TC’nin Suriye Kürdistanı’na yönelik işgal saldırısı, üzerine perde çekilen birçok gerçeği ortaya koymaya yetti. Açığa çıkan bu gerçek içerisinde devletlerin, siyasi hareketlerin ve tek tek kişilerin duruşu da kendini ele verdi. Kürt ulusal sorunu bir kez daha mihenk taşı özelliği göstererek devrimin dostları ile düşmanlarını (ve potansiyel düşmanlarını) ayrıştırmada önemli somut veriler sundu.
Türkiye’de ilerici, “sol”, demokrat diyebileceğimiz önemli bir kesim Rojava’ya yönelik işgal saldırısını belli başlı kalıplar üzerinden görmeyi tercih etti. “Emperyalizm (ABD emperyalizmi)”; “Suriye’nin toprak bütünlüğü”; “AKP’nin iç politika hamlesi” ve “savaş karşıtlığı” bu kalıpların en bilinenleri oldu. Kürt ulusal sorununda Marksizm-Leninizm-Maoizmin (MLM) temel doğrularını savunmaktan, bu doğruları yüksek sesle ifade etme cesaretinden yoksun bu kesimler, gerçekleşen işgal saldırısını Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkına karşı bir saldırı, ilhakın bir devamı olarak görmek yerine şoven ideolojinin “kabul edilebilir” sınırlarında görmeyi tercih etti.
TC’nin daha işgal başlar başlamaz, işgale karşı açıklama yapan ya da sosyal medyada söz söyleyen kimi kişi ve kurumlara yönelik gözaltı ve soruşturma saldırısı işgal karşısında sessizliği sağlamayı, hemen her kesimi “devletin ve milletin” yanında göstermeyi amaçlıyordu. “Devleti ve milletiyle” pek de sorunu olmayan fakat ona AKP ve RTE önderlik ettiği için rahatsız olan sosyal şoven kesimler utangaçça da olsa işgal saldırısına karşı çıktılar. Fakat karşı çıkışları o kadar içeriksizdi ki tarihi ve somut gerçekler karşısında hâkim Türk ulus şovenizminin doğrudan ya da dolaylı olarak desteklenmesi anlamını taşıyordu.
Başta CHP olmak üzere tüm faşist düzen partileri işgal saldırısına destek verdi. Burjuva medya tek sesli faşist yayınıyla işgal saldırısını haklı bir ulusal savaş gibi göstermek için her türlü yalan haber, manipülasyon ve dezenformasyon yapmaktan geri durmadı. Faşist ve şovenist kuşatma o kadar yoğundu ki buna karşı durması gerekenlerin sesleri de en başta kısık çıktı. Bunda kuşkusuz yıllardır hayata geçirilen reformist politikaların, sahte umutların ve özellikle son seçimlerde safça CHP’ye yüklenen misyonun etkisi oldu. CHP ve İmamoğlu’nun işgale destek vermesiyle denebilir ki geniş bir kesim şaşkınlık içerisinde tepkisiz kaldı. İşgalin yarattığı kan ve vahşet ortaya çıkmaya ve dünya kamuoyu işgale tepki göstermeye başladıkça bu kuşatma belli oranda kırıldı ve “savaş karşıtlığı” öne çıkmaya başladı. Kürt Ulusal Hareketi, komünistler ve Kürtlerin Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı savunan devrimci-demokrat kesimler süren savaşı işgal ve ilhak penceresinden görürken sosyal şoven kesimler ise Türk hâkim sınıflarını fazla üzmeden ABD emperyalizmi ve AKP/RTE karşıtlığıyla söylemlerini şekillendirdiler.
Rojava’ya yönelik işgal saldırısına gösterilen tepkiler üzerine her bir kurum ve kişi nezdinde çokça şey ifade edilebilir. Biz bu vesileyle bir kez daha ulusal sorun, savaş, işgal ve ilhaklar konusunda MLM’nin temel doğrularını propaganda etmeyi ve özellikle Türkiye “sol”unun belli kesimlerinin yüzündeki “komünist”, “sosyalist”, “devrimci” ve hatta “demokrat” sıfatlı maskeleri indirmeyi tercih edeceğiz. Bu maskeler arkasındaki gerçeği kazıdıkça karşımıza değişik kılıklar arkasında şovenizm ve Kemalizm çıkması kimseyi şaşırtmayacaktır.
