(…)
3- Cinsiyet eşitsizliğinin mücadele içinde nasıl somutlaştığını ortaya koyduktan sonra bu konuda politikalar geliştiren, genelgeler, talimatlar, ilkeler oluşturan bir yöntem izlenmelidir. Bu konuda kurallar koymaktan çekinmemek gerekir.
Hayatın içine güçlü bir şekilde yerleşmiş ataerkil kültür, bilinç ve fikirlerle mücadele etmek kolay bir iş değildir. Hatta devrimci yaşam içinde bunların açığa çıkarılması, mücadele ile alt edilmeleri fazlasıyla zordur. “En devrimci benim”, “en iyi çözümleyen benim”, “siz anlamazsınız”, “siz zaten bilmiyorsunuz”, “en korkusuz, en cesur, en gözü kara benim” vs. gibi yaklaşımlarla, kadına sürekli kendini yetersiz ve başarısız hissettiren yaklaşımlarla mücadele etmek hiç kolay bir iş değildir. Bu yaklaşımlar kadınların benliklerini parçalamakta, kişiliklerini zedelemekte, kendilerine olan inançlarını kırmakta; inisiyatif alırken, karar verirken, düşünce belirtirken, öneride bulunurken ürkek, çekingen kalmasına yol açmaktadır. Devrimci saflarda bu durumlar her an yaşanabilmektedir. Bunu düzeltmek hem kadınları hem erkekleri bilgilendirmeyle, daha güçlü şekilde politikleştirmeyle mümkündür. Herkes bu sorunlar özgülünde uyanık ve açık fikirli olmalıdır. Cinsiyet eşitsizliği ciddi platformlarda tartışılmalı, konunun bayağılaştırılmasına, gelişigüzel, yüzeysel ele alınmasına, uluorta konuşulmasına izin verilmemelidir. Cinsiyetçilik ve tabii özel olarak kadın sorunu çok büyük bir sorundur ve içimizde her açığa çıktığı biçim ciddiyetle tartışılmalı, bu tartışmaların şaka konusu yapılmasına karşı da önlem almaktan çekinilmemelidir.
4- Cinsiyet bilincinin doğru bir düzlemde yani MLM bir hatta geliştiği sürece mücadeleye zarar vermeyeceği, mücadeleyi geliştireceği özel olarak tartışılmalı ve kavranmalıdır. Ataerkinin tüm kökleriyle kazınıp atılması gerektiği, bunun için sınıf mücadelesinin Demokratik Halk Devrimi aşamasında da büyük adımlar atmamız gerektiği ikirciksiz anlaşılmalıdır. Erkek egemen anlayışın ve feminizmin teorik düzlemde kökü kazınmalıdır. Bu anlamda yanlış fikirlere karşı ideolojik tavizler verilmemeli, zararları açık ve anlaşılır biçimde ortaya konmalıdır.
5- Erkek egemen anlayışla hareket eden, bunu sistematik olarak sürdüren ya da kadın bakışı, kadın rengi diyerek sınıf eksenini kaybeden, bu bağlamda körleşen tüm tartışmalara, eğitim çalışmalarına, uyarılara rağmen bu tutumunda ısrar eden, kadınlara karşı erkek egemen hareket eden, erkeklere karşı sınıf dayanışması, yoldaşlık ilişkisi anlayışından kopan, uzaklaşan yaklaşımlara karşı ve bu tutumunda ısrar etmeye karşı kadın ya da erkek olsun fark etmeksizin tavizsiz olmak ve bu yoldaşlar için özel programlar oluşturmak gerekir.
6- Kadın bilincinin, kadınların gerçekliğini kavramak dışında gerçek kurtuluş için yeterli olmadığı, olmayacağı, bu yöndeki bir görüşün feminizm olduğu açık bir şekilde ortaya konmalıdır. Bir yandan bu bilincin gelişmesinden korkmadan kadın gerçekliğinden ileri gelen bilincin sınıfsal bir perspektife kavuşması yönünde politikalar geliştirmeliyiz. Bunun anlamı cinsiyet eşitsizliğinde ezilen cinsten yana doğru politikalar geliştirmektir. Tüm çalışmalarda esas özne kadın olmakla birlikte yanlış fikirleri sadece onlara yönelik bilinç taşıyan politikalar geliştirerek ortadan kaldıramayız. O halde yanlış fikirlere karşı erkek işçi ve emekçilere yönelik politikalarda erkek egemen bilince karşı kadın bilincine dikkat çekebiliriz ve çekmeliyiz.
