Ekonomik krizin olumsuz etkilerini en yoğun biçimde yaşayan, toplumun büyük bir bölümünü oluşturan işçi sınıfı ve emekçi kitlelerdir. İşçi sınıfında asgari ücrette temsil olan bir ücret düşüklüğü ve bununla kol kola iş güvencesizliği öne çıkıyor. Geniş emekçi kitlelerde ise mutlak yoksulluk kendini gösteriyor. Çok uzatmaya gerek yok ki ekonomik-yaşamsal ihtiyaçlarla ilintili olarak sınıfsal çelişkilerin ciddi anlamda derinleştiği bir kriz döneminden geçiyoruz. Üstelik bu kriz ülkeyle sınırlı olmayan dünya çapında bir kriz. Burjuva iktisatçılar dahil hiç kimse ekonomik-siyasi kriz koşullarının kısa-orta vadede değişeceğine dair bir öngörüde bulunmuyor. Tam tersine artık bu nesnelliğe uygun politikalar belirleniyor. Bu politikalar işçi sınıfına ve halk kitlelerine dönük baskıyı yoğunlaştıran, onları artan zor yöntemleriyle kontrol altında tutmaya çalışan politikalardır.
Bu nesnel gerçekliğin işçi sınıfı mücadelesine ve bu mücadelenin örgütsel araçlarına etki etmemesi düşünülemez. Keza genel anlamıyla işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki çelişki ve mücadeleyi belirleyen üretim ilişkileri ve bu ilişkilerin büründüğü yeni biçimlerdir. Ülkemiz işçi sınıfı burjuvazinin genel saldırganlığının arttığı bu sürece büyük oranda örgütsüz bir biçimde girmektedir. Bu sınıfın hem sendikal örgütlenmesi hem de siyasal örgütlenmesi açısından böyledir. İşçi sınıfının siyasal örgütlenmesi, sınıfın sendikal mücadele düzeyi ve örgütlenmesinden kopuk değildir. aynı şekilde tersi de doğrudur. Ülkemizde geneli sarı-bürokratik nitelikte işçi sendikaları bulunmakla birlikte bunların işçi sınıfının ekonomik mücadelesini büyütme gerçeklikleri dahi tartışılır niteliktedir. Özellikle de hükümet sendikacılığının geliştiği günümüzde sendikalar bakımından genel durum hiç de iyi değildir. Ve bu da bir nesnel durumdur. Sendikaların durumu şikayet edilecek, değişimi siyasal özneliğin ve müdahalenin dışında tartışılacak bir konu değildir. Aksi yaklaşım, tam da eleştiri konusu sendikalara ve onların yöneticilerine farklı bir misyon yüklemek olur ki bunun anlamı komünistlerin kendi rollerini kavrayamamalarıyla eşdeğerdir.
İşçi sınıfı hareketinin, tarihi deneyimlerden ileri gelen mücadele ve örgüt biçimleri vardır. Ancak sınıf hareketinin, mücadele ve örgüt biçimleri bakımından nasıl şekil alacağının hazır bir reçetesi yoktur. Tarihsel deneyimlerin öngördüğü biçimlerin, hangi nesnel ve öznel koşullar dahilinde, hareketin hangi aşamasında ortaya çıkacağı ancak sınıf hareketinin canlı seyri içerisinde anlaşılabilir. Dahası her kitle hareketinde olduğu gibi sınıf hareketinde de bilinen deneyimlerin ötesinde yeni mücadele ve örgütlenme biçimleri ortaya çıkarabilir. İşçi sınıfının siyasal öncüsüne düşen rol, ortaya çıkan bu mücadele ve örgütlenme biçimlerini geliştirmek; onu sistemli hale getirmek, merkezileştirmek ve kendiliğindenlikten çıkarmak olacaktır. Demek ki komünistler, mücadelelerinde, hem tarihsel deneyimlere yaslanmak, öngörülü olmak hem de güncel, canlı sınıf mücadelelerinin nabzını tutmak, onu geliştirmek gibi ikili bir perspektifle hareket edebilmeli, bu iki perspektifi tek bir pratikte sentezleyebilmelidir.
Bunu neden belirtiyoruz? Her kriz döneminde ya da işçi hareketlerinin gelişim gösterdiği süreçlerde işçi sınıfı, sendikalar ve devrimci çalışmanın biçimleri üzerine birbirine benzer tartışmalar ortaya çıkar. Sınıf sendikacılığı, toplumsal hareket sendikacılığı, taban örgütlenmeleri, temsili ve doğrudan demokrasi, sendika bürokrasisi gibi başlıklar bu tartışmaların bazen üst bazen alt başlıkları olarak yer alır. Ortaya çıkan tartışmaların somut göstergeleri belli eğilimlerde kendini göstermektedir. Ülkedeki sendikaları toptan reddeden, onlar içerisinde çalışmayı dıştalayan eğilim bunlardan biridir. Sendikaların gerçekliğine dair eleştiriler haklı bir zeminden besleniyor olsa da bu yaklaşımın kendisi söz konusu sendikalara komünistlere ait misyonlar yüklediği ya da bu yönde ‘beklentiler’ içerisinde olduğu için hatalıdır. Sendikaların teşhirine yönelen propaganda dönem dönem abartılarak işçi sınıfında sendikal örgütlenmeye daha baştan güvensizliği de besleyebilmektedir. Kuşkusuz sendika bürokrasisinin, özellikle de gerici, mafyatik, devlet ve patron işbirlikçisi sendika yönetimlerinin teşhiri gereklidir ancak bunun işçi sınıfında sendikal örgütlenme ve mücadeleye toptan güvensizliği geliştirmeyecek bir biçimde yapılması gerekir. Esas olan ise sendika bürokrasisine karşı alternatif bir mücadeleyi geliştirebilmek, sınıf sendikacılığını ete kemiğe büründürebilmektir.
