Yazımızın ilk bölümünü İslam ve Sol Çalıştayı’nda Levent Gültekin’in İslam ve sol bir araya gelmezse solcuların faşist, dindarların ise yobaz olacağına (!) dair sözleriyle bitirmiştik. Maksatlarını; sorgulama ve ortaklıkları öne çıkarma olarak lanse etseler de Levent Gültekin’in ve diğer birçok sunum sahibinin ‘sol’ genellemesiyle Marksizm’e ve ‘sol’a dönük düşünsel saldırı ve önyargılarını görmek mümkün. Gültekin, solda düşünce olmadığı, solun akıl etmediği, değişmediği ve eşitlikçi, özgürlükçü olmadığı gibi sözleri bir çırpıda zikrettikten sonra “bizim solculuğumuz da dindarlığımız da sahte” diyerek sözlerini sürdürüyor. Sonuçta ne diyor Gültekin; ‘ideolojiler sahte, insanlık, iyi bir eğitim ve anayasa lazım.’ Onca latife ve kötülemenin sonunda sözün gelip bağlandığı yer içeriğinde hiçbir somutluk bulunmayan burjuva bir söylem oluyor. Oysa “solcusu” ve “İslamcısı” birleşip Marksizmi Aydınlanmacı olmakla suçluyorlardı. Çelişkiye bakın ki ‘sol’ eleştirisinin kendisi de birçok sunum açısından Aydınlanmacılığın çocuğu liberalizme demirlemekten başka bir işe yaramıyor.
‘Solcu’ ve ‘İslamcı’ sunumların ortaklaştığı konuların başında Marks’ın “din halkın afyonudur” sözünün Marksistler tarafından tek taraflı olarak çarpıtıldığı, istismar edildiği veya kavranmadığı iddiası geliyor. Marks, dini sadece bu yönüyle ele almamış, dinin aynı zamanda “gerçek ıstıraba karşı protestonun bir ifadesi, mazlumların iç çekişi, kalpsiz dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhu” olduğunu da söylemişti. Çalıştayda bu konu o kadar çok tekrarlanmış ki yeni bir şey keşfedildiğini sanıyorsunuz. Oysa Marks’ın dine dair görüşlerinin bütünlüğü ve dinin bu özelliğine dair fikirleri hiç de bilinmiyor değil. Marksizmin dine dair görüşlerine ayrıca yer vereceğiz fakat “solu” Marks’ı istismar etmek ya da anlamamakla suçlayan görüşlerin kendisi tam da bu konuda Marks’ı istismar etmekten geri durmuyor. İşin daha ilginci Marksizmi savunmayanların ve hatta Marksizmi Aydınlanmacılıkla suçlayanların dahi Marks’tan kırptıklarıyla ‘sol’a suçlama getirmeleri… Genel olarak Aydınlanmacılık eleştirisi getirilse de ‘sol’ adı altında yapılan genellemenin içerisinde herkes var. Doğal olarak suçlama Marksizmi ve devrimcileri de kapsıyor.
AYDINLANMACILIK ELEŞTİRİSİ İSLAMI OLUMLAR MI?
Kuşkusuz ülkemizde Marksizm adına Aydınlanmacılığın teorisini yapan birçok kesim var. Ve ne yazık ki bu revizyonist, reformist görüşlerin etki alanı epeyce fazla. TKP gibi örgütler başta olmak üzere Kemalizm’i savunan ya da Kemalizm’le tam olarak hesaplaşamamış hareketlerin düşünsel arka planında Aydınlanmacılık vardır. Fakat bu kesimler ülkemizde Marksizmi mi temsil etmektedirler? Ya da ülkemizdeki Marksist hareketler bu Aydınlanmacılık çuvalının içine doldurularak doğru bir biçimde tartışılabilir mi? “Gerçek İslam” tartışması yapmak bizim işimiz değildir; biz genel olarak dini ve özelde İslamı, Marksizmin teorisine uygun olarak analiz etmekle yetiniriz. Fakat söz konusu Marksizm-Leninizm-Maoizm ise ayrıştırmaksızın, ‘sol’ genellemesiyle ülkedeki komünist ve devrimcilerin kötülenmesine sessiz kalamayız. Çalıştay bu yönüyle kendini kısır bir döngüye hapsetmiş; ‘sol’a “gerçek İslam”; İslamcılara ise “gerçek Marksizm” tartışması yaptırmakla malul olmuştur. Oysa bu tartışmanın her iki kesim açısından da “ortaklıklar” adına pragmatizm içerdiği açıktır. Teorik ve düşünsel bazda Marksizmin Müslümanlara komünal, kurtuluşçu, devrimci kimi örnekler üzerinden “gerçek İslam”ı telkin etmesi ne kadar tutarsızsa İslamcıların da ‘sol’a “sosyalist Müslümanlık” üzerinden “gerçek Marksizm”i telkin etmesi bir o kadar tutarsızdır. Bu kısır tartışma o kadar ilerlemektedir ki İslam mı daha kötü yoksa Marksizm mi ya da tersinden hangisi daha iyi gibi bir soyut fikir yürütmelere dönüşmektedir. İslamı İŞİD, Müslüman Kardeşler, AKP, emperyalizmin kuklası Arap devletleri vb. üzerinden tartıştığınızda yani İslamın hâkim sınıfların ve gerici güçlerin de bayrağı haline gelebildiğini ortaya koyduğunuzda hemen karşınızda birçok çarpıtmayla beraber Sovyetlere, Çin’e ve modern revizyonist bürokratik yönetimlere dair karşı cevaplar bulmanız gecikmeyecektir. Tartışma bu şekilde iyice demagojikleşmekte; Che ve Mao’nun gerilla üstadının Fas’lı devrimci bir Müslüman gerilla lideri Abdülkerim el-Hattabi olduğu gibi saçma tartışmalara dahi evrilmektedir. (İslam Özkan)
