Cinsiyet eşitsizliğinin kadın için bir soruna dönüşmesi, cinsler arasındaki ilişkide kadının eziliyor olmasından ileri gelmektedir! Peki cinsler arasındaki eşitsizliği üreten nedir? Kadın ve erkeğin biçimsel olarak farklı yani eşitsiz olmaları mıdır? Hayır.
İlkel komünal toplumlarda biyolojik farklılıklar kadının toplumsal konumunda bir ezilme sebebi değil bir avantajdı. Belli ki tarihte bir şeyler olmuş, işler kadınlar için ters gitmiş ve kadın toplumsal konumunu kaybetmiştir. İşte bu gelişme yani özel mülkiyetin ortaya çıkması daha önce biçimsel olarak farklı olanlar arasında eşitsizlik olmama durumunu değiştirmiş, fiziksel olarak farklı olanların toplumsal olarak da eşit olmamalarına, aynı haklara sahip olmamalarına neden olmuştur. Biçimsel olarak farklı olan kadın ve erkek ilkellik dönemlerinde doğaya karşı mücadelelerinde ortak iken doğaya galip gelmeleriyle birlikte birbirlerine karşı mücadeleye girmişlerdir. İşte bu mücadele esas olarak cinsler arasındaki bir mücadele değil özel mülkiyete kimin hâkim olacağını belirleyen taraflar arasındaki mücadeledir. Kadın mücadeleyi kaybetmiştir, kendisi bir özel mülkiyete dönüşmüştür. İşte bu mücadelede biçimsel farklılık, kadın için başta bir avantaj iken daha sonra eşitsizliğin temel sebebi olarak anlaşılmıştır. Bu doğru değildir. Evet biçimsel farklılığın toplumsal gelişme içinde hiçbir etkisi olmadığını söylemek kesinlikle doğru değildir. O bir etmen olarak vardır. Muhakkak ki biyolojik farklılıklar toplumsal yaşam örgütlenirken, değişirken, gelişirken bir unsur olarak işlev görmüştür. Ancak doğrudan toplumsal eşitsizliğin temeli, kaynağı olduğunu söylemek cinsiyet eşitsizliğinin sınıflar üstü bir sorun olduğunu söylemek anlamına gelir. Tarih ve toplum bilimleri bunun böyle olmadığını ispatlamıştır.
Toplumsal eşitsizlikle yani ekonomik eşitsizlikle biyolojik farklılığı bir çözüm perspektifinde bu biçimde birleştirmenin türlü görünümlerini günümüze bakarak incelersek gelişmiş toplumlarda da hiç azımsanmayacak düzeyde kadın ve erkek arasında biyolojik farklılığın cinsiyet eşitsizliğinin doğal kaynağı gibi anlaşıldığını görürüz. Bu “kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesiyle de vurgulanmaktadır. Bir zihniyet, bir bakış açısı sorunu değil de biyolojik farklılıklardan beslenen bir “eşitsizlik” olduğu ileri sürülmektedir. Bu anlayışta biçimsel olarak birbirine benzeyenlerin diğerlerine karşı birleşmesi politikası söz konusudur. İşçi sınıfının kadın ve erkek olarak bu düzeyde ayrıştırılması tarihsel olarak kadın sorununun çözülmesini de içeren mücadeleyi ve tüm ilişkileri, her iki cinsi de birleştiren sınıfsal zemini karartmaktadır. Sınıf bilincinin zayıfladığı ya da olmadığı her yerde kadın sorunu “kadınların sorunu” olarak görülmektedir. Bu yaklaşımda biçimselliğe hapsolmuş bir inceleme, tanımlama, kavramlaştırma yani idealizm vardır.
“Kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesinin arka planında, incelememiz gereken bir diğer yön ise erkeğin de daha ileri düzeyde gelişmesini de engelleyen toplumsal yapıyı görememek vardır. Kadın sorunu özü itibarıyla kadının emeğini, bedenini, duygularını, tarihsel birikimini, toplumsal konumunu bir bütün olarak içeren kadınlığının sömürülmesidir; kadının özel mülkiyete, metaya dönüştürülmesidir. İşte bu metalaşma sürecinde taraflar vardır. Sömürülen, metalaştırılan kadındır. Burada kadın çelişkinin bir yönünü oluşturmaktadır. Oysa sömürenler cephesi daha çatışmalı bir parçalar bütünüdür. Bu cephede bir yanda tüm iktidar organlarıyla, örgütlü kurumlarıyla, askeri ve siyasi yapısıyla, dinî, kültürel kural ve ritüelleri ile hâkim sınıflar vardır. Ve hâkim sınıfların tüm örgütlü gücü ile ayrıcalıklarını ve üstünlüklerini cinsiyetler arası ilişkide koruduğu ama toplumsal üretim ilişkileri içinde ise sömürdüğü biyolojik olarak erkek olanlar vardır. Öncelikle kavranması zorunlu olan hem kadınların hem de erkeklerin metalar dünyasında birer üretim aracı olduklarıdır. Onlar burada sömürüye karşı birleşmek zorunda iken kadının emeğinin, bedeninin, bir bütün olarak kadınlığının sömürüsünde erkek kendi hesabına çalışarak hâkim sınıf cephesinde konumlandırılmıştır. Bu, onun bilinçli ya da bilinçsiz toplumsal gerçekliğidir, toplumsal konumudur. Kadının yaşadığı çelişkiyi doğrudan yaşamadığı için “kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesi onda daha gelişmiştir. Kadın sorununun toplumsal niteliği doğru kavranmadığında ve erkeğin bu toplumsal yapı içindeki ikili durumu anlaşılmadığında “kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesiyle hareket edilmektedir.
Toplumsal yaşamda erkeğin de kadının da emeği azgınca sömürülmektedir ve kadın ile erkek işçiler aynı sınıfa aittir. Peki cinsiyet ilişkilerinde erkek bu sınıfsal durumu göz önünde bulundurmadan sömürenler cephesindeki konumunu, “kadın sorunu kadınların sorunudur” diyerek korumakta ısrar ederse ve aynı zamanda işçi ve emekçi kadınlar “Bu bizim sorunumuz, erkek işçileri ilgilendirmez, biz kendi göbek bağımızı kendimiz keseriz” diye düşünürlerse bundan sınıf mücadelesi veya cinsiyet eşitliği mücadelesi nasıl etkilenir, nasıl bir seyir izler?
Şüphesiz her iki mücadele de olumsuz etkilenecek, başarısız olacaktır. “Kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesinin altında hem burjuva-feodal düzenin “ekonomik dolayısıyla toplumsal eşitsizlikle biçimsel eşitsizliği birleştirdiğini” hem de bu sorunun esas olarak toplumsal bir sorun olduğunu kavrayamamak vardır. Kadın sorunu toplumsal bir sorundur. Toplumsal olan toplumu oluşturan tüm kesimleri o ya da bu oranda o ya da bu biçimde etkilemektedir. Bu toplumsal durumun ne nedenleri ne de sonuçları ne de bunların değişmesi sadece kadını bağladığı gibi bu biçime sokmak komünistler için kabul edilemezdir. Bu burjuva bir yaklaşımdır. Evet cinsiyet sömürüsüne maruz kalanlar esas olarak kadınlardır ancak “sömürenin” büyük parçasını oluşturan işçi ve emekçi erkeklerin de gerçek kurtuluşları için kadının metalaşmasına karşı, özel mülkiyet koşullarına karşı savaşmaları gerekir; kendi sömürülüşünü de koşullayan mekanizmadan ayrılmaları, sömürülenler cephesinde birleşmeleri gerekir. Burjuva toplumda bir işçi veya emekçi olmaktan çıkıp komünizme doğru ilerleyen toplumsal kurtuluş hareketinin bir parçası olmalıdırlar. Bunun sadece kadının kurtuluşu için değil tüm toplumsal kurtuluş için de bir zorunluluk olduğunu bilince çıkaran işçi ve emekçi erkekler burjuva toplumundaki “kadın sömürüsünün faili” olmaktan kurtulacaklardır.
Burjuva-feodal anlayış, sistematik olarak çeşitli farklılıkları üzerinden sınıfın bölünmesine çok büyük önem verir. Sistematik olarak halkın bilinci cinsiyetçi, ırkçı, milliyetçi vd. söylemlerle zehirlenirken burjuva ideologlarının eliyle bunun teorisi yazılır. Bu teorilerle ırkçılık siyahların sorunu, cinsiyetçilik kadınların sorunu, milliyetçilik ezilen ulusların sorunu haline getirilir. “Kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesi inceltilmiş cinsiyetçiliğin çok farklı biçimler alarak biyolojik olarak kadın olmayanları sorunun çözümünden dışlayan; çözüm iradesini bakış açısında, düşünme yönteminde, tüm sömürü biçimlerinden kurtuluşu amaçlayan sınıf bakış açısında görmeyen, bu anlamda gerçek çözüm iradesini çözüm yolunun dışına iten bir tarzda geliştirmiştir.
