Geçtiğimiz ay, Belediye İş Sendikası İstanbul 2 Nolu Şube Başkan Yardımcısı ve Avcılar Belediyesi işçisi Savaş Doğan’ın DİSK Genel İş İstanbul 2 Nolu Şube üyeleri tarafından silahla yaralanması genel olarak “sendikal rekabet” tanımı içerisinde ele alınıp sessizlikle unutturulmak isteniyor. Kimisi bunu Belediye İş ve Genel İş’in on yıllardır süregiden kavgası olarak da normal, sıradan bir konu gibi algılatmaya çalışıyor. Oysa yaşanan silahlı saldırının arkasında tümüyle düzen siyasetine eklemlenmiş sendikal yapıların döneme özgü çizgileri kendini gösteriyor. Dahası sınıf sendikacılığı, ilericilik ve hatta “devrimcilik” adına söz edenlerin bırakalım bunun gerektirdiği ilke ve anlayışları asgari demokratik bir tutum dahi sergileyemedikleri görülüyor.
Öncelikli olarak bazı basit gerçekleri ortaya koyarak olağan bir “sendikal rekabet” vakası olarak sıradanlaştırmaya çalışılan meselenin arkasındaki gerçekleri ortaya koymaya çalışalım. Silahlı yaralamaya söz konusu olan işyeri CHP’li Avcılar Belediyesi’ne bağlı bir işyeri (şirket) ve bu işyerindeki 1.200 civarı işçinin 900’ü Belediye İş Sendikası İstanbul 2 Nolu Şube’de örgütlü. Ayrıca aynı sendika 3 yıllık sözleşmesi ile bu işyerinde yetkili bir sendika. Gerçekte Genel İş İstanbul 2 Nolu Şube’nin bu işyerinde örgütlenmeye dair bir iddiası bulunmuyor. Tersinden söylemek gerekirse var olan “iddianın” kaynağını işçiler ve sendikal mücadele oluşturmuyor. Dahası sınıf sendikacılığı anlayışını rehber edinen Belediye İş İstanbul 2 Nolu Şube’nin on yıllardır verdiği mücadeleler ve örgütlü olduğu yerlerde işçilerin ekonomik ve demokratik kazanımları bilinmiyor değil. Belediye İş İstanbul 2 Nolu Şube, yakın zamanda örgütlü ve yetkili olduğu bir ilçede olduğu gibi yetki tespiti Genel İş’e çıktığı durumda kendi üyelerine “haklarınız için Genel İş’e üye olmalısınız” diyebilen bir sendikadır. Bu anlamda “sendikal rekabeti” kesinkes reddetmekte, sınıfın çıkarları ve işçilerin birliğini esas almaktadır. Kendi içindeki yetersizliklerine rağmen Belediye İş İstanbul 2 Nolu Şube, her dönem işçi sınıfı mücadelesinin, sendikal mücadelenin en ileri mevzilerinden biri oldu, toplu sözleşmeleriyle örnek oluşturdu. Bu anlamda Genel İş’in söz konusu işyerlerinde örgütlenme çabasının işçiler için daha fazla kazanım elde etme amacı taşımadığı da açıktır.