Fakat en “acıklısı” Marksizm adına söz eden kimi görüşlerin, savunduklarını iddia ettikleri ideolojinin arkasında durmamaları, Marksizm adına yapılan hataları dini veya İslamı olumlamanın gerekçesi yapmalarıdır. Bu görüş sahipleri Marksist olduklarını iddia etmektedir ancak Aydınlanmacılığı yadsımak dışında dillerinde Marksizmin teorisine, örneğin üretim ilişkileri ve sınıf savaşımına dair pek bir şey duymak mümkün değil. Soyut bir devrimcilik ve yine soyut bir İslam tartışması ve güzellemesi ile çok “yenilikçi” bir iş yapıldığı sanılıyor. Temel görüş şunun üzerine şekilleniyor: Din veya dinsel ideolojiler ezilenlerin ezenlere karşı mücadele bayrağı haline gelebilir, tarihte bunun sayısız örneği vardır ve hatta bugün özellikle Orta Doğu’da emperyalizme karşı mücadele eden ve İslami ideolojiyi referans alan birçok hareket vardır. Evet bu doğrunun bir tarafıdır ve yeni keşfedilmiş de değildir. Aynı şekilde bu görüş, dinin ezenlerin bayrağı haline gelebildiğini de kabullenmektedir. Ancak dinin bu farklı sınıf ve ulus çıkarlarının bayrağı haline gelebildiği söylenirken ona niteliğini veren sınıfsal gerçekler üzerinde yeterince durulmamakta, İslamı ülkemizde de ezilenlerin mücadele ideolojisi yapma motivasyonuyla hareket edilmektedir.
İDEOLOJİDE RENGARENK OLMAK MARKSİZM DEĞİLDİR
Peki bir Marksiste düşen şey, halkın önemli bir bölümünün din ideolojisinin etkisi altında olduğu gerekçesiyle ezilen sınıflar içerisinde dini ideolojiden beslenen bir devrimcilik yaratma çabası mıdır? Yoksa ezilen sınıfları dini, ulusu, mezhebi, cinsiyeti vb. fark etmeksizin Marksist-Leninist-Maoist ideolojinin ve onun yön verdiği devrimci bir partinin etki alanı içerisine almak mıdır? Dikkat edilsin, tartışma asıl olarak, komünist ve devrimcilerin dinin etkisi altındaki kitleleri devrim mücadelesine kanalize etmede, onları KP’nin etki alanı içerisine çekmede, onlara önderlik etmede karşılaştıkları güçlüklere, sergiledikleri yanlışlara; nasıl bir politika izlemeleri, hangi araç ve yöntemleri devreye koymaları gerektiği gibi sorunlara odaklanmıyor. Başta ‘solcular’ olmak üzere birçok konuşmacı ve sunum sahibi, Müslüman bir devrimci hareket ya da ezilenlerin bayrağı olmuş bir İslamı canı gönülden istediklerini ortaya koyuyorlar. Oysa komünistlerin, dini ideolojilerin etkisi altındaki ezilen sınıflarla yine komünist yöntemlerle ilişki kuramayacağı, onların mücadelelerine önderlik edemeyeceği gibi bir fikir nereden çıkmaktadır? Ve Marksizm adına, kendi rol ve misyonunu inkâr edercesine ‘sol’ bir İslami hareket yaratma çabasının kaynağı nedir? Açık ki bu teorik-ideolojik bulanıklığın; “yenilenme” adı altında farklı sınıf ideolojilerinin etkisi altına girmenin sonuçlarıdır. Ve bu güçsüzlük sadece din ve İslam konusuyla da sınırlı değildir. Marksizm-Leninizm-Maoizmin kızıl bayrağı yerine İslamın yeşil bayrağını yükseltmekten gocunmayan bu “Marksist”lerimizin feminizm karşısında mora; anarşizm karşısında siyaha; “Yeşiller” karşısında bu sefer onun açık yeşiline, ulusal hareketler karşısında onların rengine vb. bürünmeleri işten bile değildir. Onlara göre Marksizm tüm bu farklı ideolojileri içererek kendini yenilemelidir. Oysa ne ideoloji ne de Marksizm böyle bir şeydir. İdeolojileri belirleyen şey sınıflardır ve ne kadar farklı renge bürünürseniz bürünün kapitalist-emperyalist sistemde hizmet ettiğiniz ideoloji, nihayetinde iki sınıf ve iki ideolojiden (proletarya-burjuvazi) birini temsil etmekte, ondan beslenmektedir.
