İstanbul 2024 Mayıs’ı her dönem olduğu gibi bu 1 Mayıs’ta da işçi sınıfının bulunduğu mücadele ekseninde bazı gerçekleri gün yüzüne çıkararak yaşandı. Her 1 Mayıs’ta olduğu gibi yine tüm gerçekler yapılan ve yapılmayanlarla birlikte 1 Mayıs’ın yakıcı ve yıkıcı özelliğini gösterdi. Sınıf mücadelesinin en yalın öğretisi olan pratiklerden öğrenme deneyimi, deneyimleri kalıcı mücadele ilkelerine dönüştürme becerisi her devrimci özneyi her komünist yapıyı geliştiren yeni bir yapı parçacığına dönüşmektedir. İstanbul 2024 1 Mayıs’ı alan tartışmaları yetmezlikleri ile Taksim kararının çıkması ve bu kararın iradi olarak hataya geçirilmesi yeni görev olmuştu ve yapıldı da.
1 Mayıs Taksim tartışmaları, işçi sınıfının devrimci, ilerici, geliştiren, yapıcı ve karşı devrimci unsurları yıkıcı proleter tutumuyla, DİSK ve kısmen de KESK gibi sendikal bürokrasinin sınıf iş birlikçisi, kimi küçük burjuva örgütlerin ise sınıfı anlamaktan uzak tutumları arasındaki farkı görüp, anlayabilecekleri bütün pratik unsurlarını bir kez daha gösterdi. Devlet ve toplum arasında derinleşen sınıfsal ve siyasal çelişkiler, sadece iktidarda bir oy kaybına neden olmamış başta CHP olmak üzere birçok sistem partisinin tabanını toplumsal muhalefetin politika alanına daha da yakınlaştırdı. 2024 İstanbul 1 Mayıs’taki DİSK-CHP iş birliği, yoksullaşan, krizlerle boğuşan, bir şekilde tepki gösteren işçi sınıfının birlikten alacağı gücü parçalama görevine soyunmuş araçların bir parçası olarak ortaya çıktı.
ANAYASA VE TAKSİM HİPNOZU
DİSK ve KESK bürokratları, seçimlerin ertesi gününde TMMOB, TTB, DTB gibi meslek örgütlerini de yanlarına alarak açıkladıkları Taksim kararıyla, devrimci hareketin ezici çoğunluğu da dâhil olmak üzere geniş bir kesimi hipnoz etmeyi başardılar. İddialarının arkasını fabrikalarda, iş yerlerinde, işçi bölgelerinde yürütülecek ciddi bir hazırlıkla değil Anayasa Mahkemesi kararıyla doldurmaya kalktılar. Sanki ortada anayasal bir işleyiş kalmış gibi sanki faşist bir rejimle karşı karşıya değilmişiz gibi! Anayasa Mahkemesi kararını Taksim’in anahtarı olarak sallayarak faşist rejime yönelik yanılsamaları bir kez daha besleyip, onun geri adım atacağı konusunda yaygın bir beklenti oluşturdular. Son on gün içinde rejimden son derece net açıklamalar gelmeye başladığında ise bu kez “yasak tanımayıp Taksim’e çıkacağız, önümüzde kimse duramaz” diyerek poz kesmeye kalkıştılar. Devlet partisi CHP’nin başına geçirilen Özgür Özel’in “ben kefilim” diyerek Taksim korosunun önüne geçip mendil sallamaya başlaması ise bu hipnoz sözlerini başta umudunu seçime tapulayanlar ve kimileri için daha da heyecanlı hale getirdi.