HAKLI VE HAKSIZ SAVAŞ
“‘Savunma’ savaşı sözü ile sosyalistler, her zaman bu anlamda ‘haklı’ bir savaşı kastetmişlerdir. Sosyalistler yalnızca bu anlamda ‘anayurdun savunulması için’ verilen savaşlara ya da ‘savunma’ savaşlarına meşru, ilerici ve haklı savaşlar gözü ile bakmışlar ve bakmaktadırlar.” (Lenin)
Haklı savaşları “anayurdun savunulması” ve “savunma” savaşları olarak tanımlayan Lenin, daha ileri giderek “Yarın, Fas Fransa’ya, Hindistan İngiltere’ye (…) savaş açsalar, ilk saldıran kim olursa olsun, bu savaşlar ‘haklı’ savaşlar, ‘savunma’ savaşları sayılırlar.” der. Lenin nezdinde Marksizm-Leninizm-Maoizm’in savaş karşısındaki tutumu nettir. O her zaman ezilen, bağımlı, eşit olmayan ulus ve devletlerin ezen, köleci, soyguncu “büyük” devlete karşı kazanacağı zaferi sevinçle karşılayacaktır.
Oysa ülkemizde kendini “sosyalist” gören önemli bir kesim, TC’nin Rojava’ya ve esasında Kürtlerin ulusal-demokratik kazanımlarına yönelik işgal saldırısı ve buna karşı gösterilen direnişi sadece “savaş” penceresinden görmüş, haklı ve haksızı belirtmek gibi bir çabaya girmemiştir. En başta vurgulanmalıdır ki ülkemizdeki faşist iktidarın iç politika hedeflerini -ve aynı zamanda başka birçok hedefi- de içerse bu işgal girişimi en başta ezilen Kürt ulusuna ve onun kazanımlarına karşı bir saldırıdır. Bu anlamda savaşa esas anlamını veren ezen ve ezilen ulus gerçeğidir. İktidar düzenlediği saldırının esas amacının ‘sınırlarında bir Kürt oluşumuna izin vermemek’ olduğunu çok kere ifade etmiştir. Hâkim sınıflar nezdinde “devletin bekası” söyleminin altı boş değildir ve tüm faşist klik ve partileri işgalin ardına dizen de bu gerçekliktir.
TC’nin, kuruluşundan itibaren Kürtlerin ayrı bir devlete sahip olmasından ödü kopmaktadır. Bunun için hem sınırları dahilindeki Kürtlere hem de komşu devletlerdeki Kürtlere yönelik saldırı ve müdahaleleri eksik olmamıştır. İran, Irak ve Suriye gibi faşist ve gerici devletler nicel farklarla da olsa TC ile bu konuda ortak bir siyasi yapıya sahiptir. Farklı emperyalist güçlerin etkisiyle de dönem dönem çıkar çatışmaları yaşasalar dahi Kürt ulusunun kendi devletine sahip olması ‘tehlikesine’ karşı sürekli aynı zeminde buluşmayı başarmış, çok kere ortak operasyon ve savaşlar yürütmüşlerdir. TC, Körfez Savaşı’yla beraber ABD’nin hamiliğinde Irak Kürdistanı’nda Kürtlerin özerk bir yapıya kavuşmasından büyük rahatsızlık duymuş ancak ABD emperyalizmine biat etmek zorunda kalmıştır. Başta Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) olmak üzere Irak Kürdistanı’ndaki hâkim partilerin, emperyalistlerle ve çok kere TC gibi faşist devletlerle kurduğu işbirlikçi ilişkiye karşın Türkiye Kürdistanı’ndaki ulusal mücadeleyi tetikleyeceği, ayrılma veya özerklik konusunda ‘içeriyi’ umutlandıracağı düşüncesiyle söz konusu özerk yapıdan büyük korku duyulmuştur. Ve hatta Körfez Savaşı’na katılarak ‘sahada’ bu duruma müdahale edilmediği için pişman olunmuştur. Bugün AKP’nin liderliğinde, en katliamcı ve gerici bir biçimde Suriye’deki savaşa müdahil olan ve devletin bekasını “sahada” savunma iddiasındaki savaş pratiği gerçekte AKP ile sınırlı değildir ve faşist “devlet aklı”nın izdüşümlerinden biridir.