A) KADIN ÇALIŞMASINI SADECE KADINLAR YÜRÜTMELİ DÜŞÜNCESİ
Kadın çalışmasının sadece kadınlar tarafından yürütülmesi gerektiği düşüncesi “doluya koysan almayan, boşa koysan dolmayan” bir çalışma tarzı üretmektedir. Bu düşüncenin kökleri eskiye dayanır. Bu fikir de diğer fikirler gibi belli bir pratikten ortaya çıkmış, bugün birçok kesim için temel ilke haline gelmiştir. Toplumsal gelişme içerisinde kadınların mücadelesi kimlik mücadelesine dönüştüğü anda hareket de kadın hareketi halini almış “kadın çalışmasını sadece kadınlar yürütmeli” düşüncesi de adım adım ilkeye dönüşmüştür. Bu fikir, kadınları her gün cinsiyetçi saldırılara maruz bırakan, ev içi yaşamlarında sömürünün, baskının, saldırının başrolünde oynayan erkeklerle birlikte yürütemeyecekleri, yola ilk onlarla çıkmamaları gerektiği yaklaşımından çıkmış olmalıdır. Bu algısal bilgidir, dolayısıyla değerlendirmeden, birikimin imbiğinden, farklı çelişkilerle ilişkisinin çözümlenmesi sürecinden geçirilmelidir. Yani akıl süzgecine konmalıdır. Fikir ortaya ilk konduğunda bunlardan yoksundu, henüz ilkel bir nitelik taşıyordu. Henüz kadın sorununun toplumsal ve tarihsel kökenleri açıklanmamıştı, Marks ve Engels tarih sahnesine çıkmamışlardı. İnsanın, toplumsal yaşamın yasaları ile ilgili bilgisi sınırlıydı. Ancak bu sınırlılık içerisinde kapitalizmin şafağında sınıflar mücadelesi yeni bir nitelik kazanırken kapitalist sömürünün toprağında işçi sınıfı kasını ve sinirlerini meta üretmek için tüketirken kendini doğuruyordu. Bu doğum sürecinde toplumlar uyanıyor, ezilenler de çok yönlü bir aydınlanma yaşanıyordu.
Kadınların cinsiyetçi sömürüye, insan olarak görülmemeye karşı uyanışı da böylesi bir zamana rastlar. Kadınlar bu süreçte sınıfın bir parçası olarak kendi cinslerinin toplumsal konumunu da sorgular, ne olduğunun farkına varır, kadın olduğu için iki kat daha fazla ezildiklerini anlar. İşte bu koşullarda “yaşamak için çalışmak zorunda olma” şartının dayattığı gerçekler kadında ev ekonomisine bağımlı yaşamanın köleliğinin dayanağı olduğu fikri de beliriyordu. Kadının bu aşamada toplumsal hareketlerdeki konumu, kendi cinsel kimliği mücadelesi ekseninde değil ait olduğu sınıfın hareketinin bir parçası olarak yansıyordu. Tarihsel gelişmelerin belli bir aşamasında kadınlar ayrıca ve özel olarak cinsiyet haklarını da istemeye ve ayrı bir hareket olarak ilerlemeye başladılar. Bunun öncülüğünü burjuva kadınlar yaptı. Burjuvazi kendi sınıfının iktidarını kurmak, sağlamlaştırmak ve korumak için “özgürlüklere” ve bu bağlamda toplumsal desteğe ihtiyaç duyuyordu.
Bu “özgürlükler”den bir tanesini de kadınlara tanınacak haklar oluşturuyordu. Henüz bu aşamalarda ne burjuva kadınların hareketi burjuva sınıfının hareketinden kopmuş ayrı bir hareket özelliği kazanmıştı ne de işçi ve emekçi kadınların işçi sınıfından bağımsız bir niteliği vardı.
