Kapitalist sistem işçi ve patron arasındaki çelişkilerin ve sınıf farklılıklarının üzerini örtmek için bir dizi tanımlamalar getirmiştir. İşçiler ve patronların arasındaki uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarını silikleştirmek için getirilen tanımlamalardan biri “iş barışı” üzerinedir. Burjuva hukukta “iş barışını bozmak” gerekçe gösterilerek birçok dava açılmaktadır. Bu barış kimle barıştır? Neye hizmet etmektedir? Bunları anlayabilmek için öncelikle Türkiye’de daha öncesinde ve günümüzde yürürlükte olan yasaları ve işçi haklarını incelemek yerinde olacaktır.
1963-1980 yılları arasında büyüyen sınıf mücadelesi ve devrimci dalga egemenlerin işçi sınıfına vermek zorunda kaldığı tavizler olarak yasalara da yansıyordu. Yine bu yıllar arasında yürürlükte olan 275 sayılı yasada hak grevi işçi ve patron arasındaki uyuşmazlıkların giderilmesi için getirilen bir “çözüm”dü. Hak grevi toplu sözleşmedeki hükümlerin uygulanmaması durumunda yapılan greve denilmekteydi. Bunun yanı sıra işçilerin hak arayış çerçevesi bu döneme göre daha genişti. Farklı fabrikalardaki işçilerin birbirine destek vermek amacıyla girdikleri dayanışma grevi de vardı. Bu grevlerin yanı sıra genel grev, siyasi amaçlı grev de bulunuyordu. 1982 AFC’sinin anayasası ile birlikte tüm bu grevler yasaklanmıştır.
AFC anayasasıyla 1983 yılında yürürlüğe giren 2822 Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nda da yasaklar açıkça devam etmektedir. Yazılı olarak belirtilmese de zorunlu olarak “mutlak barış” hakim kılınmak istenmiştir. 2822 sayılı kanunu “demokratikleştirme” adına 2012 yılında yürürlüğe giren 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu da AFC anayasasından farklı değildir. İşçilere tanınan grev hakkı yalnızca toplu sözleşme görüşmelerinde uyuşmazlık yaşandığı durumdadır. Bu da bir dizi yasal düzenlemeye bağlı kılınmıştır. Tabii alınan grev kararının yasaklanıp yasaklanmaması da yine egemenlerin elindedir. AKP hükümeti döneminde yasaklanmış 15 grevi düşünürsek bu kanunun da yalnızca yazıdan ibaret olduğunu ortaya koyabiliriz.
ÇSGB, söz konusu kanunla ilgili “2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu tek çatıda toplanarak özgürlüğü ve çalışma barışını esas alan yeni bir kanun yapıldı” diye belirtiyor. “Çalışma barışı” ya da “iş barışı” olarak nitelendirilen bu tanım “çağdaş sendikacılık” akımına sığınılarak sarı sendikalar tarafından hemen kabullenilmiştir. Sendikalar bu tanımın neye hizmet ettiğini düşünmeden toplu sözleşmelerde bir “tehdit” olarak bakın “iş barışı” bozulur demektedir. Uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarını silikleştiren, işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki kavgayı ücret artışı, çalışma saatleri vs. gibi sorunlar üzerinden ufaltarak bir barış tanımlaması yapılmakta ve sendikalar da bunu diline pelesenk ederek bu “barış”ın peşine düşmektedir.
“Çağdaş sendikacılık” anlayışıyla patronun karını savunmaya soyunan, sınıf mücadelesi yoluyla değil sınıfların uzlaşması yoluyla, sınıfların karşılıklı anlaşmaları, uyuşmaları gerektiğini ve “barış” yoluyla hakların elde edilebileceğini öne sürüyorlar. Sözleşmelerde işçiyi değil “iş barışı”nı esasa alarak fabrikalarda üretime zarar verilmemesini, hem patronun hem işçinin kazanması gerektiğini ortaya atıyorlar. Patronu zora sokarsak fabrika batabilir, işçi de işsiz kalır demagojileriyle kendi pasifist, reformist anlayışlarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) gibi kurumların ortaya çıkardığı yasaları, üye ülkelerin kabul etmesiyle sorunların çözüleceğini savunuyorlar. Oysa ILO gibi örgütlenmeler, sözde işçiler lehine hareket eden ancak gerçekte emperyalist sermayenin dünya işçi sınıfını kontrol altında tutma amacına hizmet eden örgütlenmelerdir.
Faşizmin saldırılarının yoğunlaştığı, kölece çalışma koşullarının ve sefalet ücretlerinin dayatıldığı, ekonomik krizle birlikte getirilen zamlarla yoksullaşmanın giderek arttığı ve çelişkilerin derinleştiği bir süreçten geçiyoruz. “Geçinemiyoruz” denilerek birçok işçi intiharları gerçekleşmiştir. Her geçen gün artan iş cinayetleri olağanlaştırılmaya çalışılıyor. Grevde olan işçilere bir dizi keyfi yasaklamalar getirilip, saldırılıyor. İşçiler, hak arama mücadelelerinde tutuklama ve gözaltılarla karşı karşıya kalıyor. Yine kıdem tazminatına ve kazanılmış birçok hakka saldırılar gündemde. İşçilerin çelişkileri derinden hissettiği ve hak arama mücadelesinin her geçen gün zorlaştığı bu süreçte sendikaların ya da diğer derneklerin veya kurumların “iş barışı”nı savunması demek, egemenlerin patronlarla yürüttüğü işbirliğini savunmak, bu yapılan saldırı ve politikalara ortak olmak yani artık işçi düşmanlığına soyunmak anlamına da gelir.
Patronlar ile barış demek, işçi sınıfını köleleştiren koşulları yok saymak aslında patronların çıkarını savunmaktır. Gücü elinde bulunduran egemen sınıfın barışa ihtiyacı yoktur. Bahsedilen barış işçi sınıfının aldatılmasından, reformist emellere alet edilmesinden başka bir şey değildir. “İşçiler ve tüm emekçiler aç, çıplak, bitmiş ve tükenmiş bir durumda iken saf demokrasiden, genel olarak demokrasiden, eşitlikten ve özgürlükten söz etmek, emekçiler ve sömürülenler ile alay etmek demektir” diyor Lenin. Böylesi koşullarda aynı sözü “iş barışı” tanımlaması için de söyleyebiliriz.
Sınıf uzlaşmacılığıyla değil, uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarını derinleştirerek yürütülen sınıf mücadelesiyle ve bunun sonucu gerçekleşecek nihai devrimle işçi sınıfının kurtuluşa ereceğini çarpıtanlara cevabımız, işçi çalışması içinde yürüttüğümüz faaliyetlerde bu şirin gözüken uzlaşmacılarımızın maskesini düşürmek olacaktır. Lenin’in dediği gibi “Sınıfların karşılıklı ilişkisini açığa çıkarmak devrimci partinin baş görevidir.” İşçilerin içi boş barış söylemleriyle aldatılmasına karşı, işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki çelişkiyi derinleştirmeli, sınıfın öfkesini barış söylemleri altında silikleştirmemeli, sınıf mücadelesine kanalize etmeliyiz. Bu doğrultuda sınıf sendikacılığını esas alan örgütlenmeler önemli noktada durmaktadır. Onların maskesini düşürecek olan işçi sınıfı için alternatif örgütlenmeler oluşturan ve teorik-pratik duruşuyla, söylemleriyle işçi sınıfına gerçek düşmanı kavratacak olan örgütlenmelerdir.
Bir DDSB’li