“Taksim kararlılığı” ile başlayan Saraçhane uzlaşmasıyla sonlanan süreç, demokratik-devrimci güçler açısından doğru analiz edilmelidir. DİSK-CHP’nin Saraçhane uzlaşısı, devletçi bir uzlaşıdır. Her türlü saldırı, baskı, ekonomik vaatler olmasına rağmen mevcut sermaye temsilcileri AKP-MHP iktidarı çözülmeye başlamış sınıfın devrimcilerle birleşmesi sonucu ortaya çıkacak güçten korkması nedeniyle sözde uzlaşı yolu ile bu süreci idare etme derdindedirler. Sömürü ve talanla ayakta kalmaya çalışan sermaye düzeni tam bir çözümsüzlük alanındadır. Ortaya çıkan DİSK-CHP ikilisinin Cumhurbaşkanı ile görüşmeleri de ortaya çıkan bu uzlaşı, çözümsüzlük aralığında devrimci hareketleri bekleyen olanaklara yönelik sınıf düşmanlığının balans ayarı olmuştur. Neredeyse kontrolü kaybetmiş iktidar gerçeği karşısında sistemin, DİSK-CHP eliyle kontrolü kaybetmeme operasyonudur. Öncesinde “Taksim’e yürüyeceğiz” deyip Saraçhane’de sırtını Taksim’e ve devrimcilere dönerek 1 Mayıs’ı kutlayanlar saflarının kimin yanında olduğunu uzlaşı mesajları ile ve alandan çekilme utanmazlığı ile vermiştir.
DİSK yönetimindeki hâkim eğilimin sınıf iş birlikçi sosyal diyalog sendikacılığıdır. Bu yaklaşım sadece etkisizliğini kanıtlamamış, sınıf taleplerini geride bırakmış, işçi örgütleyemeyen, darlaşan, sığ politik bir çizgide fing atan DİSK, bu İstanbul 1 Mayıs’ında da kendi işçisine verdiği sözü tutmamış Taksim’i zorlamamıştır ve gerici hedeflerinden biri olan CHP ile verilen fotoğraftan sonra alandan çekilerek kendi üyesine bile ihanet etmiştir.
1 Mayıs ileri işçinin, sorunlarını kendi usulüyle çözmesinin ve hareketin gelişmesini engelleyen burjuva iş birlikçisi sendikal-politik anlayışlarla mücadele etmenin yollarını göstermesi bakımından da öğretici oldu, tabii anlamak, görmek isteyen sınıfı önemseyenler açısından. Aksi halde sözde ileri görüşlü at gözlükleri! ve kuyunun dibinden gökyüzüne bakan kurbağanın tasvir ettiği dünya özlemi ile sınıfa bakanlar kuyudan gördüğü yere güzellemeler övgüler dizerek bir sonraki 1 Mayıs’a yol almaya devam edecek. Bu anlayışların argümanlarını görmek çok zor olmasa gerek ileri tavır, faşizmle mücadele, devrimci sorumluluk, kararlılık, irade savaşına yaslanarak koskoca bir yıl da sınıfının içinden değil belki biraz paralelinden geçerek teğet noktalarından avuntular çıkararak varlık savaşı vermek. Oysa işçi sınıfının ana gövdesi bambaşka yerde başka taleplerle gerici sendikalar ve sınıf kimliğinden uzak fabrikalarda üretimin parçası olmaya devam ediyor.
İşçi sınıfı birçok kez olduğu gibi halen en zor yoldan, en ağır bedelleri ödeyerek yine yeniden kendi yolunu kendi deneyimleri ile bulmaya devam ediyor. Bu gerçeğe rağmen sınıf adına ahkâm kesip hem mekan tartışmalarında işçisiz karar vermekten tutun da söylediği her sözü işçi sınıfın gerçeği ve kararıymış gibi başta kendi içine sonra kitlelere sindirmeye çalışan sınıftan kopuk anlayışlar işçi sınıfının yegâne temsilcisi rolünü oynayarak aslında işçi sınıfını halen bulunduğu gerici iş birlikçi sendika ve kurumlara teslim etmekte, arkasına bakmadan koşmaya devam etmektedir. Öyle ki -teşbihte hata olmaz- bu bayrak yarışında bayrağı sınıftan almadan koşmanın ileri gitmenin, tur bindirmenin bu yarışta nasıl bir anlamı yoksa o şekilde yavan ve anlamsızdır. Bu tutum işçi sınıfını mevcut durumuna hapsetmekten, işçi sınıfının yaratıcı gücünü ortaya çıkarmayan pasif hale getirmekten öteye gitmeyeceği öngörüsünde bulunmak zor olmasa gerek. 2024 1 Mayıs’ı bu tartışmalar açısından da önemlidir.