Ülkemizde Marksizm adına söz söyleyenlerin içerisinde İslam konusunda söz konusu fikirlerin asıl ‘tutarlı’ savunucusu ve teorisyeni Teori ve Politika (TP) dergisidir. Birçok devrimci-demokratik hareket kabul etsin veya etmesin TP’nin ideolojik etkisi altındadır ya da onun öncülük ettiği tartışmaları geriden takip etmektedir. TP, Althussercilikten beslenmekte ve o bilinen epistemoloji-ontoloji ayrımına göre her bir meseleyi esnek bir şablonun içine yerleştirmektedir. Esnek diyoruz çünkü TP, epistemolojinin ontolojiye, ontolojinin ise epistemolojiye hiçbir sınır koymaması gerektiğini savunmaktadır. Bu nedenle özellikle ‘özne’ ve ‘politika’ söz konusu olduğunda Marksizm adına her türlü “orijinal” fikri TP’de bulmak mümkündür. ‘Yapı’ karşısında ‘özne’nin kim olduğunun belirleyici bir önemi yoktur. Toplumsal özne olarak proletarya yerine “ezilenler” geçerli kılındıktan sonra öznenin köylüler, ezilen uluslar, İslam ya da işçiler olmasının belirleyici bir önemi yoktur. Konumuz Althussercilik ya da TP’nin analizi olmadığı için kısaca değiniyoruz. Ancak şunu da teslim etmeliyiz ki kendi teorik ve politik kurgusuna uygun olarak çalıştayda görüşlerini açık biçimde ortaya koyabilen de TP’dir. Ne diyordu Metin Kayaoğlu; “Yeter, ikinci döneme geçelim artık. Birinci dönemin özellikleri neydi? Birbirimizi okşama, tanıma, iyi niyetle selamlaşma dönemiydi. Birinci dönemin kategorik özelliği neydi? İhsan Eliaçık’ın Kur’an’daki komünist ayetleri açıklama dönemidir. İhsan Eliaçık’a karşılık gelen Marksistlerin birinci dönem tutumu neydi? Marksizmdeki Müslüman ayetleri açıklama dönemiydi. (…) Bu dönemi artık ikinci döneme evriltmemiz zorunludur. Yoksa ilerleme olmaz.” Aslında “iki taraf” da birbirilerini “okşadıklarını” biliyorlar ve Kayaoğlu artık “yoldaşlaşmak, özdeşleşmek” gerektiğini belirtiyor.
MARKSİZMİN TAHRİFİ: “HANİF MARKSİZM” YA DA “İDEOLOJİK YERELLEŞME”
Aydınlanmacılık ve liberalizme savaş açarak “Hanif Müslümanlık”a göndermeyle “Hanif Marksizm”i kurma çabası içerisindeki Kayaoğlu, “Kürt”, “İslam” ve “şiddet” (“devrimcilik”) başlıklarını ezilenlerin devrimci enerjisiyle birleşmenin zorunlu koşulları olarak değerlendiriyor. Bu üç faktörün oluşturuculuğunda ortaya çıkacak bir politik hareketin Kemalizm karşısında devrimci tarzda yer alacağını iddia eden Kayaoğlu, bunun, Kaypakkaya’nın politik hattının günümüzdeki edimi olduğunu iddia edecek kadar da “orijinal” fikirlere sahip. Aydınlanmacılık, liberalizm ve Kemalizm eleştirisi ise evet TP ya da herhangi bir akım Kaypakkaya’da kendine sağlam dayanaklar ve tutarlı bir teori bulabilir. Kaypakkaya’yı kendi “Hanif Marksizm”ine “dayanak” yapmak ise ancak TP’nin sergileyebileceği bir maharettir. Kaypakkaya, Aydınlanmacılık, liberalizm ve Kemalizm konularında olduğu gibi din konusunda da Marksist-Leninist-Maoist teoriden ödün vermeyecek bir bütünlüğe sahiptir ve İslam karşısında “hanif” olmayacak kadar enternasyonal bir komünisttir.
