ABD’nin Afganistan yenilgisi, dünya siyasetinde bir dönemin kapandığının işareti sayılabilir. Yukarıda değindiğimiz üzere Afganistan ve Irak işgalleri ABD açısından yalnızca bir başlangıçtı. O süreçte ABD işgallerini çok daha geniş bir coğrafyaya yayarak dünya üzerindeki egemenliğini perçinlemeyi, tek kutuplu ve ABD hakimiyetine dayanan bir küresel düzen tesis etmeyi amaçlıyordu. Bu proje ilk olarak Irak halkının direnişi ile başarısızlığa uğramıştı. ABD, Irak’tan sonra işgal sırasının hangi ülkeye geleceğini tartışırken halkın direnişi nedeniyle Irak’ta tam bir batağa saplanmıştı. Ardından Ortadoğu’yu ABD açısından dikensiz bir gül bahçesine çevirmeyi amaçlayan BOP da Suriye’de Esad rejiminin devrilememesi nedeniyle rafa kaldırılmıştı. Özel olarak Ortadoğu’da genel olarak da dünyada Rusya ve Çin’in yükselişi nedeniyle, ABD hegemonyası gerilemeye başlamıştı. ABD’nin dizayn etmeye çalıştığı birçok yarı-sömürge ülke Rusya ve Çin’in etki alanına girmişti. Son Afganistan yenilgisi ise ABD’nin 11 Eylül saldırılarının ardından devreye koymuş olduğu stratejinin başarısızlığa uğradığının en net göstergesi oldu. Artık ABD gerileyen bir güç olduğunu, “rakipsiz” olmadığını iyice görmüş ve stratejilerini de bu gerçeğe uygun hale getirmeye başlamıştır. Dolayısıyla Afganistan’ın işgali ABD açısından ne kadar iddialı bir politik hamle idiyse Afganistan’dan çekilişinin de o denli önemli sonuçları olmuştur.
AFGANİSTAN’I BEKLEYEN GELECEK…
Peki işgalin sonlanmasının ardından Afganistan’ı nasıl bir gelecek beklemektedir? ABD’nin çekilmesinin hemen ardından Taliban kukla Gani rejimine etkili darbeler vurmaya başlayarak kontrol ettiği alanları beklenmedik bir hızla geliştirmeye başlamıştır. Şimdiden başkent Kabil dahil ülkenin çok büyük bir bölümü Taliban’ın kontrolü altına girdi. ABD ve NATO’nun fiili desteğinin olmadığı bir koşulda kukla Gani rejiminin Taliban karşısında ayakta kalması mümkün değildi ve Gani ülkeden kaçıp gitmeyi tercih etti.
Öte yandan gerici bir iç savaş sürerken emperyalistlerin Afganistan’ın hakimiyeti uğruna rekabetleri de tüm hızıyla sürdü. Nitekim Rusya ve Çin, ABD’nin çekilmesiyle oluşan boşluğu doldurmak adına hemen harekete geçtiler. Bu iki emperyalist gücün de stratejilerinde Afganistan önemli bir yere sahiptir. Her iki devlet de Orta Asya’daki hakimiyetlerini pekiştirmek adına Afganistan’ı denetim altına almaya çalışmaktadır. Yine Afganistan’ın sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynakları da Rusya ve Çin’in iştahını kabartmaktadır. Özellikle Çin’in gitgide büyüyen sanayisi için hammadde ihtiyacı sürekli artmaktadır. Nitekim Çin’in bu ihtiyacı kapatabilmek adına hammadde açısından zengin olan yarı-sömürgeleri nüfuzu altına almak için nasıl yoğun bir çaba harcadığı da bilinmektedir. Çin, “kuşak-yol” gibi projelerle bu tür ülkelere büyük bir sermaye ihracı gerçekleştirmekte ve bunları kendine bağlamaktadır. O halde Çin’in Afganistan’a özel bir ilgi duymasında da şaşılacak bir yan yoktur. Ayrıca Çin’in yüksek teknoloji üretiminde önemli yatırımlar yaptığı ve bu alanda ABD’yi yakalamaya çalıştığı da unutulmamalıdır. Bu alanda kullanılan ve stratejik hammaddeler olan ender mineral kaynaklar, Afganistan’da bolca bulunmaktadır. Çin ve Rusya’yı Afganistan’a ilişkin “duyarlı” kılan bir diğer faktör de “güvenlik kaygıları”dır. Rusya Orta Asya’daki; Çin de Uygur Bölgesi’ndeki İslamcı hareketlerin iç savaşa sürüklenmiş, kaos içindeki Afganistan’da üstlenmelerinden, oradan beslenmelerinden çekinmektedir. Bu sebeple Afganistan’ın daha fazla istikrarsızlığa sürüklenmesini istememektedirler.