2024 İstanbul 1 Mayıs’ı ve sendikal bürokrasinin genel tutumu işçi sınıfının gücünü daha etkili bir şekilde ortaya koymasını olumsuz etkilemiştir. Özellikle Türk-İş ve Hak-İş eliyle tek bir kentte kutlama çağrıları ve bu kutlamalara üyelerinin oransal gücünün çok altında katılımla görev savma, yapmak için yapma gibi dar bir etkinliğe indirgeme tutumu devam etmiştir. Türk-İş ve Hak-İş’in 1 Mayıslarında ise işçi vardır ama işçilerin sınıf olarak siyasal talepleri yoktur.
2024 İSTANBUL/BÖLGELER 1 MAYIS ALANLARI VE İŞÇİ SINIFININ MESAJLARI ALINACAK DERSLER
Sermaye temsilcisi iktidarın yasakçı tutumuna ve sendikal bürokrasinin yasak savma ve bölme çabalarına rağmen 1 Mayıs ülke genelinde yüzü aşkın yerde yüz binlerce işçinin katıldığı yaygın ve kitlesel eylemlerle kutlandı. Belli sanayi merkezlerinde işçilerin talepleriyle ve coşkulu katılımın yanı sıra, yıllar sonra ilk defa 1 Mayıs eylemlerinin yapıldığı merkezlerin sayısının artması bu 1 Mayıs’ta hafızalarda kalanlardı. Özellikle Batman, Antep, Van, Ağrı, Yozgat ve bölge özgülünde gerçekleşen mitingler önemlidir. Aynı zamanda 1 Mayıs eylemleri işçi hareketinin bölünmüşlüğünün yanı sıra sendikal bürokrasinin işçi hareketi üzerindeki güven duygusu düzeyini de görmek bakımından önemli oldu. İşçilerin sendika merkezlerinin kürsülerdeki yakınmalarına itibar etmemesi ve 1 Mayıs eylemlerine katılanların konuşmalar başlar başlamaz alanı terk etmesi, konfederasyon yönetimlerine güvensizliğin ve tepkinin boyutunu göstermektedir. Alanlarda başlıca birkaç talep öne çıkmıştır. Ek zam, vergide adalet, örgütlenme hakkı, yoksulluk gibi talepler belirgindir. Ergün Atalay işçilerin vergi yükü, ek ücret ve sendikalaşma hakkı-yasal düzenlemeler üzerine bazı önemli gündemler hakkında konuşsa da azcık diş gösterip ardından vatan-millet-sakarya teranesi ile iş birlikçi yönünü de hatırlatmaktan geri durmayan tavrı bulunduğu yerin görevini layıkıyla yapmanın mesajını vermiş oldu. Sınıf adına sınıftan kopuk başka bir açmazsın aynası haline geldi.
HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan ise “Bu meydanla ilgili tartışmaları biz 2009, 2010 ve 2011 tarihte sona erdirdik. Bundan sonra Taksim’de verilecek izinle burada yapabiliriz, eğer burada izin yoksa Türkiye’nin bütün meydanları bizim meydanlarımızdır, bütün alanlar bizim alanlarımızdır. Meydan tartışmalarıyla bir kısım güvenlik gerekçeleriyle kaos ve gerilim oluşturmak, kaos ve gerilimin etrafında dönmek emek hareketine büyük haksızlıktır.” diyerek niyetini saklama gereği duymadan devrimcilere yönelik terörize eden bakışını işçilere aşılamaya devam etmiştir.