Böylesi dönemlerde gelişme gösteren bir başka eğilim, ağırlıkla belli başlı siyasi yapı ve grupların öncülük ettiği küçük çaplı birçok dernek, platform, birlik ve sendikanın kurulmasıdır. Bu oluşumlara öncülük edenler arasında devrimci gruplar olduğu gibi reformist gruplar ve küçük burjuva aydın/akademisyen çevreler de bulunmaktadır. Birçoğunda grup çevresini ve o grubun aktivitesini aşan, ayakları yere basan bir örgütlenme pratiği söz konusu değildir. İnternet ve sosyal medya dünyasının hızlandırıcı etkisiyle kimi çalışma ve örgütlenmeler dikkat çekse de süreklileşen, işçi sınıfı içerisinde kök salan ve kitleselleşen çalışmalar yok denecek kadar azdır. Bu durumu sınıf çalışmasına yaklaşımda dar grup sekterizmi, reformist çizgiler ve aydın solculuğu ile açıklayabiliriz.
Komünistlerin, işçi sınıfı mücadelesinde dünden bugüne önemli deneyimleri mevcuttur. Onlarca işkolunda, birçok sendikanın kuruluşunda ve en önemlisi sayısız örgütlenme, direniş, grev ve işçi hareketinin yaratılmasında komünistlerin çalışmalarının ve örgütlü müdahalesinin rolü vardır. Bu anlamda komünistler tarihsel deneyimlerden beslenebilmekte, işçi sınıfı içerisinde sağ ya da sol kendiliğindenciliğe düşmeyi engelleyecek bir teorik-siyasi bir hazineden yararlanabilmektedir. Ancak bu yeterli değildir. Çünkü tarihsel deneyimlerle harmanlanan bu teorik-siyasi hazine yeni proleter kadrolara taşınamadığı durumda adım adım körelmekte, pratik karşılığını bulamamaktadır. Diğer yandan ve daha önemlisi sınıf mücadelesinin güncel, canlı gerçekliği ve deneyimleriyle beslenmeyen bir hazinenin yine pratik karşılık sorunu bulunmaktadır.
Komünistler, en gerici sendikalar dahi çalışma perspektifine sahiptirler ancak bu mutlak bir plan değildir. Bu perspektife sınıf mücadelesinin ihtiyaçları ve somut koşulları yön verir. Hangi sendikal örgütlenme ya da çalışma olursa olsun komünistlerin asıl önem verdiği şey işçi sınıfının taban örgütlenmeleri ve burada oluşturulan temsiliyetlerdir. Diğer yandan var olan sendikalar dışında çeşitli örgütlenme biçimlerine kapıyı kapatmamak, bu noktaları tartışmak gerekmektedir. Bunu tartışmayı gerekli kılan şey sendikaların var olan durumu olduğu kadar işçi sınıfı mücadelesinin değişen ve yeni gelişen biçimleridir. Günümüz iş yasaları, sendikalar kanunu, işkolu barajları, kayıtdışılık, geçicilik, taşeron, TİS yasaları ve grev yasakları gibi birçok engeli birarada düşündüğümüzde kendini yasalarla sınırlayan bir sendikacılığın onlarca engel ve labirenti aşmak zorunda olduğu açıktır. Bu engelleri aşmak bir anlamda imkansızlaştırılmaktadır. Bu en çok da örgütsüz işçi kitlelerini örgütlemeye ya da var olan sendikalarda sınıf çizgisini geliştirmeye çalışan devrimci çalışma için ciddi bir engeldir.
Diğer yandan işçi sınıfında biriken potansiyel birçok kere kendiliğinden ve bilinen sendikal örgütlenmelerin kontrolü dışında gelişmektedir. Sendikal örgütlülük düzeyinin, sendikal bürokrasinin etki ettiği bir sorun olmakla birlikte bu duruma yol açan önemli bir neden de işçi sınıfı üzerinde ‘yasa’ yoluyla oluşturulan engeller ve zor yöntemleriyle kurulan baskıdır. İşçi sınıfının sendikal örgütlenmesinin önü bu yolla sekteye uğratıldığında derinleşen çelişkiler kendiliğinden patlamaların zeminini güçlendirmektedir. Bu durum işçi sınıfı çalışmasında, çap bakımından küçük olsa da nitelikli müdahalelerin önemli bir potansiyelle buluşabilmesinin önünü açmaktadır. İşçi sınıfı içerisinde devrimci-demokratik çizgideki yarı-legal sendikal örgütlenmelerin rolü de bu koşullarda daha öne çıkmaktadır. Değişik işkollarında ve birçok bölgede sınıfla kurulan ilişkilerin yoğunlaştırılması ve sınıfın sendikal mücadelesine önderlik edilmesi, sınıf sendikacılığını geliştirebilmenin de ekonomik mücadeleyi politik iktidar mücadelesine bağlayabilmenin de güncel ve kaçınılmaz bir görevidir.