<li>[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Türkiye’de cinsiyet eşitsizliğine dayalı mücadeleyi incelediğimizde toplumsal mücadelenin gelişimine paralel bir ilerleme olduğunu görüyoruz. Sendikal mücadele, kadın mücadelesi, gençlik mücadelesi, Kürt Ulusal Mücadelesi, Alevilerin mücadelesi, çevre mücadelesi gibi birçok toplumsal mücadele alanı birbiriyle etkileşim halindedir. Kimi zaman koşulların etkisiyle biri daha hızlı büyüse de bir alandaki büyüme diğer alanları etkilemektedir. Ne yazık ki bir alandaki hızlı büyümeye neden olan “koşullar” genellikle içeriden bir müdahaleyle, bir bilinçli özne hareketiyle oluşmamaktadır. Bir tepki üzerine ortaya çıkan hareketliliğe yön verme çabaları da genellikle başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Devrimci ve demokratik her hareketin doğru bir çizgide, doğru bir anlayışla topluma mal olacak biçimde gelişememesi sorunu kadın hareketi için de geçerlidir.
GERİLEMEYE MAHKÛM OLMAK
Bir duruma karşı gelişen hareket o durumdan hoşnut olmayan herkesi kapsayabilir. Örneğin kayyım sorunu Kürt Ulusal Mücadelesinden zamanla öğrenci gençliğe, dernek oluşumlarına kadar genişçe bir alanın sorunu haline gelmiştir. Bu basit ve lokal bir kayyım sorunu olarak görünse de bunun aslında bir demokrasi sorunu olduğu açıktır ve demokrasiye ihtiyaç duyan herkes için bu bir temel sorun haline getirilebilir. Demokrasi sorunu ise bilindiği ve defalarca deneyimlendiği gibi ülkemizde bir devrim sorunudur. Fakat burada indirgendiği yerde kalan, özüne yabancı bir soruna karşı oluşan tepki ağının da buna paralel daraldığını görüyoruz. Geniş yığınları kapsayan bu sorun, yansımasında anlaşılmıyor.
Son 10 yıl içinde gelişen kadın ve LGBTİ+ hareketinin bu süreçte gerilemeye başladığı bir gerçek. Bir önceki sayımızda LGBTİ+ hareketine dair kimi çıkarımlarda bulunmuştuk ve gerilemenin mevcut durumda anlaşılabilir olduğunu belirtmiştik. (Bkz. Örgütlenmekte Direnenler Kaybetmeyecek) Kadın hareketi bu denli bir gerileme içinde değildir. Hem köklü, deneyimli bir hareket olmasından hem de ilgilendiği sorunun yani cins çelişkisinin geniş yığınları etkilemesinden kaynaklı varlığını muhafaza etmeyi başarabiliyor.
Kıyaslama yaparsak daha anlaşılır olacaktır: Kadın hareketi cins çelişkisini ele alırken LGBTİ+ hareketinden daha farklı politikalar belirliyor ve örgütlüyor. Yani Türkiye’de proleter olmasa da kadın hareketi ülkemizin özgün koşullarından kaynaklı çoğunlukla sınıf çelişkilerinin bir sonucu olan gerçeklerden kaçamıyor, niyet ne olursa olsun yer yer sınıf çelişkilerini de ele alarak hareket ediyor. (Bunun bir etkeni de devrimci kadınların hâlâ kadın hareketinde barınabiliyor olmasıdır.)
Fakat bu, hareketin büyümesini sağlıyor mu sorusunun yanıtı “hayır”dır. Burada da gerilemeye mahkûm bir hareket karşımıza çıkıyor. Mahkûmiyet kendini sınırladığı yerde başlıyor aslında. Sorunların tek muhatabı olarak kendini görmek ve bazı sorunları kendine ait görmenin getirdiği bir sınırdan bahsediyoruz. Hâlbuki kadının kurtuluşu sorunu en geniş yığınların, halkın sorunudur. Ne zaman halka sorun kavratılmaya başlanırsa o zaman hareket büyümeye başlar. Gezi İsyanı’yla büyüyen ezilen cins mücadelesi bu yüzden tesadüf değildir. Devrimden çıkarı olanlar o süreçte devrimin sorunlarını daha berrak bir biçimde kavramaya başladı ve buna uygun davranmaya çalıştılar. Birçok kişi örgütlenme arayışına girerken devrimin yolu ve yöntemine ilişkin tartışmalar gelişti. Eylemde olma fikri oluşan kitleler bu arayışla birçok refleks gösterdi. Akabinde zayıflamaya devam eden devrimci-demokrat yapılar bu süreci göğüsleyemedi. Kadın mücadelesinin zayıflaması da devrimci mücadelenin zayıflamasına paralel bir şekilde sürdü. Kendiliğinden ortaya çıkan öfke birikimlerini süreklileştiremediğimiz bir gerçek.
