Egemen sömürücü sınıfların dünya görüşü, sömürü ve talanın olabildiğince derinleştirilmesi üzerine kuruludur. Bir yandan kendi sınıflarının hükmünü zor yolu ile devam ettirmeye çalışırken diğer yandan da halkı aldatmanın araçlarını geliştirir. Tüm dünya üzerinde ezilen emekçi sınıfların kendi gerçek çıkarları etrafında örgütlenmelerinin önüne geçmek için, onların dünya görüşünü de idealizm ile şekillendirmeye uğraşır. Şovenizm, ırkçılık, dincilik gibi araçlar ile ezilenler zehirlenmeye çalışılır, kendi gerçek çıkarları olan sisteme karşı ortak mücadeleden uzaklaştırılır ve birbirine düşmanlaştırılır. Böylece bir araya gelerek örgütlenmeleri, gericiliğe ve sömürüye karşı mücadele etmeleri engellenir. Bu araçlardan biri olarak “ırkçılık”, bugün bir yandan suç sayılırken, diğer yandan egemen sınıflar tarafından köpürtülmek istenmeye devam etmektedir. Irk kavramı her ne kadar insan toplumu için uygun olmayan ve karşılığı olmayan bir kavram olsa da, sömürücü sınıfların aracılığı ile “ırkçılık” var olmaya devam etmektedir.
Hayvanlar ve bitkilerin taksonomik sınıflandırması, biyolojik çalışmalarda bilim insanlarına büyük kolaylıklar sağlar. Canlılar arasındaki benzerliklerin ve farklılıkların ortaya çıkarılarak sınıflandırılması, bu alemin daha kolay anlaşılmasını sağlar, bilimsel çalışmaların yönünü tayin eder. Taksonomik seviyeler; tür, cins, takım, alem gibi kademelerden oluşabilir. Bu yönlü adlandırmalar, yalnızca gelecekteki çalışmalar için kolaylıklar sağlamaz, aynı zamanda canlıların gelişim süreçlerinin anlaşılması için de önemli bir yerde durur. Öyle ki evrim teorisine giden yol, taksonomi faaliyetlerinin gelişmesi ile açılmıştır.
Taksonomi, biyolojik çeşitliliğin anlaşılmasına olanak tanır, doğa anlaşılır hale gelir. Bu çalışmalar yalnızca anlama ve tanımlama faaliyeti olarak anlaşılmamalıdır, günümüz insanının doğal kaynaklar ile olan ilişkisinde ve bunların yönetiminde vazgeçilmez bir yer tutmaktadır. Doğal kaynakların verimli bir şekilde kullanılmasının yanı sıra, tabiatın korunması için de taksonomi elzemdir. Tür çeşitliliğinin korunabilmesi için, tür ayrışımlarının doğru biçimde yapılması gerekmektedir. Ayrıca bugün genetik ve biyoteknoloji alanlarında yapılan çalışmalarda sınıflandırma elzem bir yerde durur. Eski çağ Yunan doğa filozofları ile başlayan taksonomi çalışmaları, bugün de kimi değişiklikler ile olsa da geçerli olmaktadır. Günümüzde sınıflandırma yapılırken alınan kriterler; morfolojik özellikler gibi dış görüntüde açığa çıkan özellikler, fizyolojik ya da metabolik işlevler, ekolojik ve genetik özellikler olabilmektedir. Bununla birlikte evrim süreci görece iyi anlaşılmış canlılar için, ortak ata ve evrimleşme sürecine göre de sınıflandırma sağlanabilmektedir.
İnsanın Türleşme Süreci
İnsan da, diğer canlılar ile ortak atadan gelmiş, belirli dönemlerde cins, tür gibi kategorilerde diğer canlılardan ayrışmıştır. Yaklaşık 55 milyon yıl önce Primatların yani iri beyinli memelilerin ayrışımı gerçekleşmiş, yine yaklaşık 20 milyon yıl önce hominoidler yani insansılar ortaya çıkmıştır. Bugün için Hominoidler içerisinden 8 türe kadar Dünya üzerinde görülebilmektedir, orangutanlar ve goriller de insanlar gibi bu familyaya ait türlerdir. Ancak “Homo” yani insan cinsinin yaşayan tek türü, Homo sapiens yani “akıllı insan” olarak adlandırılan biziz. Homo cinsi diğer hominoidlerden ayrıştıktan sonra, birçok insan türü ortaya çıkmıştı. Homo erectus, Homo naledi, Homo rudolfensis, Homo neandertal gibi birçok insan türünün geçmişte var olduğu fosil kayıtları ile belgelenmiştir. Bu türler arasından Neandertal gibi bazı türlerin yok oluşunun doğrudan modern insan yani Homo sapiens sapiens ile girdikleri etkileşimden kaynaklandığı tahmin edilmektedir. Neandertallerin genetik materyali, onların modern insanın en yakın akrabası olduklarını göstermektedir. Bu iki tür aynı dönemde yaşayabilmiş, birbiri ile sıklıkla temas etmiş, hatta eşleşebilmiştir. Neandertallerin son kaydının 40 bin yıl önceye dayanıyor olması, onların modern insan tarafından bir biçimde domine edildiklerini ya da baskın topluluk içinde kaybolduklarına işaret etmektedir. Modern insan ile eşleşebildikleri için yok olmuş olabileceklerine ya da kendisinden nüfus ve zekâ becerisi olarak daha ileri olan modern insan tarafından yaşam alanlarından sürüldükleri için hayatta kalamadıklarına dair birçok teori mevcuttur. Bu teorilere konu olan gerekçeler aynı anda var olmuş da olabilir.
