Ülkemiz işçi sınıfı ağır çalışma koşulları, düşük ücret politikası ve birçok hak gasbıyla karşı karşıya. Kriz, pandemi ve artan pahalılık koşullarında işçiler, işini ve yaşamını devam ettirebilmek için türlü zorluklara katlandı. Bu zorluklar bitmediği gibi artarak devam etti ve bugün işçilerin geçim sıkıntısı daha da arttı. İşçiler geçinemezken patronlar ücretleri daha altlara çekmenin, en temel işçi haklarını dahi gasp etmenin peşine düştü.
Patronlar kriz bahanesiyle ve göçmen işçi emeğinin sağladığı ucuz iş gücü “fırsatı”na dayanarak işçilere ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyor. Sendika bürokrasileri işçilerin tepki ve eylemlerini kontrol altında tutarken patron yanlısı her türlü pervasızlığı sergilemekten de geri kalmıyor. Ülke yönetiminde siyasi değişim işaretlerinin geldiği koşullarda hükümetteki ya da muhalefetteki tüm düzen partileri, işçileri ağır koşullarda düşük ücretlerle çalıştırma konusunda anlaşıyorlar. Diğer taraftan sendikal alandaki hâkimiyet için rekabet halindeler. Kamuda ve yerel yönetimlerde işçileri suni ayrımlarla bölüp parçalayanlar sendika bürokratları aracılığıyla da kendilerine bağlı bir yapı oluşturmak için yarış halindeler. Bu süreçte işçi sınıfının mücadele hafızası ve bu hafızaya dayanan ilerici, devrimci-demokrat sendikal odaklar tasfiye edilmek isteniyor. Tam da sermayenin ihtiyaçlarına yanıt olacak şekilde daha kontrol edilebilir ve tahakküm altına alınmış bir işçi sınıfı ve sendikal alan yaratılmak isteniyor.
Göçmen işçilerle birlikte milyonlarca işçi sefalet ücreti olan asgari ücretin de altında sigortasız bir biçimde çalıştırılırken sendikalı-sendikasız işçi sınıfının her bölüğü alt düzeydeki ücret ve haklara razı getirilmek isteniyor. Örgütsüz ve sendikasız işçiler, güvencesiz koşulları en ağır düzeyde yaşarken tüm kesimler işsizlik ve borç korkusuyla zor koşullarda çalışmaya zorlanıyor. Yoğun emek sömürüsü patronları büyütürken işçinin ekmeğini küçültmeye, geniş kesimleri derin bir yoksulluğa sürüklemeye devam ediyor. Ancak bu durumun böyle devam edemeyeceğini, geleceklerinin olmadığını her işçi görüyor ve birebir yaşıyor. Sendikal örgütlenme, iş güvencesi, ağır koşulların değiştirilmesi, hakların korunması, geçinilebilir bir ücret veya herhangi bir sebeple örgütlenen, direnen, greve çıkan ve sesini duyurmak isteyen her işçinin sorunları bugün dünden daha ortak bir hâl almıştır. Siyasi baskılar, patronların dayatmaları ve sendika bürokrasilerinin tehdidi altında işçi sınıfı yeni bir mücadele yolu arıyor.
Belediye işçilerinin grevi, maden işçilerin yürüyüşleri, inşaat işçilerinin hak arayışları; CPS’de, Xiaomi Salcomp’ta, Adkoturk’te, Belkarper’de, Mutsiba’da direnen işçilerin eylemleri ve dünden bugüne sayısız direnişin bize gösterdiği şey, işçi sınıfının örgütlenmeye ve mücadele etmeye zorunlu olduğu gerçeğidir. Krizle, pandemiyle, işsizlikle, borçlarla korkutulan, insanca yaşama hakkı elinden alınan işçiler artık bu sömürü ve dayatmaya boyun eğmek istemiyor. Bugün parça parça ortaya çıkan tepki ve eylemler, ileride gelişecek hareketin de işaretidir. İşçi sınıfı kendi öz gücüne güvenmeli ve örgütlenmelidir. Sınıfın ileri ve öncü bölükleri, örgütsüz ve güvencesiz büyük işçi kitlesinin örgütlü bir mücadeleye taşınması için daha büyük bir görev üstlenmeli, sınıfa dayatılan kölece koşulları güçlü bir sınıf hareketiyle parçalamalıdır. Ve kuşkusuz sendika bürokratlarına karşı işçilerin taban iradesi geliştirilmeli, patron işbirlikçisi sendika bürokratlarından hesap sorulmalıdır.
