İran’da Süreklileşen Halk Hareketi

[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]

13 Eylül’de Jîna Emînî’nin “İrşad devriyeleri” olarak adlandırılmış “ahlak polisleri” tarafından katledilmesi ile birlikte başlayan eylemler devam ediyor. Yaklaşık 3 aydır devam eden eylemlerde yüzlerce kişi hayatını kaybetmiş, binlerce kişi ise yaralanmıştır. Aylardır devam eden eylemleri devletin giderek artan saldırganlığı izlemektedir. Son olarak eylemlere katılımı düşürmek, bu yolla isyanı geriletmek için çıkarılan “ateşli veya ateşsiz silahlarla gösterilerde insanların canlarına kastedilmesi durumunda idam cezası” yasası ile birlikte bu saldırganlık resmi, kanunla bağlanmış bir politik tutuma dönüşmüştür. Peşi sıra eylemlerde yakalanan birçok kişinin mahkemelerde, “ateşsiz silah ile devlete savaş açma” gerekçesi ile idam cezası aldığı söylenmektedir. Eylemler son dönemde daha çok Mahabad gibi İran Kürdistanı şehirlerinde yoğunlaşırken, geçtiğimiz günlerde asker ve polis tarafından bu şehirlerin kuşatmaya alındığı ve rastgele evlere ateş açıldığına dair bölge sakinleri tarafından sanal medyada yer alan birçok paylaşım görülmüştür.

İran’da aralıklarla ama sürekli olarak bu gibi eylemlerin yükseldiği, bunların rejimi ve sistemi hedefleyen bir yangına dönüştüğü görülmektedir. Aralıklarla İran’ın gerici egemen sınıflarını titreten bu eylemlerin hemen hepsine rengini veren talepler gerici-dinci sistemin kaldırılması, ağır ekonomik şartlara çözüm ve destek şiarları olmaktadır. Son on yıllarda kitlelerde gelişen dinci-gerici sisteme yönelik reform talepleri ve sisteme karşı güvensizlik, ağır ekonomik şartlar ve artan sömürü ile birleşince İran devleti için ciddi bir tehdit olarak algılanmakta ve hızlı bir biçimde halka saldırılar gerçekleştirilmektedir. Bir yandan İranlı gerici egemen sınıflar bu kitle hareketlerini bastırmaya çalışırken diğer yandan da bu hareketleri kendi gerici iç çekişmelerine yedeklemeye çalışmışlardır. Reform taleplerinin yoğunlaşması ile birlikte İran’da “reform” yanlısı egemen sınıf klikleri ortaya çıkmaya başlamış, kitleleri bu biçimde çelişkilerinin derinleşmeye başladığı sisteme yeniden entegre etmeye çalışılmışlardır. Bir düzeyde halkın meşru mücadelesini kontrol altına almaya çalışmışlarsa da kısa süre içinde iplikleri halk nezdinde pazara çıkmış ve bu manipülatif politik çizgi artık daha az karşılık bulmaya başlamıştır. Son yıllarda ardı ardına ülke çapında gerçekleşen direnişler de bu duruma işaret etmektedir. Bu duruma diğer bir işaret de önceki dönemlere göre rekor sayıda düşük gerçekleşen seçimlere katılım oranıdır. Son seçimlerde yalnızca yüzde 48’lik bir katılım sağlanabilmiştir. Tüm bunlar İran halkının gerici egemen sınıflar ile çelişkilerinin ne boyutta derinleştiğine işaret etmektedir.

Mahmud Ahmedinejad döneminde ve sonrasında, 2013 yılından itibaren de gündeme daha sık gelen yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, akabinde uluslararası yaptırımlar ve dünya genelinde süren ekonomik krizin de yansımaları ile sisteme karşı derin bir güvensizlik oluşmuş ve bu güvensizlik kitlelerin harekete geçme eğilimini güçlendirmiştir. Akabinde 2017 ve 2018 yıllarında derinleşen çelişkiler halkın sokakları tutarak devlete karşı mücadeleye tutuşmasına ön ayak olmuştur. Bu dönemde ABD liderliğindeki emperyalist baskının artması ile birlikte İran, halka daha ağır faturalar çıkarmış, istihdam ve üretimde yaşanan daralma ile birlikte enflasyon ciddi boyutlara varmıştır. Ruhani döneminde gittikçe etkisini şiddetlendiren ve aralıklar ile devam eden eylem zinciri de örülmeye başlamıştır. İlk etapta yolsuzluk ve enflasyona yönelik söylemler ile sokaklara çıkılsa da kısa süre içinde bu talepler sisteme yönelerek toplumsal ve siyasal bir nitelik kazanmıştır. Ekonomik talepler sosyal ve siyasal değişim talepleri ile birleşerek gerici İran rejimini hedefler hale gelmiştir. 2017 Aralık ayında başlayan ve 2018 yılı başlarında devam eden bu eylemler sırasında İran devleti tarafından onlarca kişi katledilmiş ve binlerce kişi de tutuklanmıştır. Bu şekilde İran devleti eylemleri pervasız saldırıları ile kesintiye uğratmışsa da bu kesinti çok uzun sürmemiş, Kasım 2019’da halk yeniden sokakları doldurmaya başlamıştır. Bu eylemler 2017-18 eylemlerine göre daha geniş çaplı ve daha uzun süreli olmuştur. Petrol protestoları olarak bilinen bu eylemler ise bir gecede benzin fiyatlarına yüzde 300 zam gelmesi üzerine başlamış, günlerce süren eylemler ilk etapta Ruhani önderliğindeki gerici iktidar tarafından ılımlı söylemler ile yatıştırılmaya çalışılsa da halk barikatları tutuşturarak, devlete ait binaları yakarak karşılık vermiştir. Bunun üzerine yine İran devleti tarafından saldırılar gerçekleştirilmiş, yüzlerce kişi ölmüş ve binlerce kişi tutuklanmıştır.