A. Kollontai bize bu konuda şunu söyler; “Kadın hareketinin başlangıcını, büyük bir olasılıkla, Fransız Devriminden ve Amerika’nın kendini İngiliz vesayetinden kurtardığı 1774-1783 arası devrim savaşından önceki dönemde aramamız gerekir.” İşte bu koşullarda, kadınlar kendi cinsel kimlikleri için “özgürlükler” isterken kadınlar olarak hareket etme de ön plana çıkıyor, sadece kadınların örgütlendiği örgütlerin, sadece kadınların katıldığı eylemlerin, sadece kadınlara hitap eden bildiri, propaganda araçlarının vs. temelleri buna paralel atılıyordu. Bir yanda işçi sınıfı doğumunu ilan edip bir sınıf olarak var oluşunu tarih sahnesinde çeşitli eylem ve mücadelelerle ortaya koyarken kadınlar da bu hareketin etkin bir parçası oluyordu. Ancak bir yandan da burjuvalar işçi sınıfının uyanışını kendi sınıf çıkarlarına yedekleyen bir hareket izliyordu. Burjuva kadın hareketi de bunun bir parçasıydı. Yine Kollontai yoldaş bu konuda şunu söylüyor: “Kadın hareketi kapitalizm için tipik bir çelişkinin sonucuydu; kadınların üretim içindeki büyüyen payı, onların toplum, evlilik ve devlet içinde süregiden ayrıma tabi tutulmalarına kesinlikle denk düşüyordu” ve bir başka yerde şunu ekliyor: “Özel olarak bağımsız bir ‘kadın sorunu’ yoktur. Burjuva toplumda kadını baskı altında tutan güç, sermaye ile emek arasındaki büyük toplumsal çelişkinin parçasıdır.” Buna bağlı olarak kadınların o şartlardaki her hareketi kendi sınıfının hareketinin kopmaz bir parçası durumundaydı. “…Bir kadın hareketi ortaya çıktı. Fakat bu hareket, başından itibaren taban tabana zıt iki akıma ayrılır; fraksiyonlardan biri burjuva kadın hareketinin bayrağı altında örgütlenirken diğeri işçi hareketinin parçasıdır.” (Aleksandra Colontai, Toplumsal Gelişmede Kadının Konumu, İnter Yayınları) Kadın hareketinin daha başından “iki zıt akıma” ayrılması kaçınılmazdı, bu iki karşıt sınıfın farklı zıt dünya görüşünün de bir yansımasıydı. Bu durum tüm çalışmalarda da iki farklı ekseni, tarzı ortaya çıkaracaktı ve zamanla bu daha da gelişecekti. İşçi sınıfının kadınları daha pratiklerinin başında sınıf içgüdüsel bir refleksle kendi kurtuluşları ile sınıflarının ilişkisini kurarak sınıf hareketinin bir parçası olarak hareket ediyorlardı. Burada düşman olgusu belli bir netlik kazanmaya başlıyordu. Burjuva kadın hareketi ise sistematik olarak düzeni korumaya ve düzenin içinde iyileştirmeye yönelik hareketini oluştururken gittikçe daha örgütlü bir biçimde kadınların savaşımını erkeklere karşı bir savaşım haline getiriyordu. Bu durumu Kollontai şöyle açıklıyor: “Burjuva kadın hareketi, 19. yy’da burjuva erkeklerin politik hareketinden saptı ve şimdi artık ona yakın duran toplumsal katmanların yalnızca kısmi bir yansımasıydı.” (age, s.140)
Bütün bunlardan anlaşılması gereken şudur: Kapitalist üretim ilişkilerinin ortaya çıkmasına bağlı olarak oluşan iki karşıt sınıf, burjuvazi ve proletarya, tüm toplumsal çelişkilerde iki karşıt dünya görüşünü oluşturur. Bu durum kadın hareketine şöyle yansır: Bir yanda cinsiyet eşitsizliğine karşı kımıldanmaya başlayan burjuvalar kadınların sorunlarının kaynağını gizlerken düzenleri içinde kadınlara kısmi haklar vermek zorunda olduğunu biliyor ve burjuva kadın hareketi bu sınırlar içinde bir harekete önderlik etmeye başlıyordu. Diğer yanda işçi sınıfı tarih sahnesine çıktığı andan itibaren bu sınıfın kadınları bu sınıfın hareketinin parçası oluyordu.
