İşçi ve emekçilerin geniş kitlesi bakımından 2022 1 Mayısı’na açlık noktasına varan derin bir yoksullaşma ve gelecek kaygısı damgasını vuruyor. Enflasyon rakamları, hayat pahalılığı, ücretler ve alım gücündeki erime herkesin malumu. İşçi sınıfı özgülünde bu koşullara ağır çalışma, sömürü ve baskının yoğunlaşması eşlik ediyor. İşsizlik, işten çıkarılma korkusu, göçmen emeğinin patronlar tarafından sınıfın bütününe karşı bir silah olarak kullanılması ve örgütsüzlük ise bu tablonun diğer yüzünü oluşturuyor. Artık on milyonlarca işçi için mutlak bir sömürüden bahsediyoruz. Mesele sadece genel ücretlerin düşüklüğü de değil. Söz konusu ücretler; günlük 12-13 saatleri bulan, hafta sonlarını da kapsayan uzun çalışma sürelerine ya da birim zamandaki iş yoğunluğunun iki kat artırıldığı ağır çalışma koşullarına karşılık elde ediliyor. Patronlar en az maliyetle kârlarını azami derecede artırmak için üretim baskısını yoğunlaştırırken işçiler ise fazla mesai ve primlere desteklenmeyen ücretleriyle geçinemeyecekleri için bu ağır koşullara mahkûm kalıyorlar. Hükümetin asgari ücret oyunu, işçi sınıfının bütünü nezdinde GSYİH’den aldıkları payı görülmedik oranda aşağı çekmeye hizmet etti. Ancak yine de işçilere karşı hem hükümet hem de patronlar ekonomik kriz, döviz kuru ve küçülme gibi bahaneler ileri sürüyorlar. Oysa açıklanan rakamlardan biliyoruz ki patronlar için bir kriz söz konusu olmadığı gibi kârlarını daha da artırmış durumdalar. Bugünkü kriz işçi sınıfını, küçük esnafı ve tarımsal üreticileri, kısacası geniş emekçi kitleleri etkiliyor.
Tüm bunlar kuşkusuz sorunun ekonomik tarafı. 2022 1 Mayısı sınıf hareketi bakımından da örgütlenme, hak arayışı ve sendikal bürokrasilerle imtihanın yoğunlaştığı bir döneme denk geliyor. O nedenle de bu 1 Mayıs’ın, devrimci-demokratik güçler ve sınıf sendikacılığını benimseyen sendikal yapılar için işçi sınıfının sorun ve taleplerinin birleşik ve güçlü bir sesle dillendirildiği bir tarih olması gerekiyor. Eğer bu başarılabilirse 2022 1 Mayıs’ı patronlara, sendikal bürokrasiye ve tabii devletin işçi düşmanı politikalarına karşı yeni bir mücadele, örgütlenme ve birlik sürecinin de ilanı olacaktır. Kastettiğimiz birlik sınıf sendikacılığı temelinde devrimci-demokratik bir birlik ve işçilerin her türlü eylem, direniş, grev ve
örgütlenme deneyimini
kucaklayan sınıfın mücadeledeki birliğidir.
EMEKÇİLERİN ÖRGÜTLÜ MÜCADELESİ MEŞRUDUR
Son süreçte gelişen işçi eylemlerinde ağır basan yön örgütsüz/sendikasız ya da örgütlenme/sendikalaşma sürecindeki işçilerin hareketliliği oldu. Deriteks Sendikası’nın çorap işçilerinin hak arama ve örgütlenme mücadelesine öncülük eden pratiği gibi daha planlı ve organize örnekler olsa da bir bütün harekete rengini veren şey sendikal yetki, toplu sözleşme ve grev yetkisi gibi yasal engellere takılmaksızın fiili meşru mücadelelerle hak arama ve hak alma eğiliminin gelişmesiydi ki çorapçılar pratiğinde bile aslında sendikanın misyonu bu fiili meşru mücadeleye yön vermek oldu. Bizce olması gereken de buydu. Savunduğumuz şey, fiili meşru mücadeleye ve sınıf sendikacılığına dayanan bir çizgidir ve orada hayata geçen de bu çizgi oldu. Diğer yandan Trendol, YemekSepeti, Migros, Çimsetaş, Farplas gibi sürece etki eden ve işçi sınıfında bir dalga yaratan fiili grev ve direnişler oldu. Antep tekstil işçilerinin ve Aliağa gemi söküm işçilerinin direnişleri gibi dikkat çeken birçok eylem oldu ve bu süreçte toplamda yüzden fazla irili ufaklı eylem ve direniş yaşandı. Sendika olsun ya da olmasın harekete damgasını vuran şey fiili meşru mücadele oldu.