“Sendikal rekabet” diye sıradanlaştırılmaya çalışılan konuda şunu da vurgulamalıyız ki “sendikal rekabet” işçi sınıfını bölmek ve etkisizleştirmek için patronların ve onların hükümetlerinin kışkırttığı, yasal zemin oluşturduğu bir konudur. İşçi sınıfı adına hareket ettiğini söyleyenlerin hele de isminin başına “devrimci” sıfatı ekleyenlerin bunu savunması veya bunu normal görmesi kabul edilemez. Çünkü “sendikal rekabet” adı verilen her çatışmanın arka planında patronlar, sendikal bürokrasi ve ilkelerden yoksunluk vardır. Dün olduğu gibi bugün de aynı basit soru geçerlidir: Milyonlarca işçi örgütsüz ve sendikasızken bir sendikanın örgütlü, yetkili olduğu bir yerde (ya da örgütlenme yaptığı bir yerde) örgütlenme çabasının anlamı nedir? Böyle bir tutumun arkasında patronların çıkarı, sendika bürokrasisi ve asgari demokratik ilkelerden dahi yoksunluk vardır. Konumuz özgülünde yaşanan olayın arkasında ise CHP, CHP’li belediye ve ondan (patrondan) nemalanmaya çalışan sendika bürokrasileri vardır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin CHP’ye geçmesiyle birlikte CHP’den nemalanmaya çalışan farklı sendika bürokrasilerinin iştahı kabardı. Geçmişte ‘zorla’ Hak İş’e geçirilen on binlerce işçi de dahil olmak üzere ortalama 65 bin işçinin sendika değiştirmesi gündemde. Bu durum sendika bürokrasileri için daha fazla üye, daha fazla aidat, daha fazla servet ve para içinde yüzdükleri saltanatlarının devamı anlamına geliyor. CHP’de ise buna karşılık kendisini zorlamayacak, satın alıp kontrol altında tutabileceği bir sendikal yapı anlamına geliyor. Bu gerçekte işçi sınıfının kontrol altında tutulması demektir. CHP, iktidar olma stratejisinin bir parçası olarak sendikalar nezdinde de bir plan işletiyor. Bu anlamda özelde CHP’nin, genel olarak Millet İttifakı bileşenlerinin DİSK Genel Kurulu’na yaptığı çıkarma bir stratejinin ifadesidir. Ancak işçi sınıfı ve sendikalar nezdinde var olan gücüyle DİSK’in, CHP’nin daha “büyük” hedeflerine yanıt olması mümkün değildir. O nedenle benzer bir strateji Türk İş ve ona bağlı sendikalar içerisinde de sürdürülmektedir. CHP, ikili oynamaktadır: Bir yandan farklı sendikalar üzerinde kontrol ve etkinliğini artırarak ileriye yatırım yapmakta diğer yandan “sendikal rekabeti” kızıştırarak işçilerin örgütlü gücünü zayıflatmaktadır. CHP’nin hem Genel İş ve hem de Belediye İş’te sendika bürokratlarıyla çevirdiği dolapların arkasında bu gerçek vardır. Ve bu plan gereği işçileri birbirine kırdırma politikası izlenmektedir.
Silahla yaralama olayında CHP de Genel İş de sessizidir. CHP sessizdir çünkü Genel İş İstanbul 2 Nolu Şube’deki bürokratları ve onların kullandığı işçileri cesaretlendiren, pohpohlayan kendisidir. Genel İş Genel Merkezi de “sessizliği” tercih etmekle beraber olayın birinci dereceden sorumlusu Genel İş İstanbul 2 Nolu Şube ise tabiri caizse rezilce açıklamalarla kendini haklı çıkarmaya çalışmaktadır. Sendikacı kimliğinden ziyade CHP’li kimliğiyle boy göstermekten gocunmayan, siyasetini CHP’li belediyeler ve İmamoğlu’na “yaranmak” üzerine kuran Genel İş İstanbul 2 Nolu Şube Başkanı Adil Çiftçi, olay üzerine Facebook sayfasında yaptığı açıklamada vurulan işçiyi suçlayarak vuran kişilerin kendilerini savunduğunu iddia etti. Fakat Genel İş’in bu işyerinde neden bulunduğuna, nasıl bir politika izlediğine, üyelerinden kaynaklanan tehdit ve provokasyonlara değinmemeyi tercih etti. Yaptığı gayri resmî açıklamanın arkasında duramayacağını anlamış olsa gerek ki Adil Çiftçi bu paylaşımı daha sonra kaldırdı.
Yaşanan yaralama olayını, “sendikal rekabet” olarak sıradanlaştırma yanında işçiler arasında kişisel bir husumet olarak gösterme çabası da sergilenmektedir. Düzen siyasetinin belirleyiciliği bağlamında tümüyle siyasi çıkarlar ve ona bağlı olarak sendikal bürokratik çıkarlar zeminine oturan böyle bir olayı “adlileştirme” çabası meseleyle yüzleşmeme, sorundan kaçma ve sorunu unutturma çabasının bir sonucudur. Belediye İş üyesi işçiye silahlı saldırının esas sorumluları DİSK Genel İş (İstanbul 2 Nolu Şube) ve CHP’dir. Vurulan işçiyi, şube yönetiminin iradesini de çiğneyerek Genel İş’e karşı kullanmak isteyen Belediye İş Genel Merkezi de “sendikal rekabeti” kızıştıran ve CHP’ye yaslanan siyasetiyle yaşananlardan sorumludur. “Sendikal rekabet” adına işçi vurmanın, bu saldırganlığı savunmanın hiçbir tutar yanı yoktur. Karşı çabalara rağmen Genel İş’in “sessizliğinin” ve sorunu çözme yönünde hiçbir adım atmamasının arka planında vurulan işçiyi suçlayan sorumsuz bir tutum vardır. Oysa meselenin asıl sorumluları ne vuran ne de vurulan işçilerdir. Bu işçileri kendi koltuk çıkarları adına kışkırtan, silahlı saldırıya sevk eden sendika bürokrasileridir ve onlara çanak tutan da hâkim siyasi yapılar; konumuz özgülünde CHP’dir.