Burjuva kadın hareketi sorunun kaynağını hiçbir zaman sistemde görmediği için daha başında burjuva erkeklerin politik hareketinin parçası olduğu andan ve bu hareketten “kopup” bunun sadece kısmî bir parçası, aparatı haline geldiği aşamaya kadar düşmanını bulmakta her zaman bir bunalım içinde olmuştur. Onun fikir dünyası daha başlarda burjuva sınıfın çıkarlarını korumak, düzenin tesisine yardımcı olmak için kadınlara kısmi hakların tanınması biçiminde geliştiği için sermayenin henüz zayıf olduğu koşullarda mücadelesi “devrimci” bir nitelik taşıyordu. Kapitalizm iktidarını sağlamlaştırdıkça burjuva kadın hareketinin “düşman bulma” bunalımı büyüdü ancak bu noktadaki çözümü “esas düşman erkektir” bakış açısı bir “çığ” gibi büyüyen ve günümüzde daha da etkili bir nitelik kazanan kadın kurtuluş mücadelesinin bunalımına dönüştü.
Bugün dahi bu etkiden kurtulmak birçokları için zordur. Bu gelişmeye bağlı olarak burjuva kadın hareketi, ideolojik olarak insanlığın kurtuluşu yolunda olmadığını adım adım ispatladı. Baş düşmanın erkek olarak belirlenmesine bağlı olarak kadınların tüm hareketinin erkeksiz olması gerektiği görüşü daha da güçlü gelişme olanağı buldu. Ancak bu fikrin tüm tarihsel hareketi içinde hep yükselen bir rota izlediğini söylemek yanlış olacaktır. Sınıf mücadelesinin gelişmesine bağlı olarak burjuva kadın hareketi de dalgalanmalar yaşıyor, sınıf mücadelesinin keskinleştiği, geliştiği koşullarda etki gücünü kaybediyor, sınıf mücadelesinin zayıfladığı koşullarda yükselme eğilimi gösteriyordu. Bu bakış açısından gelişen düşünceler de elbette aynı seyir içindeydi. Erkeklerin hiçbir kadın çalışmasına katılmaması, kadınların ayrı örgütlenmesi, erkeklerin asla kadın sorunu hakkında konuşmaması yaklaşımları radikal feministlerde “dünyada erkeklere ihtiyaç olmadığı” düşüncesine kadar vardı. Bu bakış açısı öylesi bir “radikal” nitelik kazandı ki erkeksiz üreme teorileri yazılmaya, bunun zorunlu, gerekli olduğu savunulmaya başlandı. Savaş, şiddet ve sömürünün erkek yüzünden olduğu iddia edilerek dünyaya barışın ancak erkeklerin olmadığı koşullarda geleceği gibi görüşler ileri sürüldü.
Özetlersek; daha başından itibaren kadın hareketi iki karşıt sınıfın bayrağı altında toplanmış, hangi sınıfın bayrağının altında olduğuna bağlı olarak düşünceler, politikalar, ilkeler ileri sürmüşlerdir. “Kadın çalışmasını sadece kadınlar yürütmelidir” düşüncesi bu bağlamda burjuva kadın hareketinin ilk ilkel fikri olarak açığa çıkmakla birlikte bugün kadın çalışmalarının vazgeçilemez ilkesi haline gelmiştir. Oysa işçi sınıfının bayrağı altında gelişen kadın hareketi daha ilk aşamasından itibaren işçi sınıfının bir parçası olmuş ve kadının özgürlüğünü bu mücadeleden bağımsız görmemiştir. Doğal olarak komünistlerin “kadın çalışmasını sadece kadınlar yürütmelidir” gibi bir ilkesi yoktur. Bu tür bir hareketler geliştirmek koşullara, ihtiyaçlara bağlı değerlendireceğimiz pratik, taktiksel bir konudur. Kadınların devrime, KP saflarına kazanılması tüm komünistlerin sorumluluğudur. Kadın kitleleri içinde yapılacak her çalışma buna bağlı olarak en yararlı tarzla yürütülür.
devam edecek..
Kadın Çalışmalarındaki Yanlış Düşüncelerle Mücadele Edelim-VI