[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Depremle gelen felaketin yarattığı toplumsal infial, siyasal alanı hızla kuşatan ve süreci belirleyen bir karaktere büründü. Temeli çürük olanın zemin, binalar değil sistem olduğu daha belirgin şekilde görülüyor. Maraş depremlerinin ortaya çıkardığı sonuçlar faşist sistemin politik temellerini daha güçlü şekilde sarsıyor. Zira var olan tablo korkunç bir yıkımla birlikte toplumsal trajediye dönüştü. On binlerce insan göz göre göre katledilirken, milyonlarca insan evsiz kaldı. Milyonlarcası deprem bölgesinden uzaklaşarak göç yollarına, gittikleri yerlere henüz adım atar atmaz yokluk ve yoksulluğun pençesine düştü. Şehirler yok olurken, artık bir memleketleri olmadığı inancı milyonları sarmaktadır. Tarih boyunca halkların defalarca maruz kaldığı bu koşulları kendisinin de yaşayacağına çok az insan inanır; ama şimdi halkımız bu koşulları yaşamaktadır.
Faşist diktatörlük, halkın yokluğa, duyarsızlığa, hoyratlığa isyanını hakaretlerle, tehditlerle, yalanlarla bastırmaya çalışıyor. İhtiyaç duyduğunda yanında olmayan devletin ve ona bağlı kurumların zayıflığı, acizliği, yetersizliği, hazırlıksızlığı ve haksızlığı açığa çıktıkça halk öfkelenmekte; öfkeli halka faşizmin saldırısı çeşitlenmektedir. Halka dönük sabırlı olması, olağan dışı afete karşı olağan dışı bir güçle dayanıklık göstermesi, fedakârlıkta bulunması ve en önemlisi devletle dayanışma içinde olması için çağrılar yapılmakta, vaazlar verilmektedir. “Vatan, millet, devlet, din” aşkına bir grup gerici, çürümüş kadrodan ibaret düzen korosu bu çağrıların, vaazların türkü biçimi dillendiriliyor. Her büyük felakette ve yarattığı sonuçta olduğu gibi bazıları daha fazla çürüyüp, yozlaşırken felaketlerin asıl mağduru olan halk kitlelerinin önemli kısmı gerçekliğin daha fazla farkına varıyor, bilinçleniyor ve elbette sisteme karşı çelikleşiyor.
Depremin ilk anından itibaren seferber olanın devlet ve kurumları değil, halk olduğu gerçeği her geçen gün daha fazla dile getirilip yayılıyor. Devletin üstlenmediği, yerine getirmediği görevlerin, patron- ağaları palazlandıran siyasetin sonucu olarak on binlerce insanın aslında katledildiğini seslendirenlerin sesi daha fazla yükseliyor, sayısı daha fazla artıyor.
Halkın bu büyük çilesine çare olamayan bir devlet var karşımızda; enkaz altında canlı olanların yardım çığlıklarına kulak tıkayan ve yetişmeyen bir devlet; enkaz altında sağ kalanlara arama-kurtarma ekiplerini gönderemediği, enkaz dışındakilere sağlık koşullarını, barınma olanaklarını sağlamadığı için ölümlere, zulme neden olan devlet; enkaz çalışmalarında ekipmanın gereksinimi olan benzini yerine ulaştıramayan devlet; ordunun elindeki deniz ve hava yolları olanaklarını halk için seferber edip yetişemeyen devlet; sıcak çorba yetiştiremeyen, su götüremeyen, çadır kuramayan devlet.
Halkın yaşamı, halkın çıkarı olunca yetişemeyen devletin uzun ve ahtapot gibi her yere yetişen kolları da var elbette. Sanal medyada ava çıkıp, devlet aleyhine açıklamalarda bulunanlar hakkında tutuklama kararları almakta geç kalmayan devlet; haftalar sonra “ciddi yağma yoktur” diye açıklama yaparken ilk günlerde sokak ortasında ellerinde sopa ve hortumlarla insanları işkenceyle öldürmekte geç kalmayan devlet; kamyon ve TIR brandalarındaki isimleri değiştirip AFAD, Kızılay yazmakta geç kalmayan devlet. Yardım toplayan kuruluşların hesaplarına el koymakta, deprem bölgesine yardım için gelen devrimcileri gözaltına alan, Yunan devrimcileri sınır dışı etmekte geç kalmayan yine devlet.
Aynı devlet ilk anda yıkılan, yok olan şehirlerde nasıl rant oluşturacağına dair planlarda da geç kalmadı. Kızılay çadırları nerede diyenlere “be ahlaksız, be namussuz, be adi!” diye hakaret etmekte hiç tereddüt etmeyen, halkın öfkesine düşmanlıkta pervasız bir devlet. Kızılay çadırlarını stoklarda bekletip, fahiş fiyata satarak deprem rantına çevirmekte geç kalmayan da bu devletin ta kendisi. Deprem enkazı altında yardım çığlıklarına kulaklarını tıkayan devlet futbol maçlarında yükselen “Hükümet istifa” çağrılarını boğmaya çalışan, “maçlar seyircisiz olsun”, “güvenlik meselesinde kalkanlarımızı kaldırmayacağımızı zannetmesinler” tehditlerinde bulunan da devlet.