Tüm bu tarihsel ve somut gerçeklere karşın kendisine “sosyalist, komünist, devrimci” gibi sıfatlar takan güçler bakımından Rojava’ya düzenlenen işgal saldırısında “tarafsız” kalmak, UKKTH (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı) ve tam hak eşitliği ilkesini savunmamak, haklı ve haksızı ayırt etmemek ve en önemlisi haklının yanında yer alarak haksız olanı, işgalciyi teşhir ve protesto etmemek en iyi deyimle sosyal şovenizmdir. Ki ülkemizde sosyal şovenizm, faşizmin ve şovenizmin asıl mimarı Kemalizmden beslenmektedir.
“SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ” SAVUNUSUNUN ÖZÜ TC’NİN BEKASIDIR
“Türkiye’nin bölünmesini istemiyorsanız, Suriye’nin bölünmesine karşı durmak zorundasınız. (…) Suriye’nin bölünmesi bir emperyalist plan, müdahale ve hedeftir.” Bu cümleleri Türkiye’de sosyal şovenizmin en güzide savunucularından olan ve kendine “Türkiye Komünist Hareketi” (TKH) diyen yapının bir “MK üyesi” kaleme aldı. Örneği TKH adlı yapıdan versek de farklı biçimlerde bu görüşün savunucusu birçok yapı ve kişi olduğunu vurgulamak gerekir. Bu ve benzeri sosyal şoven yapılara göre Suriye’nin ve Türkiye’nin bölünmesi emperyalistlerin bir planıdır; Kürt Ulusal Hareketi ABD emperyalizmi tarafından yönlendirilmekte ve ABD yardımıyla Türkiye’yi bölmek ve kendi devletini kurmak istemektedir. Özerklik de Türkiye’nin bölünmesi anlamına gelmektedir. Kürt sorununun haklı bir zemini olsa da bu asla özerklik veya kendi devletini kurma anlamına gelmemelidir çünkü Kürtler emperyalistlerin eliyle bunu yapmak istemektedir. Bu aymaz sosyal şovenistlere göre Türkiye’nin bölünmesi Türk ve Kürt emekçilerinin de çıkarına değildir. Şovenizmin inceltilmiş bir biçimi olan sosyal şovenizmin bilindik argümanlarını Kemalizmden kopamamış her akım ve kişide bir şekilde bulmak mümkündür.
Bu yaman emperyalizm “düşmanı” sosyal şovenler toprak bütünlüğünü savundukları Suriye’nin sınırlarının emperyalist devletler tarafından çizildiğini; bu devletlerin emperyalizmin sömürge ve yarı-sömürge siyasetinin bir ürünü olarak ortaya çıktığını ve konumuz özgülünde Kürdistan’ın ilhakı ve Kürt ulusunun demokratik haklarının gaspı üzerine şekillendiğini bir türlü görmek istemezler. Ve onlara göre emperyalizm ABD ve AB’li emperyalistlerden ibarettir. Emperyalizm diyerek ABD’nin Suriye’yi bölmek istediğini ifade ederken bir başka emperyalist gücün, örneğin Rusya’nın Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olduğunu gözlerden kaçırırlar. Genel geçer meselelerde Rusya ve Çin’in emperyalist niteliğini utangaç bir biçimde belirtmek zorunda kalsalar da söz konusu Ortadoğu ve özellikle Kürtler olduğunda bunu hatırlamamayı tercih ederler. Hatta Kürtler söz konusu olduğunda MLM’ye takla attırarak ezilen ulus hareketlerinin emperyalizmin maşası olduğunu ve UKKTH ilkesinin artık geçerli olmadığını iddia ederler.