KİTLELERE MAL EDELİM
Kadın mücadelesinin gelişimini görmezden gelmiyoruz. Sınıf mücadelesi içinde kadının kurtuluşu sorununa yönelirken bunun geliştirilmesinin yol ve yöntemlerini aramaya devam ediyoruz. Bununla beraber elbette bizim diğer kadın hareketlerinden öğrendiğimiz olumlu deneyimler mevcuttur. Eşit işe eşit ücret, seçme-seçilme, çalışma hakkı gibi taleplerin genişleyerek kadına yönelik şiddeti, taciz ve tecavüze karşı mücadeleyi de kapsar hale gelmesi Türkiye’deki kadın hareketinin önemli bir birikime sahip olduğunu gösterir.
Burada tabii ki ideolojik-politik olarak işçi sınıfının komünizm ile olan bağı gereği komünistler kadın kurtuluş mücadelesinin onun yerine geçmesine, onun misyonunu oynamasına karşı çıkarlar. Çünkü en ilerici olan, yani sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz dünya kurma gerçekliğini yaratabilecek tek güç işçi sınıfıdır. Onun ilericiliği hükmedebileceği başka bir sınıf ya da toplumsal kesim olmamasından gelir. Ezilen, dışlanan, sömürülen her kesim için nihai kurtuluş görevi onun omuzlarındadır.
Bunlara ek olarak şunu söyleyebiliriz: Ülkemizde kadın kurtuluş mücadelesi işçi-köylü kadınları örgütleme perspektifiyle, daha doğru ifadeyle devrim perspektifiyle hareket etmemektedir. Bazı dönemlerde işçi-köylü kadınların sorunlarına yönelmiş olsa da proleter bir kadın hareketi olduğu anlamına gelmez. Bizim burada dikkat çekmek istediğimiz nokta şu: En ilerici sınıf ve yıkıcı güç işçi sınıfıysa kadın kurtuluş mücadelesi bu sınıfa mal edilmelidir. Bu demek değildir ki kadın mutlaka komünist ya da devrimci partiler içinde örgütlenmelidir. Elbette bu olması gerekendir; ama biz kadın sorunu sınıfsaldır derken sorunun cinsiyet eşitsizliği yönüne gözümüzü kapatmıyoruz.
Ancak özellikle de bu alanda sürece yön veren ideoloji ve örgütlenmeler bakımından reformist, düzeniçi, liberal eğilimlerin ağır bastığı bir gerçektir. Uzun zamandır takvimsel gündemlere, adliye koridorlarına sıkışmış bir kadın hareketi gerçekliği var. Ekonomik krizin derinleşmesi kadına yönelik ekonomik, psikolojik, fiziki şiddeti artıracaktır. Bu süreçte ayağı sokağa alışmış, aktif bir kadın hareketinin zayıflamış olması bu şiddetin görünürlüğünü mutlaka azaltacaktır. Bu zayıflamanın kaynağına işaret ediyoruz: yıkıcı güç kitlelerdir, kitleler olmadan bir değişim hayaldir. Kitlelere dayanmayan her hareket gerilemeye mahkûmdur. Bu nedenle kadının kurtuluşu devrimimizin görevleriyle birliktedir. Kadın hareketindeki ve başka alanlardaki gerilemelerin temel nedeni de sonuç olarak bir devrim programı içinde ele alınmamalarıdır. Devrim süreçlerinde hiçbir sorunun, çelişkinin bir diğerinden ayrı olmadığını, bunların bütünlüklü bir toplum içindeki ilişkilerin ürünü olduklarını bilmek gerekir. Hareketlerdeki gerilemenin kaynağı da bu ilişkilerin önemli ölçüde kavranmamasından kaynaklandığı açıktır. Kuşkusuz daha birçok nedenden söz edilebilir ve bunların önemli bir kısmı da bir gerçekliğe işaret eder. Ancak kadın hareketi de dahil olmak üzere bütün bir toplumdaki her bir sorunun nesnel nedenleri, kaynakları ve etkileşimde olduğu başka sorunlar vardır. Bunlar arasında bilinçli bir ilişki kurmaksızın, hangisinin bir diğerini ne derecede etkileyeceğini ortaya çıkarmaksızın birini diğerlerinden kopuk bir biçimde geliştiremeyiz. Kadın hareketinin bugünkü zayıflığı onun doğasından ya da erkek egemen sistemin saldırısından, baskısından ileri gelmez. Aksine bunlar hareketin gelişmesi için nedenlerdir veya ancak böylesi nedenler olabilirler. Aslolan hareketin kendisini sınırlamasıdır. Bu soruna dikkat çekerek kadın hareketindeki daralmaya son veren yaklaşımlar geliştirmeliyiz.