ÖNDERLİKTEN YOKSUN HAREKET

Bu eylem süreçleri politik önderlikten ve belirlenmiş bir politik programdan yoksunluk sebebi ile kesintiye uğrasa da süreğen olmakla özeldir. Bu süreğen eylemler İran halkının gerici devlete ve sisteme karşı öfkesinin artarak devam ettiği eylül ayı itibari ile bir kez daha açığa çıkmıştır. Bu kez İran halkı yalnızca reform veya destek değil, gerici rejimin ortadan kalkması talebini dile getirmiştir. Son eylemler ile halk ve İranlı egemen sınıflar arasındaki çelişkilerin ne boyuta ulaştığı da görülmüştür. Geçmişe göre siyasal ve toplumsal hedeflerin daha belirgin olduğu, mevcut rejimi hedefleyen yönünün daha fazla kuvvet kazandığı görülmektedir. Eylemler çeşitlenmeye, daha şiddetli bir mücadele zemini oluşmaya başlamıştır. Sokaklarda polis ve Devrim Muhafızları olarak bilinen halk düşmanı birliklere karşı eylemler gerçekleştirilmiş ve bazı gericiler bu eylemler sırasında öldürülmüştür. Devlet cephesinde de bu ve benzeri eylemlere karşı yasal zırhı güçlendiren adımlar, bu hareketlerin ileri süreçte daha sert ve daha yoğun olarak yükseleceğine dair fikir vermektedir. Eylemler şu an için yoğunluğunu yitirmeye başlasa da, çelişkilerin aynı keskinlikte devam ettiği ve her an yeni süreçlerle karşılaşabileceğimiz öngörülebilir. Ancak bu eylemlerin ve İran’da oluşan direniş geleneğinin en büyük handikabının siyasal önderlikten yoksunluk olduğunu unutmamak gerekir. Bu durum devlet manipülasyonuna karşı halkı korumasız bırakmakta, saldırılara karşı da etkin bir hat örgütleyememesine neden olmaktadır. Eylemlere konu olan talepler İran devrimine de konu olacak taleplerdir, süreci devrimci temelde örgütlemeye olanak vermektedir. Ancak bu talepler üzerinden halkın örgütlenmesini ve örgütlü bir şekilde gerici İran devletini hedeflemesine olanak sağlayacak yetkinlikte bir devrimci önderlik de mevcut değildir. Bu sebeple aktivizm-reformizm sarmalında ilerleyen bu hareketler bir sonraki toplumsal çatlak noktasına varana kadar sönümlenmektedir. Yani tek başına devletin saldırıları değil, politik nitelikteki zayıflık da İran halkının meşru direnişini kesintiye uğratmaktadır.

Bu sürecin bir diğer yanını da dış burjuva medya, özellikle de Batılı emperyalistlerin tekelinde bulunan medyanın bu direnişleri yoğun bir şekilde işlemesi oluşturmaktadır. Bu durum yalnızca Jîna Emînî eylemlerinde değil, 2017-18 eylemlerinde de dikkat çekici bir husus olmuştur. Kuşkusuz bu gündemin Batı’da bu derece geniş yer tutması, Batılı emperyalistlerin İran halkının ilerici taleplerine kulak kabartmasından ileri gelmemektedir. İran’ın bölgedeki pozisyonu itibari ile Batılı emperyalistlere karşı mevzi savaşı yürüten Rusya ve Çin gibi emperyalistler ile ilişkileri ve Suudi Arabistan ve İsrail ile olan derin “husumetleri” Batılı emperyalistlerin tutumunu belirlemektedir. Yıllardır ABD öncülüğünde Batılı emperyalistler tarafından İran üzerindeki kontrollerinin artırılması adına birçok girişim ve yaptırımda bulunulmuştur. Bunlar hâlâ devam etmektedir. Yani esasta Batılı emperyalistler için sorun rejim sorunu değil, İran’ın bir bağımlı ülke olarak sahada kendi yönelimlerine uygun olarak konumlanmamış olmasıdır. Suriye, Lübnan, Irak sahasında etkili bir askeri ve politik figür olarak İran, ABD önderliğindeki Batılı emperyalistlerin çıkarlarına hizmet edecek şekilde hizaya getirilmeye çalışılmaktadır. Bu bölgede etkisinin zayıflatılmasına dair değil direkt olarak bu etkinin kullanılmasına yönelik bir çaba söz konusudur. Körüklenen İran düşmanlığı da esasta İran’ın Rus emperyalizmi ve Çin sosyal emperyalizmi ile ilişkilerinin zayıflatılmasını, bölgede esasta Rus emperyalizminin çıkarlarına uygun biçimde şekillenen İran’ın bu yönelimden çıkarılmasını hedeflemektedir. Bu sebeple de İran egemen sınıfları içinden de özellikle belirli dönemlerde kamuoyuna da yansıyan biçimi ile bazı klikler ile iş birliği geliştirmeye de çalışmaktadır. Dolayısıyla İran’da gelişen halk hareketleri de emperyalistler cephesinden yalnızca izlenecek olaylar silsilesinden daha ciddi bir anlam taşımamaktadır.