Bugün üretimin her alanında bilinç, deneyim ve örgütlenme düzeyi bakımından işçi sınıfının genç bir kuşağı hâkimdir. Patronlar ve onların temsilcisi siyasi yöneticiler kazanılmış hakları ortadan kaldırıp sömürüyü artırarak ve sendikalarda sınıf bilincini tasfiye ederek bu durumu kendi çıkarları için kullanıyorlar. Bu gerçeklik, devrimci-demokratik işçiler ve sınıf sendikacılığını esas alan bizlere de büyük görev ve sorumluluklar yüklüyor. İşçilerin örgütlenmesi, mücadeleye taşınması, eğitilmesi ve sınıfın mücadele potansiyelinin açığa çıkarılması gerekmektedir. Bunun için koşullar elverişlidir; işçiler hemen her alanda yaşadıkları sorunlara karşı bir çözüm arayışı içindedir. Örgütlenmenin, mücadele etmenin zorunluluğu daha derinden hissedilmektedir.
Sınıf bilincini, sınıfın mücadele hafızasını ve kuşkusuz pratik hareketini bugünkü koşullarda da geliştirme ve güçlendirme sorumluluğundayız. Bunun için bulunduğumuz her işyerinde, havzada ve sendikada işçilerin örgütlenmesi ve sınıf sendikacılığının hâkim hale gelmesi için mücadele etmeliyiz. Ancak unutmayalım ki doğru bir mücadele programı olmaksızın ve ileri-öncü işçilerle birleşmeksizin bu görev ve sorumlulukları yerine getiremeyiz. Bugün belli birtakım işkollarında ve bölgelerde ileri-öncü işçi niteliğine yakın önemli bir ilişki ağımız mevcut durumda. Bu işçi ilişkilerle pratikte çalışmaya, onların ihtiyaçlarına yanıt olmaya, eğitim ve gelişimleri için gerekli adımları kolektif olarak atmaya ihtiyacımız vardır. İşçiler içerisinde çalışmayı “her günkü faaliyeti” (Lenin) yapmış çok sınırlı sayıda yoldaşımız olmasına karşın yüzlere, oradan binlere ve sınıfın çok daha geniş kitlesine ulaşabilecek olanaklarımız mevcuttur. Hatta bugün ilgilenmekte zorlandığımız fakat çalışmaya hazır birçok alan, açığa çıkmış çelişkiler ve kitle ilişkileri mevcuttur. Ne var ki henüz kolektif yönelimimiz parçalı ve yetersizdir. Emekçilerin yoğun yaşadığı mahalleler, kitle dernekleri, kadın, gençlik, yayın ve diğer tüm faaliyetlerimizin işçi sınıfı içerisindeki çalışmalarla bağı ve buradaki rolü daha sistemli bir biçime kavuşmak zorundadır.
Devlet yönetiminde değişim işaretleri olsa da biliyoruz ki işçi sınıfı ve emekçilerin yaşamında ciddi değişimler olmayacaktır. Sömürü, yoksulluk, baskı ve eşitsizlikler sürecektir. Hatta dünyadaki ve ülkemizdeki ekonomik durgunluğa bakarak sorunların daha da artacağı bile söylenebilir. Bu durumda değişen tek şey faşist kliklerin pozisyonu olacak ancak yine de geniş kitlelerin gerçek gündemleri “seçim, parlamento, demokrasi, çözüm, barış” vb. söylemler ile değiştirilecektir. Bu dönemde işçi sınıfı başta olmak üzere geniş kitlelerin, hâkim kliklerin sahte söylemlerinin peşinden sürüklenmesini engellemek için sınıfsal çelişkileri, işçilerin sorun ve taleplerini öne çıkarmak doğru bir politika olacaktır. Çünkü yönetimdeki ve aynı zamanda muhalefetteki faşist kliklerin ortak özelliği, genel bir “yoksulluk, kalkınma, sosyal yardım” söylemine başvururken gerçekte ise işçilere ve emekçilere düşman olmalarıdır. Yine de dönemin asıl tehlikesi, geniş kitlelerin şimdi muhalefette bulunan kliklerin peşinden sürüklenmesi, “demokrasi ve refah” söylemlerine aldanmasıdır. Sömürü bu kadar derin ve gerçekler açıkken aldatıcı söylemlerin etkisinin bir yere kadar olacağı doğrudur. Diğer yandan bu süreçlerde ciddi saldırıların zemininin döşendiği, örgütlülüklerin zayıflatıldığı ve halkın güçsüz bırakıldığı da doğrudur.
İşte bize düşen bu özgün dönemde işçi sınıfının mücadelesinde konumlanmak, küçükten büyüğe örgütlenmek ve politik tartışmaları sınıfsal temele oturtmaktır. Sürecin avantaj ve dezavantajları vardır. Ancak net olan şey, örgütlü bir yönelimle bu sürece girilebilirse ciddi etki ve kazanımlar ortaya çıkacaktır. Eğer işçiler içerisinde çalışma yürüten tek bir yoldaşımız dahi yüzlere ve oradan binlere müdahale edebilen bir tablo ortaya koyabiliyorsa kolektif bir yönelim ve pratiğin ortaya çıkaracağı enerjinin ne olabileceğine dair de fikir yürütebiliriz. Bizce bu potansiyel saflarımızda yeterince vardır ve söz konusu enerji açığa çıkarılmayı beklemektedir.
* Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 20 Ekim 2021 tarihli 97. sayısından alınmıştır.