Hep söylediğimiz gibi işçi pratik düşünür ve ona göre hareket eder. En bilinçsiz dediğimiz yerde bile işçilerin belli gözlemleri, deneyimleri ve savunma mekanizmaları söz konusudur. Birbirinden bağımsız bir şekilde fakat bütünde bir sınıf iç güdüsü olarak ekonomik gidişatı, patronların tutumunu, sendikaları ve bu koşullarda ne yapabileceklerini düşünür, hesaplarlar. Öyle de yapmak zorundadırlar; çünkü bir yandan ailelerini geçindirmek, bunun için yeterli bir ücret ve hak elde etmek zorundadırlar diğer yandan ise başarısız olmamaları, işsiz kalmamaları gerekir. Bunu belirtmemizin nedeni, son dönemki işçi eylemliliğinde bu pratik düşünüş ve hareketin etkili olduğunu belirtmek için. Hangi zamanda hangi mücadele biçimini seçmeleri gerektiğini belirlerken de hangi sendikanın kapısını çalacağını belirlerken de işçiler bu pratik ve dönemsel bilinçle hareket etmektedirler. Eğer işçiler ağırlıkla sendikalara rağmen; hızlı, pratik ve birlik içinde harekete geçmiş ve fiili meşru mücadeleye yönelmişse verili koşulları itibariyle yapmak zorunda oldukları ve sınıf kardeşlerinin pratiğinden öğrendikleri bu olduğu içindir. Çünkü istisnai örnekler dışında sendikalar daha ağır ve “kontrollü” bir biçimde ilerlemekte, üyelik-yetki-toplu sözleşme gibi binbir çeşit engelle döşeli ve uzun zaman gerektiren yasal yolları esas almakta ve hatta toplu sözleşme ve aidat sistemine taşıyamayacaklarını düşündükleri işçilerle ilgilenmemektedirler. Oysa işçiler, harekete geçtiklerinde -patronun karşı saldırılarını da önceden düşünerek- kazanmak zorundadırlar. Kalıcı bir sendikal örgütlülükten gelmeyen hele de motokuryeler gibi örgütlenmesi çok zor işçileri ve iş kollarını düşündüğümüzde bu çok daha önemlidir. Aksi, işsiz ve aç kalmaları demektir. Kuşkusuz, işçilerin mücadele ve kazanımlarının korunabilmesi, süreklileştirilebilmesi ve geliştirilebilmesi için tüm zorluklarına rağmen sendikalı-toplu sözleşmeli biçimde çalışmak önemlidir. Ancak bu noktada belirleyici olanın işçilerin örgütlülüğü olduğu unutulmamalıdır. İşçileri örgütlemekten ve söz konusu fiili meşru mücadeleden uzak durarak sendikal bir başarının gerçekleşmesi mümkün değildir ya da gerçekleşen şey patronları çok da rahatsız etmeyen, sendika bürokratlarının ise cebini dolduran bir sendikal pratiktir. Aynı Xiaomi Salcomp işçilerinin sendikalaşma mücadelesi üzerine çöreklenen ve patronun bir uzantısı olarak hareket eden Türk Metal pratiğinde olduğu gibi.
Son süreçte gelişen işçi eylemliliklerini yukarıda bahsettiğimiz; sınıfın ekonomik ve örgütsel tablosundaki ilk dalga olarak görüyoruz. Söz konusu koşullar ağırlaşmaya devam ettiği için benzer hareketler ve/veya sendikalı işyerlerinden çeşitli hareketler tekrar gelişebilir. Hepimizin takip ettiği gibi sendikalı veya sendikasız sürekli olarak fabrikalardan işten atma, TİS süreçlerinde tıkanma, eylem veya direniş haberi gelmektedir. Bu farklı farklı eylemlerin güçlendirilmesi ve birleştirilebilmesi önemlidir. Ancak o zaman bir sınıf hareketi biçimine bürünmekte, sınıf kimliğini güçlendirmekte ve sendikal bürokrasileri daha güçlü bir biçimde zorlayabilmektedir.
TAKSİM’İN TARİHSEL ÖNEMİ SINIFIN BİRİKİMİNDEN GELMEKTEDİR
Taksim, ’77 1 Mayısı’yla başlayan ve daha sonra uzun yıllar 1 Mayıs dahil işçi ve emekçilerin sayısız eylem, direniş ve kalkışmalarına sahne olan bir meydan olarak ülkemiz sınıf mücadelesinde tarihsel ve imgesel bir anlam taşımaktadır. Cümleyi şöyle de kurabiliriz: 1 Mayıs alanı Taksim’dir. 2013 Gezi/Haziran İsyanı’ndaki rolünü de düşünürsek sadece İstanbul özgülünde değil tüm ülke nezdinde bir önemi var.
Devlet kısa bir dönem Taksim’de 1 Mayıs’a izin vermek zorunda kalsa da Taksim uzun bir dönemdir hem 1 Mayıs’a hem de devrimci-demokratik her türden eyleme yasaklıdır. Bu yasağa karşı önemli direniş ve mücadeleler de sergilendi. Son yıllarda yaşadığımız gibi Taksim’de 1 Mayıs girişimleri polis ordusu ve azgın saldırılarla engelleniyor. Bunun sonucu Taksim’de 1 Mayıs demek aslında bu dayatmaya karşı direniş anlamını da taşıyor.
