasoylu dönemde şiddet yoktur uzlaşma vardır, erkek doğası gereği iktidar düşkünüdür, şiddet yanlısıdır vb.” Bunlar çoğaltılabilir. Bu bilgiler doğru mudur? Kadını ve erkeği toplumsal ve tarihsel koşulları içinde incelemeyen, insanın gelişiminin bir hareketi olduğunu kavramayan, kadının ve erkeğin ve bir bütün yaşamın ilk ortaya çıkışı ve gelişiminin ana öncüllerini belirleyemeyen, o günden bu yana hep aynı varlıklarıyla bulunduğu anlayışına dayanarak sunulan bu bilgiler gerçeği yansıtmakta mıdır?
Görülmektedir ki konuya kadının ve erkeğin “doğası” denilerek kişide doğuştan var olduğu düşünülen kadın ve erkek kimlikleriyle başlanmaktadır. Bu “doğa” denilen kavramın içi, kadının ve erkeğin “yapan” edimler olduğu görüşü ile doldurulmaya çalışılmaktadır. Bu edimlerin olumlu anlamda kullanılanları kadına, olumsuz anlamda kullanılanları ise erkeğe bahşedilerek kadın ve erkek doğası tarif edilmektedir. Emekçilik, sevgi doluluk, barış yanlılık vb. kadına atfedilirken savaş düşkünlüğü, bencillik, egoistlik ve narsistliğin erkeğin kimliğinde olduğu savunulmaktadır. Kadına yönelik erkeğin şiddeti, kendi doğasından gelen içgüdüsel bir eylem olarak tarif edilmeye çalışılmakta, kadın ve erkek içinde yaşadıkları toplumsal ilişkilerden yani üretim ilişkilerinden koparılmakta, içinde yaşanılan sitemden bağımsız değerlendirilerek kadına yönelik şiddetin kökeni tekil erkeğin vandallığına bağlanmaktadır. Daha ileriye gidersek erkeğin vandallığının kökeni de vahiy yoluyla indirilmiş olgularda aranmaktadır. İşte böylesi anlayışlara metafizik yöntemle yapılan “inceleme”ler yol açmaktadır.
Metafizik yöntemin, insanın ilk andan itibaren bugünkü gibi var olduğundan yola çıkarak olguları açıklamaya çalıştığını söylemiştik. Örneğin; metafizik “şefkat” kavramının bir hareketi olduğunu kabul etmez, insanın üretim ilişkileri içinde gelişen hareketinin sonucu olan bilince bağlı olarak gelişim gösterdiğini anlayamaz, açıklayamaz. Şiddet, şiddet karşıtlığı ya da şiddet yanlılığı gibi olguların da yine bu hareketin bir ürünü ve gelişimi olduğu sonucuna varamaz. Bu sebeple de kadın ya da erkek herhangi bir cinsin başından itibaren bu edimlerin ya sahibi ya da sahibi olmadığı şeklinde tanımlar getirir. Bu sebeple de kadına yönelik şiddeti, tekil erkeğin bireysel eylemi olarak anlamakta, verili koşullarda kadını ve erkeği var olan toplumsal koşullara hapseden sistem olgusu anlaşılamamaktadır. Bu durumda da kadın mücadelesi bu kısır döngünün etrafında dolanıp durmaktadır. Ayrıca gerçek düşman kimdir sorusuna bilimsel bir yanıt verilememektedir.
Tarihsel diyalektik materyalist yöntem ise bütün bu edimlerin oluşum sürecini, insanın kimliğini, toplumların hangi gelişim yasalarına dayandığını açıklamaktadır. Bugün insanlığın edimleri haline gelen olguların bütün insanlığın malı olmakla birlikte üretim ilişkileri içerisinde gelişen eylemlerinden ileri geldiğini belirtir. Bu eylemlerden doğan deneyimlerin algısal bilgiden kavramsal bilgiye, daha yetkin bir bilinçle ilerleyen yeni eylemlerinin yeni bilgiye ve daha üst düzeyde başka bir bilince doğru ilerleyişinin bir ürünü olduğunu açıklar. Özetle elimizdeki yöntem ya bizi doğru bilgiye götürmektedir ya da doğru bilginin karartılmasına, tahrif edilmesine… Nihayetinde her koşulda elde edilen bilginin bir sınıfın çıkarına göre dizayn edilen bir dünya görüşüne hizmet ettiği açığa çıkmaktadır.
Devam edecek…