Normal zamanlarda daha inceltilmiş biçimleriyle kendini sunan sosyal şovenizmin savaş koşullarında nasıl iğrenç bir şovenizm savunuculuğuna dönüştüğü, açıktan veya dolaylı olarak gerici hâkim sınıflarının ulusal çıkarlarının teorisyenliğine soyunduğu ortadadır. Bu ideolojilerin bugün billurlaşmış hali Doğu Perinçek ve Vatan Partisi’dir ki süslü lafları bir yana bırakırsak sosyal şovenlerin savunularının bu faşist güruhun savunularından özde bir farkı yoktur. “Suriye’nin toprak bütünlüğü” ve bu kapsamda “emperyalizm” demagojisinin gerçek anlamı “Türkiye’nin toprak bütünlüğü” yani TC savunuculuğudur. Sosyal şovenlerin Rojava’ya yönelik savaşa karşı çıkış nedenleri Kürtlere katliam uygulanması ya da Kürtlerin ulusal-demokratik hak ve kazanımlarının gasp edilmek istenmesi değildir. Onlar, Türkiye’nin Suriye’de savaşa dahil olması ve günceldeki işgal girişimini Suriye’yi ve devamında Türkiye’yi bölecek bir gelişme olarak değerlendirmekte ve aslında hâkim sınıf kliklerinden birinin savunduğu TC’nin “beka stratejisini” savunmaktadırlar.
Emperyalist gericilik iki yüzlü ve güvenilmezdir. Bazen “demokrasi”, “barış” ve “özgürlük” kılığına bürünür çoğu kez ise en kanlı ve alçak yüzünü göstermekten geri durmaz. Bu bugün ABD için olduğu kadar Rusya emperyalizmi için de geçerlidir. Faşizmi ve bu anlamda Türkiye ve Suriye’yi emperyalist gericilikten bağımsız düşünmek, faşizmi ve emperyalist güçlerden birini aklama ve onlara yedeklenme dışında bir sonuç doğurmaz. ABD’den “özgürlük” beklemek ne kadar hayalse Rusya’dan beklemek de bir o kadar hayaldir. Suriye Kürdistanı’na “ulusal haklar” ya da “özerklik” konusunda sıcak baktığı düşünülen Rusya’nın kendi devlet sınırlarındaki ezilen uluslara yaklaşımı emperyalizmin iki yüzlülüğünün ve onun “demokrasi” maskesinin sahteliğinin en açık göstergesidir. Ya da düne kadar Kürtlere övgüler dizen ABD Başkanı Trump’un “Normandiya çıkarmasında bize destek olmadılar” gibi bir safsatayla Rojava’nın işgaline çanak tutması bir diğer göstergedir. Gerçek olan emperyalist çıkarlar ve farklı emperyalist güçlerin çıkarlarıyla iç içe geçmiş olan gerici, faşist devletlerin ulusal çıkarlarıdır. Emperyalizme karşı mücadelenin ilk ve esas halkası, onunla bütünleşmiş olan kendi hâkim sınıflarına karşı savaşı yükseltmektir. Bunun dışındaki her türden emperyalizme karşıtlık kof bir savunudan öteye gidemez. Ya da çokça örneğini gördüğümüz gibi faşist, gerici devletlerin “toprak bütünlüğü” savunusu adı altında dolaylı olarak emperyalizmin değnekçiliğine dönüşür.