Kadın sorunu, esas bedelini kadınlar ödemekle birlikte toplumsal bir sorundur demiştik. Bunun anlamı cinsiyet eşitsizliğinin temel kaynağının ekonomik olması ve bu ekonomik eşitsizlik sürdüğü sürece kadının sorununun belli bir biçimde devam edeceği, cinsiyet eşitsizliği sürdüğü sürece de toplumun daha ileriye doğru gelişmesinin mümkün olamayacağıdır. Bunun nedenle “kadınlar için kurtuluş” dediğimizde hepten kurtuluştan, bir toplumsal kurtuluştan bahsettiğimizi bilmeliyiz. Bu mücadelede muhakkak ki, toplumsal konumlarından kaynaklı hem kadınlar için hem erkekler için farklılıklar vardır. Bu farklılıklar mücadelenin her aşamasında, her boyutta vardır. Kadın ve erkek toplumsal cinsiyet rollerinin bir parçası olan kendilerindeki özellikleri kendilerini de asla ihmal etmeyerek yok etmeye gitmelidir. Erkekler ayrıcalıklarından vazgeçerek ayrıcalıklı durumun tarihsel olarak da yarattığı ekonomik, siyasi üstünlüklerinden, bugünün ahlak dünyasından beslenen duygusal tatminden vazgeçmek, cinsiyet egemenliğine karşı çıkmak, bilinçle ve ısrarla bunun mücadelesini vermek: İşte bu, komünistlerin zorunluluğudur.
Kadın üzerindeki erkek egemenliğine karşı mücadele kadınlar için cinsiyete dayalı köleliğe karşı mücadeleyi içerirken erkekler için de cinsiyete dayalı efendilikten vazgeçmeyi içermektedir. Kölelik ve efendilik aynı düzenin ya da mekanizmanın unsurlarıdır, kurtuluş iki konumdan hareketle de mümkündür ve başarılmalıdır.
“Kadın sorunu kadınların sorunudur” demek, “Kürt sorunu Kürtlerin sorunudur” demek gibidir. Bir komünist hiçbir sorunu bu şekilde ele almadığı gibi cinsiyet eşitsizliğini de böyle görmez. Nasıl ki ulusal sorunda sorunu sadece ezilen ulusun sorunu olarak görmek, ezen ulus milliyetçiliğiyse ve bu anlama geliyorsa kadın sorununda bu ezen cinsiyet fetişizmi erkek egemen anlayış seviciliğidir. “Kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesi bunun kavranmamasından kaynaklanan bir düşüncedir. Bu düşünce aynı zamanda erkek egemen bakış açısından gelen ve çoğunlukla da benimsenen, sorunu erkek olarak kendi dışında tanımlayan, görevi tam olarak kavramayan, bir toplumsal sorunda özneliği keyfe göre, ben böyle istiyorum diyerek belirlemeyi benimseyen bir düşüncedir. Bu düşünce erkekler dünyasında cinsiyet eşitsizliğine karşı ilgisizlik, kadın sorununu küçümseme, kadınların durumu abarttığını düşünme, sorunu dışında gördüğü için canla başla çalışmama, kadınların devrimdeki rolünü küçümseme şeklinde kendini gösterir.
Bu yanlış düşünce “Cinsiyet eşitsizliğinde ezilen kesim kadınlardır, bu sebeple çelişkinin esas tarafı kadındır” fikriyle “karıştırılmakta”, “kadın sorunu kadınların sorunudur” yaklaşımından açığa çıkan hatalı pratikler, “kadın sorununda özne kadınlar” düşüncesiyle açıklanmaya çalışılmaktadır. Oysa çözümü getirecek yaklaşım kadında da erkekte de vücut bulabilir ve bulmaktadır da. Yukarıda ifade ettiğimiz yönleri ile birlikte kadın sorununda çözümün ezilen kadın koşullarını kavramaktan geçtiği doğrudur. Ancak bu özelde komünist erkeklerin genelde işçi ve emekçi erkeklerin sorumluluğu, anlamı, önemi olmadığı anlamına gelmez. Böyle yorumlanması ya feminist bakış açısından ya da erkek egemen bakış açısından kaynaklanıyordur. Bu yanlıştır. Bu sorunda “devrimci erkek tutumunun”, özel olarak komünist erkek tavrının iki yönlü sorgulanması gerekir: Birincisi, erkek olarak cinsiyetinin toplumsal özelliklerini taşıyor olmak, bundan kurtulmak yolunda gerçek toplumsal bir hesaplaşmaya girişirken kendini bundan ayrı görmemek; ikincisi, komünist olmak, cinsiyet rollerine karşı savaşmak zorunda olmak, değişmek ve düzelmek için komünist ilkelere bağlı bir bilinçle kadın sorununda kendi varlığını kavramak ve çözümü sahiplenmek… Burada şunu özellikle belirtmek gerekir: Nasıl ki kadınların cinsel özellikleri onların komünistleşmesinde onlara ayak bağı, zincir oluyorsa erkeklerin de cinsel özellikleri onların komünistleşme çabalarında pranga olmaktadır. Bu durumdan “Kadın sorunu kadınların sorunudur” denerek kurtulacağını sanmak açıktır ki körlüğe bile isteye devam etmektir.