Bu hedefler doğrultusunda Çin ve Rusya Afganistan’da inisiyatifi ele geçirebilmek adına hem Taliban’la hem Gani rejimi ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştılar. Son gelişmelere kadar Taliban ve Gani rejimimi kendi çıkar ve planları doğrultusunda masaya oturtarak Afganistan’daki sürecin kendi denetimleri altında yürümesini sağlamaya çalıştılar. Ancak hem Çin hem Rusya kısa vadede iktidarı ele geçireceği belli olan Taliban’la ilişkileri geliştirmeye daha da özen gösterdiler. Çin’in bu hususta oldukça atak davrandığı, Taliban’la görüşmeler yaptığı hatta Taliban heyetlerini Pekin’de ağırladığının altını çizmek gerekir. Çin son dönemde ilişkilerini geliştirdiği Pakistan aracılığıyla Taliban’ı etkisi altına alabileceğini hesaplamaktadır. Ayrıca Çin, Afganistan’ın imarı için 64 milyar dolar gibi devasa bir kaynak ayırdığını duyurmuştu. Yine Çin’in Afganistan’ı, Pakistan ve Çin’e bağlayacak çeşitli ticaret yolları inşa etme planları olduğu da bilinmektedir. Yani Çin ekonomik gücünü kullanarak Afganistan’ı kendine bağımlı hale getirmeye çalışmaktadır. Rusya arka bahçesi olarak gördüğü Orta Asya’da, Çin’in bu derece etkisini arttırmasından ziyadesi ile rahatsızdır. ABD’ye karşı dünya hegemonyasında aynı kampta yer alsalar da Çin’in Afganistan’da başat aktör haline gelmesini Rusya da istemeyecektir. Yani Afganistan konusunda Rusya ve Çin arasında da bir rekabet yaşanmaktadır.
Diğer taraftan her ne kadar askerlerini çekmek zorunda kalsa da ABD de Afganistan’dan vazgeçmiş değildir. Zira ABD’nin Afganistan’ın zengin kaynaklarını Rusya ve Çin’e bırakmaya hiç niyeti yoktur. Bunun yanında ABD’nin Rusya ve Çin’in kuşatılması stratejisinde Orta Asya bölgesi büyük önem arz etmektedir. Bu sebeple ABD, Afganistan’daki etkisini alabildiği ölçüde korumaya çalışacaktır. Zaten Afganistan’ın kaybı ile ABD Orta Asya’da önemli bir mevziisini yitirmiştir. Yine de bu kaybı telafi edebilmek adına bölgedeki diğer ülkelerde (özellikle Tacikistan-Özbekistan gibi Orta Asya Türki cumhuriyetlerinde) üst kurmaya çalışmaktadır. Böylece Afganistan’a da müdahale etme şansı elde edebileceğini, Çin ve Rusya’yı dengeleyebileceğini hesaplamaktadır. Ancak Rusya arka bahçesi olarak gördüğü bu bölge ve ülkelerde ABD’nin yeni bir üs kurmasına katiyen karşı çıkmaktadır. Dolayısıyla ABD’nin bu planını devreye sokabilmesi de pek mümkün görünmüyor.
ABD için Afganistan’ın kaybı Taliban’la kimi anlaşmalar yapmasına engel değildi. ABD, çekilmeden önce yaptığı görüşmelerde Taliban’ı Gani rejimi ile uzlaşmaya ortak bir “geçiş hükümeti” kurmaya zorlamıştı. Böylece ABD, Taliban’ın dengelenebileceğini ve Afganistan’daki etkisini sürdürebileceğini hesaplamıştı. Ancak Taliban, bu tavizi vermeye yanaşmadı. Ve Gani rejimine karşı savaşı sürdürdü. ABD ve NATO’nun etkin desteğinden mahrum kalan kukla hükümet her ne kadar daha fazla sayıda asker ve savaş gerecine sahip olsa da Taliban karşısında varlık gösteremedi. Dolayısıyla ABD’nin Gani rejimine dayanma planı da başarısızlığa uğradı.