Son yerel seçimler ve CHP’nin İstanbul başta olmak üzere birçok büyükşehir belediyesinde başkanlığı elde etmesi, düzen siyasetindeki, daha açık deyimle “Cumhur İttifakı” ile “Millet İttifakı” arasındaki siyasi rekabet ve çıkar çatışmasını artıracağı bilinmekteydi. Bu durumun kuşkusuz işçi sınıfına da yansımaları olacaktı ve nitekim sınıf sendikacılığını benimseyen biz DDSB’liler (Devrimci Demokratik Sendikal Birlik), özellikle belediyelerde sendikal alanın düne göre daha fazla düzenin hâkim siyasi güçleri tarafından belirlenmek isteneceğini ortaya koymuştuk. Birçok bürokratik sendika yönetiminin bu durumdan beslenmek isteyeceğini, ilkeli davranılmazsa yeni sendikal çatışmaların kapısının aralanacağını ve en önemlisi işçileri bölüp etkisizleştiren, onları birbirine karşı kullanmak isteyen bir çizginin hâkim hale geleceğini vurgulamıştık. Sadece Avcılar’daki silahla yaralama olayı değil bugün birçok belediyede ve özelde İBB ve CHP’li belediyelerde yaşananlar bu durumu göstermektedir.
Peki bu durumda ilerici veya devrimci-demokratik çizgide dediğimiz sendikaların, daha da önemlisi DİSK üyesi sendikaların tutumu ne olacaktır? Kuşkusuz sorun köklüdür ve sendikalara hâkim olan çizgi ve yapılarla ilgilidir. Fakat işçi sınıfına ve işçi sınıfı mücadelesine büyük zarar veren bu gibi olayların normalleştirilmemesi, üstünün örtülmemesi gerekir. Bu anlamda DİSK Genel İş’in “sessizliği” kabul edilebilir bir tutum değildir. Bu tutum yeni sorunların gelişimine ön ayak olmakta; sınıf sendikacılığını benimseyen sendika ve şubelerin sınıfın birliği ve çıkarları adına yürüttüğü çabayı da boşa düşürmekte; patronların, düzen partilerinin ekmeğine yağ sürmektedir. Böyle bir tutum, sınıf adına hareket etmemekte, sendikal mücadelede yaratılan ilkesel ve etik değerleri hiçe saymaktadır.
DDSB olarak bizlerin temel ilkelerinden biri en sarı, geri sendikalarda dahi çalışma yürütmek; işçileri bölmek değil birleştirmektir. Sınıf politikası bırakalım ilerici, demokratik çizgideki sendikaları iktidarın kuklası bir sendikaya üye işçilerin de iradesini bölüp onları etkisizleştirecek bir politikaya yönelmez. Bu anlamda esas olan sendika farklılıkları değil o özgülde sınıfın çıkarlarının nerede ifade bulduğu ve o sendikaya yön veren anlayışın ne olduğudur.
Bu kapsamda başta sorunun muhatapları olmak üzere tüm ilerici, devrimci-demokrat sendika ve siyasi çevrelerin ortak bir anlayış ve tutum beyanı ortaya koyması zorunlu bir ihtiyaçtır. İşçilerin birbirine kırdırılma çabasına, “sendikal rekabet” adı altında ilkesel ve etik değerlerin yok sayılmasına, sendikal mücadelenin düzen partilerinin arka bahçesi yapılmasına ve en önemlisi işçi sınıfının bölünüp etkisizleştirilmesine karşı durulmalı; en başta ve öncelikle Belediye İş üyesi bir işçiye yapılan silahlı saldırı mahkûm edilmelidir.
Belediye İş Üyesi DDSB’liler