TP’nin “Hanif Marksizm”ine benzer bir biçimde Komün dergi ise bu tartışmayı “ideolojik yerelleşme” olarak kavramlaştırıyor. Gerekçe ise “halkın komünal pratiklerinin ulus ve din gibi egemen devletli formlardan sıyrılması için kavramsal zemin ve verimli bir başlangıç anı olabilir” şeklinde belirtiliyor. Yukarıda da vurguladığımız gibi Marksizmin teori ve ideolojisini bütünlüklü olarak savunmaktan aciz “utangaç sosyalistlerimiz” Marksizmi “yenilemeyi” ve “yeni” kavramlar üretmeyi pek seviyorlar. Oluşturdukları kavramın içeriğini açıkladıklarında pek de farklı, yeni, aykırı bir şey söylemiyorlar gibi bir düşünceye kapılabilirsiniz. Fakat öyleyse yeni kavramsallaştırma ne işe yarıyor? Öyle ya biz buna “somut şartların somut tahlili”, “çelişkinin özgüllüğü”, “farklı tarihsel ve toplumsal koşullar” vb. diyoruz. Ve bu özgün olanı verili toplumun analiziyle, programla, strateji ve taktiklerle ilişkili olarak düşünüyoruz. Ancak Komün dergi daha “ileri” bir şeyden; ideolojinin yerelleşmesinden bahsediyor. Ve ideoloji söz konusu olduğunda bu aslında ileri olanın geriye meyletmesine; evrensel olanın yerel olanla sınırlanmasına hizmet ediyor. Komün dergi “ideolojk yerelleşme”yi kapitalizm öncesi isyan deneyimlerini gün yüzüne taşımaya çalışan bir anlayış olarak tarif ediyor ve niyetlerini İslam adıyla yapılmış komünist pratikleri bulup onlarla yoldaş olmak olarak açıklıyor.
KURTULUŞ TEOLOJİSİNE DEĞİL MLM’YE YASLANALIM
Bu durumda iki soru ortaya çıkıyor. Birincisi neden “emperyalizm ve proleter devrimler çağı”nda değilmişiz gibi yüzümüzü önceye, eskiye, geriye dönmemiz salık veriliyor? Ve ikincisi tarihin en devrimci ve ileri ideolojisine sahip biz komünistler neden İslam veya başka bir dinin çağımızı açıklamaya ve değiştirmeye muktedir olmayan kurtuluş teolojisinin/ideolojisinin etkisini diriltmeye ya da güçlendirmeye çalışalım? Gereksiz bir tartışmaya mahal vermemek için belirtelim; biz halen, ülkemizde emperyalizme ve onun yerli işbirlikçileri olan hâkim sınıflara karşı din ideolojisiyle hareket eden devrimci, kurtuluşcu veya “sosyalist” bir İslamı; somut bir hareketi tartışmıyoruz. Böyle bir ideolojik-politik hareket söz konusu olsa doğal olarak tartışmanın yönü de değişecektir. Bu durumda politik ilişkilenmeyi, strateji ve taktikleri, ittifakları vb. tartışabilir; ‘İslam’a devrimci karakteri kazandıran özellikleri güçlendirmeyi ve onu sınıfsız-sömürüsüz bir dünya hedefimizin bir ittifak gücü kılmayı kendimize görev biliriz. Marksizmin, Lenin ve Mao gibi ustalarının Asya ve Afrika’nın dini, feodal ya da burjuva ideolojilerin etkisi altındaki fakat emperyalizme karşı savaşan halklarına karşı izlediği siyaset gibi… Ancak İslam ve Sol Çalıştayı’nın Marksizm adına söz eden katılımcıları somut bir hareketi tartışmıyorlar. Ülkemizde devrimin güçlenmesi ve başarıya ulaşması adına devrimci bir İslamı oluşturmayı kendilerine dert edinmiş görünüyorlar.