İnsan türleşmesinde elde edilen verilerin değerlendirilmesi geçmişte oldukça zordu; çünkü yalnızca bir insan türü hayattaydı. Eldeki fosillerin genetik çalışmalara konu oluşu ve daha doğru biçimde sınıflandırılması ise henüz yakın bir zaman dilimi içinde mümkün olabilmiştir. Bu fosiller üzerinde yapılan çalışmalar, insan türleri arasındaki bariz farkları da açıkça ortaya koymaktadır. Modern insanın yani Homo sapiensin alt türü olabilecek İdaltu gibi yine yok olmuş alt türlere ait veriler mevcut olsa da bu çalışmalar henüz çok yenidir. Homo sapiens sapiens olarak adlandırılan modern insan ve Homo sapiens idaltu olarak adlandırılan insan arasındaki en temel farklar, beyin hacmi ve kafatası yapısıydı. Ancak elde daha fazla veri ve çalışma olduğu için en uygun karşılaştırma modern insan ve Neandertal arasında yapılabilmektedir. Morfolojik özellikleri modern insandan oldukça farklıdır, bu sebeple denilir ki karakteristik yüz yapısından kaynaklı “bir Neandertal ile karşılaşılırsa, o hemen tanınır.” Küçük çeneler, büyük ön dişler, kemerli alın yapısı ve oldukça uzun kafatası, morfolojik olarak modern insandan farklıdır. Yalnızca morfolojik farklılıklar değil, aynı zamanda tabiat koşullarında bizim türümüzün doğal seçilimde daha avantajlı olduğu da ortadadır. Bununla birlikte fiziksel ve morfolojik farkların genetik izlerini görmek de mümkün olmuştur. Yakın akrabalığımıza rağmen belirgin farkların hemen göze çarpacağı bu insan türünün yok olmasının ardından yaşayan tek insan türü olarak biz Dünya üzerinde yerimizi korumaya devam ediyoruz. Eğer yaşayan tek tür bizler isek, bu tür içerisinde sınıflandırma veya ayrıştırma gerektirecek ölçekte biyolojik bir farklılık mevcut mudur?
Modern İnsanın Irklara Ayrılabilir Mi?
Türler veya cinsler içerisindeki ayrışmanın sağlanmasının birçok yolu vardır. Bunlardan en önemlisi, tür içerisindeki bir popülasyonun, türün diğer üyelerinden izole olmasıdır. Farklı tabiat koşullarında, farklı ihtiyaçlar altında türün kimi özellikleri farklılaşma gösterebilmektedir. Darwin’in Galapagos Adalarında gözlemlediği gerçeklik, buna işaret etmekteydi. Birbirine çok yakın adalarda veya aynı ada üzerinde, kıraç ve kayalık alanlar ile ormanın yoğun olduğu alanlarda ispinoz kuşları farklı fizyolojik ve morfolojik özellikler gösteriyordu. Farklı tabiat koşulları, avantajlı olan yönlerin gelişmesini zorunlu kılıyordu. Aynı ada üzerinde dahi, evrimin derin izlerini görmek mümkün oluyordu.
Primatların gelişim süreci de bu şekilde olmuştu. Nihayetinde bilişsel becerileri sayesinde hayatta kalan son tür Homo sapiens sapiens oldu. Peki modern insan içerisinde tür farklılaşması veya ırksal değişiklikler söz konusu mudur?