TC’NİN AFGANİSTAN’DA ABD UŞAKLIĞI
Türkiye’de AKP’yi doğuran ve iktidara taşıyan hatta RTE’yi BOP eş başkanı yapan uluslararası konjonktür yani emperyalizmdi. ABD’nin Afganistan’dan, Irak’tan askerlerini çekmesi nasıl ki bu sürecin bitişini gösteriyorsa bu aynı zamanda BOP “eş başkanlarının” da görevlerinin bittiğine delalet sayılabilir. Kabil hava alanı görevine talip olunması AKP açısından “hala kullanım sürem dolmadı, daha çok hizmet edebilirim” anlamı da taşımaktaydı. AKP’nin “Taliban’la görüşebiliriz; ABD ile görüşen bizimle de görüşür, ortak noktalarımız var.” mealinde söylediği sözlerin arka planında sınıfsal olarak kardeş oldukları gerçeği vardır. Bu sınıfsal karakter, kendilerinin de Taliban’ın da emperyalizm işbirlikçiliğiyle ilintilidir. Genel olarak dinsel kardeşlik düzleminde ele alınıp ortak noktaları sorgulanırken gözden kaçırılan sınıfsal karakterdir. Aynı sınıfsal karakterde oldukları doğrudur; birisinin kılıçla halktan insanların başını keserken diğeri İHA-SİHA’larla bombalıyor. Biri her türlü baskı ve zulmü Anayasaya dayandırırken diğeri şeriat yasalarına dayandırıyor. Dolayısıyla aradaki fark biçimseldir. Sorunun özü, kendi halklarının emperyalizm tarafından sömürülmesine öncülük etmeleri yani halk düşmanı komprador burjuva-feodaller olmalarıdır. Dini söylemler, benzerlikler, farklılıklar tali yönlerdir. Taliban’ın TC’ye ılımlı söylemelerinin altından da bu sınıfsal kardeşlik yatmaktadır. Aynı AKP’nin söyleminin arkasındaki gerçeklik gibi…
AFGANİSTAN’DAKİ DURUMU VE TALİBAN’I NASIL DEĞERLENDİRMELİ?
Taliban’a ilişkin bazı hususlara da değinmek gerekir. Taliban 2001 yılından bu yana Afgan halkının ABD işgaline karşı haklı tepkisi ve mücadelesinden beslenerek güçlenmiş ve savaşmıştır. ABD ve NATO işgaline karşı verilen mücadele, önderliğini kimin yaptığı ya da ele geçirdiğinden bağımsız olarak haklı ve meşru bir mücadeledir. Taliban’ın İslami ideolojiyi ya da şeriatı benimsemiş olması yani ideoloji olarak gerici bir hüviyete sahip olması da bu gerçeği değiştirmez. Birçok liberal ve Aydınlanmacı çevre, Taliban’ın gerici bir ideolojiyi benimsemiş olmasını gerekçe göstererek ABD işgalini doğrudan veya dolaylı bir şekilde desteklemiştir. Bu sınıf işbirlikçisi, karşı devrimci bir tavırdır. Zira emperyalistlerin işgaline uğramış bir ülkede, baş çelişki işgalci emperyalistlerle geniş halk yığınları arasındaki çelişkidir. Bu koşullar, halkın işgale ve sömürgeciliğe karşı mücadelesine komünist hareketin ya da devrimci bir ulusal hareketin de önderlik edebileceği koşullardır. Ne var ki emperyalist müdahalelerin de etkisiyle Afganistan’daki iç koşullar bu yönde gelişmemiştir. Emperyalist işgale karşı savaşmakla birlikte emperyalizmle iş birliğine açık; sınıfsal olarak halk üzerindeki baskı ve sömürüye dayanan gerici bir gücü; Taliban’ı iktidara getirmiştir. Nitekim ABD’nin çekilmesinin hemen ardından Taliban sınıf karakterine uygun olarak başta Çin olmak üzere emperyalistlere göz kırpmaya başlamış ve emperyalist-kapitalist sisteme eklemlenme isteğinin işaretlerini vermiştir. Dolayısıyla Taliban’ın artık kompradorlaşmaya başladığını da belirtmek gerekir. Yani işgal sonlanmış olsa da Afganistan halkı kan emici emperyalist sömürüye maruz kalmaya devam edecektir.
İşgalden kurtulan Afganistan sömürge, yarı-sömürge yarı-feodal yapıdan; yarı-sömürge, yarı-feodal bir yapıya dönüşmüştür. Taliban işgalcilere karşı savaşmasına karşın şimdi tüm emperyalistlerle iş birliği geliştirmektedir. Geçmişte Taliban’ın işgale karşı savaşını “İslami terör” ile yaftalayan, onun modernist teoriye aykırı feodal-dinci yönlerinin anti-propagandasını yapan emperyalistler bugün bu söylemlerini bir kenara atmış ve Taliban’la ilişki için sıraya girmiş durumdadır. Bu, ABD için de geçerlidir. Çünkü ABD, Afganistan çekilirken dahi doğrudan veya dolaylı olarak Taliban’la görüşmeleri sürdürmüş, kendi doğrudan işbirlikçilerinin de yer alacağı yeni bir iktidar sürecini şekillendirmek istemiştir. Süreç ABD’nin çizdiği çerçevede ilerlemese de ABD daha bu sürecin başında Taliban’ın iktidarına esasta yeşil ışık yakmış; daha doğrusu yakmak zorunda kalmıştır.