Fakat devrimci politika niyetlerden değil gerçeklerden yola çıkmak zorundadır. Toplumsal ve siyasi hareketler biz istedik diye, tarihte ve başka ülkelerde örnekleri var şimdi-bizde niye olmasın gibi düşüncelerle değil belli tarihsel ve toplumsal koşulların ürünü olarak ortaya çıkarlar. Birtakım çelişkilere hitap eder ve toplumsal karşılığı olan bir ihtiyaç olarak ortaya çıkarlar. Doğal olarak sınıfsal, ulusal, cinsel, inançsal vb. olarak bu toplumsal çelişkilere hitap etmeyen, bu çelişkilerin çözümü için mücadele etmeyen hiçbir ideolojinin politik bir güç olarak devrimci mücadelede konumlanması mümkün değildir. Ülkemizde asgari düzeyde dahi devrimci sıfatını elde edebilmek için emperyalizme, komprador kapitalizme, feodalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı mücadelede konumlanmak gerekir. ‘Sol’ liberallerin yaptığı gibi bir yandan faşizm tespiti yaparak bir yandan ise seçimleri, parlamentoyu, anayasayı adres göstererek yürütülecek bir mücadele değildir bu. Aynı gerçekler İslam için de geçerlidir. Türk hâkim sınıflarına ve onun faşist devletine karşı savaşmayan, ezilen sınıf, ulus ve inançların haklı mücadelesinde kendini konumlandırmayan bir İslamın, devrimci veya kurtuluşçu tutarlı bir çizgisinin ve toplumsal karşılığının olması mümkün değildir. Evet bir toplumsal karşılığı olabilir fakat bu hâkim sınıf ve ulus çıkarlarıyla çatışmayan, onun gölgesinde bir toplumsal karşılık olmanın ya da etkisi sınırlı kültürel bir karşılık olmanın ötesine geçemeyecektir. Nitekim bugün “sol İslam”, “devrimci Müslüman”, “anti-kapitalist Müslüman” veya adına ne denirse densin bu yöndeki İslami akım ve görüşlerin gerçekliği budur.
NİYETLER DEĞİL GERÇEKLER DEVRİMCİDİR
Tekrar etmek gerekirse bu ülkede “devrimci bir İslam” oluşturma tartışması komünistlerin tartışması değildir. Komünistlerin kendi sınanmış bayrakları vardır. Başka bayrakların altında savaşmayı değil haklı mücadeleleri kendi bayrakları altında savaştırmayı hedeflerler. Politik güçsüzlüğün nedenlerini Marksizm-Leninizm-Maoizm (MLM) ideolojisinin kendisinde değil bu ideolojiyi kavrama, geliştirme ve uygulamadaki eksikliklerde ararlar. MLM ideoloji yerine İslam ideolojisini benimsemek veya MLM’nin içerisine İslam ideolojisini dâhil etmek Marksizmi ileriye değil geriye taşımak, onu Marksizm olmaktan çıkarmaktır.
Faraziye ve niyetlerden değil gerçeklerden yola çıkıyoruz. Tüm ülkeleri kendi gerici çıkarlarına eklemleyen emperyalist-kapitalist sisteme ve uluslararası burjuvazinin Aydınlanmacı, liberal ideolojisine olduğu kadar dini ideolojik biçimlerine de gözlerimizi kapatamayız. Başta Orta Doğu halkları olmak üzere dünya halklarının ulusal, dinsel, mezhepsel, kültürel düşmanlaştırma politikalarıyla emperyalizmin ve yerli gerici devletlerin boyunduruğu altında tutulmasına; sınıfsal çelişkilerin ve devrimci mücadelelerin dini ideolojilerle bastırılması, köreltilmesi ve amacından saptırılmasına gözlerimizi kapatamayız. Biliriz ki günümüzde hiçbir ara sınıf ve ideolojinin, proletarya veya burjuvaziden, proleter ideoloji veya burjuva ideolojiden bağımsız bir biçimde ciddi bir varlık kazanma, başarıya ulaşma şansı yoktur. Dini veya İslami ideolojiler kapsamında devrimci bir hareket gördüğümüzde dahi bu harekete potansiyel oluşturan sınıfsal, ulusal vb. çelişkilerle ilgilenir, hareketin devrimci yönünü geliştirmeyi ve komünizmin bayrağını yükseltmeyi hedefleriz. Teorik-ideolojik savaşımız Aydınlanmacılığa, liberalizme, Kemalizme ve her türden burjuva-feodal ideolojiye karşı olduğu gibi din ideolojisine karşı da bir savaşı içerir.
Devam edecek…