2019 eylemlerinde Batı’da İran halkının direnişinin geniş yer tutması ve ABD başta olmak üzere birçok ülkeden gelen itidal çağrıları gerici İran devletine güç vermiştir. “Eylemlerin arkasında ABD var” demagojisini ustaca kullanmasına olanak vermiş, bölgedeki siyasal atmosferin de etkisi ile bu politika halkta karşılık bulmuş ve eylemlere olan desteğin azalmasına sebep olmuştur.

Son süreçteki eylemler için yeniden İranlı egemen sınıflar aynı söyleme sarılmışlardır. Ancak bu söylemin İran halkında daha az karşılık bulmaya başladığı görülmektedir. Bu durum egemen sınıfların ahlak polisi, yaşam tarzı, kadınlara yönelik kısıtlamalar vs. meselelerinde tepkileri gözeten düzenlemeler yapılabileceğine dair geri adım sinyalleri görülmekte ya da eylemlere katılımın tavsaması için bu türden beklentiler oluşturulup eylemler içerden zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Devletin bölgedeki konumunu korumak için içeride “dinginlik” istemesi bu eylemlerin dinmesini gerektirmektedir. Reformların masaya konması da dahil çeşitli aldatmaya dayalı yaklaşımlarla karşılaşmak gayet olasıdır. Ancak sistemin bir çözülmeye yol açacak şekilde taviz vermesi olası değildir. Örneğin Başsavcı Muhammad Cafer Muntazeri ahlak polisi uygulamasının kaldırıldığına dair yorumlarda bulunmuş, ertesi gün İran devlet medyası “İslam Cumhuriyeti’nde hiçbir yetkili ahlak polisinin kapatıldığını teyit etmedi” diyerek bu yorumları yalanlamıştır. Bu yorumlara rağmen İran kentlerinde genel grev çağrısına uyulmuştur. İran devletinin geri adım attığı yorumları kitlelerin hareketinde bir gerilemeye yol açmamıştır. Halihazırda devlet kendini yalanlamak zorunda kalmıştır.

Özellikle kitlelerin mücadelesinin biriken dinamikleri, hareket kabiliyeti “reformlarla” kandırılmalarını zorlaştırmaktadır. Yine hareketin özellikle İran Kürdistanı’nda kazandığı dinamizm, süreklilik ve daha örgütlü karakter rejimin bir bütün Kürt meselesine yaklaşımını da etkileyecek faktördür. Bunun bir yani Kürtlere karşı daha düşmanca tutum iken diğer yanı diğer parçalardaki Kürt ulusal hareketleri ile taktik ilişkileri geliştirmek olacaktır. Yani İran egemen sınıfları bu süreci salt şiddet ve baskı politikası ile değil aynı zamanda havuç siyasetiyle bütünleyen bir ele alış ve yaklaşıma sahiptir.

Gittikçe daha belirgin hale gelen ve İran halkında bir direniş geleneğinin oturmasına yol açan bu halk hareketi, derinleşen çelişkiler kapsamında devrimci bir önderliğe ne derecede ihtiyaç duyduğunu bir kez daha göstermektedir. Siyasal önderliğine kavuşamamış İran halkının görkemli direnişi kesintiye uğramaktadır. Bu özellik halkın gerçek çıkarları ekseninde süreklileşen, uzun süreli bir devrim mücadelesini örgütlemenin en belirgin engelidir. İlerleyen süreçlerde devrimci önderliğe dünden daha fazla ihtiyaç duyulacağını bugünden öngörebiliriz. Gene de bütün bu olanlar dünya halkları için deneyimler sunmaktadır: Önderliksiz ve ordusuz bir halkın zaferi olanaksızdır; ama tersi yenilmez bir gücün kendisidir.