Görüldüğü gibi cinsiyet eşitsizliği ne sadece kadınları etkilemektedir ne de sadece onları ilgilendiren bir sorundur. Çok köklü toplumsal bir sorundur, devrimimizin çözmesi gereken temel sorunlardan biridir. Komünistlerin dünya görüşü her koşul altında ezen ezilen ilişkisinde, haklı haksız savaşımında vd. nasıl konumlandıklarında anlaşılır. Bu açıdan her komünist ve hatta kadın sorununda devrimci tutumu benimseyen ya da benimsemek çabasında olan her kişi yerini doğru tanımlamalıdır. Böylece kadın olmadığı için kadın sorununu kendi sorunu, devrimin sorunu olarak görmemenin ya da bir sorun olarak görmemenin -ki “kadın sorunu kadınların sorunudur” anlayışının tipik bir yansıması sorun olarak görmemektir- yanlışlığı açığa çıkmış olur.
Bu fikirlerden arınma yöntemleri olarak öncelikle kadın sorununun toplumsal niteliğini, tarihsel köklerini kavratan, bu yönde araştırma ve incelemeye yönlendiren eğitim çalışmalarına ağırlık vermek gerekir. Bu çalışmalarda kadınların inisiyatifini açığa çıkaran, erkeğin kendine, cinsiyetinden gelen üstünlüğüne sorgulayıcı bir bakış açısıyla dönmesini sağlayan yöntemlerin izlenmesi yararlı olacaktır. Unutulmamalıdır ki “kadın sorunu kadınların sorunudur” düşüncesi sadece erkeğin düşüncesi değildir. Bu fikir birbirine karşıt gibi duran şu iki yönde gelişim gösterir. Birincisi; “kadın sorunu kadınların sorunudur” denilerek soruna karşı sadece kadınların mücadele etmesini savunmak, başka kimseye sorunu sahiplendirmemek, ikincisi; “kadın sorunu kadınların sorunudur” diyerek görevi, sorumluluğu başından atmak.
Eğitim ve düzeltme çalışmaları ve tartışmaları bu her iki yöne de yönelik olmalıdır. Kadınların bu soruna “kadınların sorunu” biçiminde yaklaşmaları belli bir düzeye kadar olumlu görülebilir. Özellikle sorunun farkına varmak, her durumda bu eşitsizliğin izlerini görmek bakımından bu yaklaşım tetikleyici bir etki gösterir ve kadının kendi cins özelliklerinin gücünü, önemini, gelişim dinamiklerini, dolayısıyla soruna dair haklarını, taleplerini özümsemesi bakımından yararlıdır da. Ancak bu düşünce sorunun tüm yönleriyle kavramak, çözüm yoluna sokmak bakımından yetersizdir, özü itibarıyla yanlıştır. Bu durum bir kısım devrimci kadında da görülmektedir. Bu düşünce devrimci saflarda, devrimci kadınlarda sorunu kendi sorunu olarak sahiplenmeme, kendisinin dışındaki kadınların sorunu olarak görme biçimindedir. Devrimci kadınlarda hâkim bir durum olan, kendini kadın sorununu baştan sona yenmiş, aşmış görme hali devrimci kadının gerçekliklerden kopuk hezeyanları gibi durmaktadır. Bu durum onun cinsiyetçiliğe gözünü kapatmasına ya da doğrudan erkek egemen bir anlayışla cinsiyetçi düşünme ve davranmasına yol açmaktadır. Devrimci hareketin bu yaklaşımlardan da çok çektiği açıktır ve inkâr edilemezdir.
devam edecek…