“SAVAŞA HAYIR” PASİFİZMİN SLOGANIDIR
“Savaş, insanlar arasında bu karşılıklı boğazlaşma canavarı, insan toplumunun ilerlemesiyle eninde sonunda ortadan kalkacaktır ve bu pek de uzak olmayan bir gelecekte olacaktır. Ama savaşı ortadan kaldırmanın tek yolu vardır ve bu savaşa savaşla karşı koymaktır.” (Mao Zedung)
Rojava’ya dönük işgal saldırısına gelişen en yaygın tepkilerden biri de “savaş karşıtlığı” oldu. Bu haliyle kulağa hoş gelen, ‘anlaşılır’ bir yanı olmasına karşın haklı ve haksızı, ezen ve ezileni, saldırgan ve savunma konumunda olanı ve kuşkusuz sınıflar gerçekliğini görmezden geldiği için pasifist bir yaklaşımdan öteye gitmesi de düşünülemezdi. “Savaş karşıtlığı” halk kitleleri içerisinde savaşın gerici niteliğine bir tepki olarak ortaya çıktığında, bu durum, eğitilmesi gereken asgari bir bilinç ve yararlanılması gereken bir duygu olarak değerlendirilebilir. Ancak siyasi yapılar ve özellikle “sosyalistlik” adına dillendirildiğinde bunun tek bir adı vardır o da burjuva pasifizmidir.
Komünistler, insanlar arasındaki savaşları barbarca ve canavarca bulur ve kötülerler. Ancak savaşlar ile sınıf mücadelelerinin ayrılmaz bağlılığını ve en önemlisi sınıflar ortadan kaldırılmadan ve sosyalizm kurulmadan savaşları ortadan kaldırmanın imkansızlığını savunurlar. Lenin’in deyimiyle sosyalistler, sosyalistliklerinden vazgeçmeksizin her türlü savaşa karşı olamazlar. Doğal olarak sosyalistlerin, komünistlerin Rojava’ya yönelik savaşta da yükseltmesi gereken slogan “savaşa hayır” değildir. Haklı savaştan, yani ezilen Kürt ulusunun direnişinden yana olmak, onun bu savaşta zaferini; “kendi” hükümetinin ise yenilgisini istemek sosyalizmin abecesidir.
Gerici savaşı devrimci iç savaşa çevirmeyi savunan Lenin şöyle der: “Gerici bir savaşta, devrimci bir sınıf, hükümetinin yenilmesini istemekten başka bir şey yapamayacağı gibi hükümetin askeri başarısızlıkları ile onu devirme olanaklarının arttığını görmemezlik de edemez. (…) Sosyalistler, yığınlara, kurtulmaları için tek çıkar yolun ‘kendi’ hükümetlerini devirmek olduğunu ve bu amaçla, hükümetlerinin bu savaşta içine düştüğü güçlüklerden yararlanmaları gerektiğini anlatmalıdırlar.”
DÜNYA HALKLARI KÜRTLERİN HAKLI VE MEŞRU DİRENİŞİNDEN YANA
Türk hâkim sınıfları ve her türden şoven, sosyal şoven akım ve yapının gerçekleri ters yüz eden açıklamalarına, işgali meşrulaştırma çabalarına karşın dünya halkları ezilen Kürt ulusunun haklı direnişinden yana saf tutmuştur. Dünyadaki birçok emperyalist ya da gerici devleti TC’nin işgaline karşı açıklama yapmaya iten şey sadece kendi devlet çıkarları değildir. Dünya halklarının, IŞİD barbarlığına ve onun en öndeki hamisi TC’ye karşı verdiği savaşta ezilen Kürt ulusuna ve Suriye Demokratik Güçleri’ne (QSD) olan sempatisi ABD ve Trump dahil olmak üzere birçok devlet üzerinde baskı oluşturmakta ve devlet politikalarına etki etmektedir. Vietnam ulusal kurtuluş mücadelesinde ABD emperyalizmine karşı hem dünyada hem de ABD halkında gelişen tepki ve daha birçok kurtuluş mücadelesinin emperyalist-kapitalist sistem ve halklarda yarattığı sarsıntı emperyalist gericilerin hafızalarından silinmemiştir. Komünistler olduğu kadar Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin de güvenmesi ve tesis etmesi gereken şeyler; yürüttüğü savaşın haklılığı ve meşruluğu, emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı devrimci çizgi ve buna bağlı olarak en başta kendi öz gücüne, halkına ve kuşkusuz dünya halklarına güvendir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 17 Ekim tarihli 46. sayısından alınmıştır.