Yaptıkları yollar çürük, havaalanları çürük, binalar çürük, inşa ettikleri hastaneler çürük, okulları çürük, limanları çürük, zihniyetleri çürük, bir bütün sistemleri çürük. Kan ve irinle beslenen, çürümüş bir ceset haline gelmiş, tabutuna son çivileri çakılarak yok edilmeyi bekleyen bir sistemdir söz konusu olan.
Deprem felaketi halkın dayanışma ruhunu, seferberliğini, inşa gücünü de ortaya çıkarmıştır. Çürümüş, yozlaşmış ve halk düşmanı faşist diktatörlüğün beceremediği, üstesinden gelemediği görevleri halk dağınık ve örgütsüz yapısına rağmen üstlenmiştir. Halkın ilerici ve örgütlü güçleri tüm güçleriyle, samimiyetleriyle halka yardıma koşmuş, örgütlü güçlerini ve yeteneklerini halkın çıkarları için seferber etmişlerdir. Çürümüşlüğe meydan okumuşlardır. Kıt kanaat geçinen halkımız ekmeğinden, suyundan, yaşamsal ihtiyaçlarından keserek yardıma koşarken, TV ekranlarında halkın emeğiyle palazlanmış ve semirmiş, rantla obezleşmiş patron-ağaların cep harçlıklarından milyonları, milyarları, bunların misliyle kendine döneceğini de bilerek yuvarlamalarına tanıklık edilen bir sosyal çöküntü hali ortaya çıkmıştır. TV ekranlarında yuvarlanan milyarlar, milyonlar halkımızı aşağılamanın, küçük düşürmenin bir aracı olmuştur. Gelir adaletsizliği, ekonomik kriz halkın iliklerine kadar işlerken patron-ağalar aynı koşullarda zenginleşmeye devam ettiler. Çelişkilerin korkunç düzeyde şiddetlendiği ve şiddetlenmeye devam edeceği açıktır.
Deprem sosyal, ekonomik ve siyasi krizi boyutlandırmıştır. Çürümüşlüğü, acizliği ile, halk düşmanı karakteri ile faşizm bir kez daha halkın öfkeli bilincine kazınmıştır.
Sadece azgın şekilde gerçekleşen sömürü ile değil halkı acımasız şekilde baskı altında tutmakla, yozlaştırmakla, kan ve gözyaşına mahkûm etmekle ayakta durabilen bir devlet gerçekliği vardır karşımızda. Bu, devletin aciz ve zayıf karakterini örtmek için onun yaratmakta zorunda olduğu bir gerçekliktir. Halkın sadece bugünün değil geleceğinin de karartılması ve çürütülmesi için var gücüyle savaşmaktan geri durmamasının, onca rezalete rağmen kibirden bir adım dahi geriye adım atmaması, hakaret etmekte, saldırmakta, tutuklamakta pervasız davranması bu yüzdendir. Bu devlet, miras aldığı Osmanlı devleti gibi, 100 yıldır bu eksende şekillenmekte, karakter kazanmakta ve süreklilik sağlanmaktadır.
Devrimci durum düne göre daha fazla olgunlaşmıştır ve bu olgunlaşma sürecektir. Tartışılmaz ve en temel görevimiz bu gerçeklik içinde ortaya çıkmaktadır. Kitlelere devrimci durumun varlığını anlatmak, derinliğini açıklamak gibi hayati bir sorumluluk altındayız. Çökmüş, çürümüş sistemin bir gelecek getirmeyeceğini, kurtuluş yolunun ne olduğunu bıkmadan usanmadan halka anlatmalıyız. Böylesi tarihsel dönemler unutulmamalıdır ki halkın kurtuluş için arayış dönemleridir. Kitlelerin büyüyen öfkesi, henüz kurtuluş bilincine ulaşmamış ancak kurtuluş için yön belirleme isteği, derinlerde başlayan büyük homurdanmalar bir gerçektir. Halkın Demokratik Halk Devrimi için bilinçlenmesi ve kararlı hale getirilmesi, devrimci duruma uygun örgütler yaratma ve tüm bu süreçlerin ancak belirsizliği gidermek, geleceğe ışık tutmak ve kurtuluşu örgütlemekle yükümlü parti önderliği ile olanaklı olduğunu unutmamalıyız. Halkın kurtuluşu ancak halkın savaşma azmini örgütlemek, devrimci eylemlere geçmesini sağlamak ve onları bu yönde faaliyetleri sevk etmekle olanaklı olacaktır.
Depremlerin yıktığı evlerden doğan öfkenin halk için yönetmeyen, halka zulmeden devlete yönelmesi, halkın çıkarlarının birleştiği noktadır. Hayatlarımızın nasıl birbirine bağlı olduğunu bir kez daha görmüş olmalıyız. Çıkarlarımızın farkına varmak ve bunlarla uyuşmayanlarla aramıza en kalın çizgileri çekerek hareket etmek zorundayız. Geleceğimizi ancak kendimiz kurtarabiliriz…