Vergide adalet talebini mitinglerinde sınırlı da olsa dillendiren sendikal bürokrasi, ek zam talebini yükseltmekten özel olarak kaçınmıştır. Çünkü ek zam talebinin mücadele konusu haline gelmesi demek bugün sözleşmelerin çıtasını yukarı çekmek anlamına gelmektedir. Dahası bunun için başlayan bir mücadelenin birleşik ve kitlesel bir mücadeleye dönüşmesi ihtimali vardı ki sendikal bürokrasinin en çok korktuğu şeydir. Onun için de vergide adalet talebine sarılmak onu öne çıkarmak; “Bu talep için hükümetle müzakere ediyoruz, bugün değilse de yarın gerçekleşecek” diye işçileri beklentiye sokarak öfkeyi yatıştırmak son yıllarda da etkili olan ve önümüzdeki dönem karşısında uyanık olunması gereken bir durumdur. Evet, işçi hareketinin mücadele dinamiğindeki canlılığa rağmen, mücadeleci sendika merkezlerinin ve yanı sıra sınıf sendikacılığı mevzilerinin zayıflığı devam etmektedir. Ancak sorunun çözümü de bu çelişkili durumun işçilerin mücadelesinden yana çözülmesiyle çıkacaktır. Eğer sınıf kimliğini kavrayan ve sermaye çarklarının nasıl işlediğine uyanan öncü, ileri işçiler ve mücadeleci sendikacılar kendi sorumluluğunun önemini anlamışsa, yapacağı ilk şey; bütün öncü işçilerle birleşeceği yer olan kendi sınıfın siyasal zemininde mücadele eden partisinde örgütlenmesidir. Sendikaları işçi örgütlerine dönüştürmenin ve sendikaları devrimci bir çizgide toplamanın bundan başka bir yolu yoktur. Hemen hemen bütün çevreler farklı farklı olgulara dayandırarak yeni bir döneme girildiğini ifade etmektedirler. Resmi burjuva kalemşorlar ve tarihçiler de bu yeni dönemi yerel seçimleri başlangıç noktası kabulünden hareketle tanımlayacaklardır. Oysa iktidar bütün güçleriyle yerli yerinde durduğunun, sömürü ve baskı politikalarını kararlılıkla sürdüreceğinin mesajını vermektedir. Alt edilmesinin anahtarı da işçi sınıfının özellikle son üç yıldır ek zam talebi, asgari ücretin yükseltilmesi ve işçilerin, emekçilerin çalışma ve yaşam koşularının iyileştirilmesi için giriştikleri mücadelenin düzeyinin gittikçe yükseliyor olması ve diğer toplumsal kesimler üzerinde etki gücünün artmasında aranmalıdır.
Aradan yıllar geçmesine rağmen, Taksim konusuna işçi sınıfının mücadelesini güçlendiremeyecek bir saplantıyla yaklaşanlar, yanlışlarından ders çıkarmalıdırlar. “Taksim yıllardır hem sendika bürokrasisinin günahlarını hem de devrimci solun sınıfın geniş kesimlerinden ne denli kopuk olduğu gerçeğinin üzerini örtmek için kullanılan bir örtü haline getirilmiştir. Meseleyi değerlendirmek için elimizdeki temel ölçüt işçi sınıfının mevcut bilinç ve örgütlülük düzeyidir. Bunu es geçen, hatta bunu değerlendirmesinin temeline oturtmayan her türlü yaklaşım niyet ne olursa olsun zayıftır ve zayıf da kalacaktır. Fabrikalarda, işçi mahallelerinde sınıfı bilinçlendirmek ve örgütlemek için anlamlı, dişe dokunur bir çalışma yapmayıp, ter akıtmaktan kaçanların, 1 Mayıs’a ilişkin takındıkları tutumların politik ciddiyetle hiçbir ilişkisi yoktur. Bunu yapanlar şayet devrimcilerse, bunun da işçi sınıfı devrimciliğiyle ilgisi yoktur. Bu tutum ancak kendi ruhunu rahatlatmak isteyen küçük burjuvanın devrimciliğine yakışır.“ Türkiye’de 1 Mayısları yaratan ve bir gelenek haline gelmesini sağlayan da, Taksim’in bir sembol haline gelmesine yol açan 1 Mayıs 1977’yi yaratan da küçük burjuva devrimciliği olmamıştır. Bugünkü küçük burjuva devrimciliğinin o zamanki öncülleri, devrimci hareketin olağanüstü kitleselliğine rağmen, Türkiye’de kitlesel 1 Mayıs kutlamaları örgütlemeyi adeta akıllarına bile getirmemişlerdir. Bu işi yapanlar işçi sınıfı devrimciliğine yönelen devrimciler ve onların içinde çalıştığı eski DİSK olmuştur. Bu unutulan gerçekleri küçük-burjuva sola da yeni DİSK’e de hatırlatmak zorunludur. Hatırlanması gereken bir başka gerçek, eğer oyun oynamıyorsak, bugün Taksim’i kazanma sözünün asıl anlamının 1 Mayıs 1977’deki gibi örgütlü ve düzene korku salan bir işçi hareketini örgütlemek olduğudur.