Bilindiği gibi özellikle ’96 1 Mayıs’ından sonra devletin ve konfederasyon bürokratlarının temel politikası devrimciler ve devrimci-demokratik sendikal odaklarla geniş işçi-emekçi kitlesinin ve sendikalara üye işçilerin buluşmasını engellemek oldu. Bu politika bazen polis saldırılarıyla kortejlerde ve alan içinde koparmak, set oluşturmak şeklinde gerçekleşirken çoğu kez ise tümden farklı alanlar ve farklı eylemler olarak şekillendi. Başta Taksim 1 Mayısları olmak üzere bu politikayı kırabildiğimiz kimi dönemler oldu. Ancak güç dengelerindeki değişikliklere paralel bu birbirinden koparma politikasının toplam süreçte başarı kazandığını söylemeliyiz. Tarihsel anlamı ve devrimci ısrarına rağmen son yıllarda da bu politikanın hayata geçirildiğini açık yüreklilikle söylemeliyiz. Daha eski dönemlere nazaran son yıllarda 1 Mayıs seçenekleri arasındaki açı daha da büyüdü. Bir yanda Türk İş’in temsil ettiği en geri ve çoğu kez İstanbul dışı 1 Mayıs organizasyonları diğer yanda ise DİSK’in temsil ettiği göstermelik Taksim söylemleri öne çıktı. Devrimci-demokratik güçler ise bu iki seçenek arasında yer yer DİSK’i zorlayarak son birkaç yılda ise ona rağmen Taksim’i zorlayan, bunun için birçok direniş sergileyen bir pozisyonda yer aldılar. Fakat bu durumda devletin saldırısı ve engellemesi daha da yoğunlaştı ve işçilerin katılım düzeyi zamanla en alt seviyelere düştü; çünkü 1 Mayıs çok geniş bir alanın günler öncesinden kapatıldığı, Taksim’e yürümeye çalışanların gaza boğulduğu ve gözaltına alındığı bir arenaya dönüşmüştü.
Taksim için yapılan direnişler, sendikaların tutumuna ve devrimci-demokratik hareketlerin güç düzeyine bağlı olarak değişik bir çap kazanıyor ve etkide bulunuyor. Uzun bir zamandır Taksim 1 Mayısı; devlete ve sarı sendikalara karşı devrimci bir ısrarın, iradenin yansıması olarak anlam buluyor. Aslında DİSK, önceki yıllarda da gerçekten Taksim sorumluluğunu almıyor, dostlar alışverişte görsün misali bir tutum benimsiyordu. Bu yıl bu konfederasyonların Taksim 1 Mayısı’ndan kaçış eğilimi daha belirgin bir biçimde kendini gösterdi. Belirtmek gerekir ki DİSK yöneticilerinin muhalefetteki düzen partileriyle yakın ilişkisinin de 1 Mayıs’a etkisi değerlendirilmelidir. Her ne kadar işçiler ve sendikalarla ilgili bir konu gibi gözükse de 1 Mayıs, düzen siyaseti açısından da önem taşıyor. Özellikle de seçimlerin tartışıldığı bugünkü ortamda.
2022 1 Mayıs’ına giderken asıl farklılığı oluşturan şey biraz önce bahsettiğimiz işçilerin eylem dalgasıdır. Bunun belli bir çapta 1 Mayıs’a nasıl taşınabileceği ya da taşınıp taşınamayacağı sorusu belirleyicidir. Son işçi eylemliliklerinde ortaya çıkan birikimin 1 Mayıs’a taşınabilmesi, farklı iş kolları, sendikalar ve direnişlerden işçilerin 1 Mayıs’ta buluşabilmelidir. 1 Mayıs bu birliğin ve mücadelenin bir kürsüsü haline gelmelidir. Bire bir öznesi veya aktif destekçisi olduğumuz işçi direnişlerinin, bu direnişlerde veya örgütlenme süreçlerinde elde ettiğimiz ilişkilerin 1 Mayıs’a taşınabilmesi özelde bizim için de önemli. İşçilerin sınıf kimliğinin gelişiminde, söz konusu ilişkilerin nitelik kazanmasında, özellikle bu 1 Mayıs’ın daha işlevli bir misyon kazanması gerekiyor. Çünkü net ekonomik taleplerle başlayan geçtiğimiz işçi eylemlilikleri, eylemlilik anında her ne kadar belli bir bilinç ve birikime yol açmışsa da şu an büyük oranda durulmuş durumdadır. Bu nedenle 2022 1 Mayısı’nın, söz konusu işçi eylemlerinin izlerini pekiştirmesi ve sonraki mücadelelere moral aşılayacak bir temsil üstlenmesi önemlidir.