Elbette insan evrimden bağımsız değildir. Kendi vücudumuzda dahi evrimin ispatı sayılabilecek sınırsız tarihsel ize rastlamaktayız. Yaşam koşullarına göre, biyolojik olarak avantaj sağlayabilecek özelliklerimiz gelişirken dezavantajlı veya ihtiyaç olunmayan özellikler insan toplumundan siliniyor. Ancak bu evrim süreci, ispinoz kuşlarında olduğu gibi bir tür farklılaşmasına sebep olmaktan çok, insan toplumunun kendi özgü gelişim yasalarından kaynaklı farklı biçimde gerçekleşiyor. İnsan türü, doğadaki diğer canlılar ölçeğinde bir tür içi farklılaşma yaşamazken gözlemlenen farklılıklar ise tür genelinde gelişmektedir. Bunun en önemli sebebi ise, uzun süren bir izolasyon sürecinin Dünya üzerinde insan için mümkün olmayışıdır. İzole kabileler ve küçük istisnalar dışında bu yönlü bir yapının olmaması, fizyolojik ve morfolojik ayrışım için koşulların oluşmasını engellemektedir.
İnsanlar tümü ile aynı morfolojik yani dışsal özellikleri taşımayabilir. Deri rengi, göz rengi, saç rengi, boy farkı gibi farklılıklar gözlemlenebilmektedir. Ancak bu özelliklerin, yani bir insanı diğerinden farklı gösteren özelliklerinin hiçbiri, bir ırk veya tür farkına dayanmamaktadır. Bu farklılıklar bir popülasyonun genelinde gözlemlense dahi, biyolojik tür veya ırk olarak değerlendirmek için yeterli veriler değildir.
Eğer bir kıta diğer kıtalardan ayrılır, bu kıta üzerindeki insanlar ile milyonlarca yıl hiçbir biçimde iletişim kurulamazsa, bu yeni kıtanın tabiat koşulları tamamen bizden farklı olur ve orada yaşayanların tüm yaşamsal ihtiyaçları bizden farklılaşır ise, çok uzun bir süre belki de milyonlarca yıl sonra fiziksel birçok fark gözlemlenmesi olası olabilir. Bu gibi tamamen varsayımsal durumlar dışında bugünkü insan topluluğu göz önüne alındığında herhangi bir insan popülasyonunun tür veya ırk olarak ayrışması için geçerli hiçbir sebep yoktur. Bugün geçmişte yaşamış insan türlerini incelerken ve ayrışım yaparken temel aldığımız esas olgu bilişsel beceriler ve bu becerilerin üretildiği fizyolojik unsurlardır, bugün bu kriter üzerinden insan türü içerisinde bir ayrışıma gitmek mümkün değildir; çünkü herhangi bir bölge popülasyonunu diğer bölgeler ile ayrıştıracak bir farklılık mevcut değildir. Yani yaşayan tek insan türü ve ırkı modern insandır, türe ait özellikleri göstermeyen herhangi bir popülasyonu yoktur. En izole kabileler için dahi bu durum geçerlidir.
Taksonomi, bir fayda gözetir ve bir ihtiyaçtan doğar. İnsan toplumu için bu yönlü bir sınıflandırma yapmak nasıl bir ihtiyacın ürünü olabilir veya topluluğa ne gibi bir fayda sağlayabilir?
Elbette bu yönlü bir biyolojik tasnife ihtiyaç yoktur. İhtiyaç olmadığı gibi somut olarak bu yönlü bir tasnife yarayacak biyolojik materyal de yoktur. Geçmişte bu yönlü taksonomi girişimleri olsa da bugün için bu girişimler tümü ile terk edilmiştir. Irk denilen olguyu tanımlayacak biyolojik özelliklerin veya farklılıkların insan toplumu içinde herhangi bir ayrışımı mümkün kılacak şekilde var olmadığı bilinmektedir. Yapılan girişimler de kendi içerisinde yoğun tutarsızlıklar barındırmaktadır. Örneğin, siyah ve beyazlar diye fenotipik özelliklerden bir ayrışım yapılması halinde, bu özelliklerin ayrışım sebebi olmasının gerekçesini de sunmak gerekir. Çünkü siyah ve beyaz tenli olmanın dışında farklı fenotipik özellikler de mevcuttur, bu özellikleri de sınıflandırmak gerekecektir. Göz rengi, boy gibi özellikler de bu sınıflandırmaya katıldığı takdirde herhangi bir taksonomik çalışmanın mümkün olmadığı net bir şekilde görünmektedir. Yani sınıflandırma yapılacak kadar belirgin özellikler ile ayrışan insan popülasyonları mevcut değildir. Ya da bir insanın herhangi bir milliyet üzerinden türleştirilmesi ve ırk olarak adlandırılmasının da biyolojik herhangi bir karşılığı yoktur.
Var olan fiziksel farklılıkların kökeni ise grup içi evliliklere dayanmaktadır, bu farklılıkların belirli bölgelerde yoğunlaşmasının sebebi budur.
(Devam edecek)