Taliban, emperyalist işgale karşı savaşılırken dahi emperyalistlerle iş birliği geliştirmenin yollarını aramış, işgalin sona ermesinin ardından ise açıktan emperyalistlerle iş birliğine yönelmiştir. Bunun sonucu olarak önce halka saldırmaya başlamıştır. Taliban’ın bu tutumunun nedenini yine sınıfsal yapısında ve temsil ettiği sınıf ideolojisinde aranmalıdır. Afganistan’daki uyuşturucu ticareti de dahil olmak üzere her türlü sömürü ve ranttan gelir elde eden Taliban, iktidar olmasıyla birlikte bu sömürü ve rant ilişkilerinde asıl payı elde eden güç haline gelmiştir. Ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak halkı denetim altında tutacak zor aygıtlarını daha kapsamlı ve ülke çapında devreye koymaya başlamıştır.
Emperyalizm ve proleter devrimler çağında; sosyalist ülkelerin bulunmadığı ve proleter hareketin dünya çapında zayıf olduğu koşullarda, ezilen ülke ve ulusların genel eğilimi yine emperyalist sistem içerisinde, emperyalist güçlerin bir kesimi ile iş birliği halinde bir “çözüm” arayışı olmaktadır. Afganistan’daki durum bu genel eğilimin bir parçasıdır ve Taliban’ın sınıf karakteri demokratik bir devrime yönelmesinin önündeki engeldir. Dolayısıyla Taliban bundan sonra gerici faşist bir diktatörlük kurmaya, bu yönde bir devlet kurumsallaşmasına doğru yol alacaktır. Bunu başarabilmek için içerde bir dizi katliama yöneleceğini, baskıyı artıracağını ve halkta gelişebilecek demokratik hareketler karşısında zor gücünü kullanacağını söylemek kahinlik olmasa gerek. Meselenin özü, bu baskı ve zorun “şeriat kanunları” ya da “kırbaç” biçimini alması değil sınıfsal karakteri ve onun üzerinde gelişme gösterecek olan gerici-faşist niteliğidir.
AFGANİSTAN SORUNUNDA KOMÜNİST ÖNDERLİK VE HALK SAVAŞI
Sonuçta emperyalistlerin Afganistan’ı hâkimiyet altında alma çabalarının bedelini yine halk ödemektedir. Yıllar boyunca işgalcilerin bombalarıyla katledilen, sefalete mahkûm edilen, göç yollarına düşen Afgan halkı acı çekmeye devam ediyor. Ve bu acılar bugün Taliban iktidarı altında sürecektir. Afganistan halkı, tarihsel süreçte de defalarca kez kanıtladığı üzere kendisini boyunduruk altına almaya çalışan işgalcilere teslim olmayacaktır. Ancak bunun yeterli olmadığı da tarihsel süreçte birçok kez kanıtlanmış durumdadır. Afganistan halkının, ulusal ve sosyal olarak gerçek kurtuluşu sağlanmadıkça, emperyalistler ve onların işbirlikçisi yerli gericilerin yaşattığı büyük acıların son bulması da mümkün değildir. Emperyalist işgaller ve gerici iç savaşlar altında uzun yıllar büyük bedeller ödeyen Afganistan halkının bugün şiddetle ihtiyaç duyduğu şey demokratik bir halk devrimidir. Afganistan halkı her ne kadar savaşın (gerçekte emperyalist işgallerin ve gerici iç savaşların) son bulmasını istiyorsa da buna gerçekten son verecek olan komünist bir önderlik ve onun önderliği altındaki halk savaşıdır.
Komünist bir hareket, Afganistan’daki ya da başka bir ülkedeki gelişmelere, dar burjuva kalıplar ya da kendi ülkesinin egemen siyasi görüşleri üzerinden bakmaz. Komünist hareket her bir soruna Marksizm-Leninizm-Maoizmin (MLM) evrensel teorisi ve sınıfsal gerçekler üzerinden yaklaşır. Bu anlamda Afganistan özgülünde propaganda edilen burjuva modernist ve liberal görüşlerin, asıl gerçekleri gizlemesine; Taliban gericiliği üzerinden “ilericilik”, “demokrasi”, “insan hakları” kisvesiyle emperyalist-kapitalist gericiliğin aklanmasına izin verilmemelidir. Emperyalizmi, işbirlikçiliği, dini ideolojiyi, “şeriat”ı, Taliban’ı ve en genelde Afganistan’ı doğru analiz edebilmek; sorunun sınıfsal nedenlerini açığa çıkarmayı ve bu temel üzerindeki siyasi gelişim uğraklarını ortaya koymayı gerektirir. Unutmayalım ki dünyadaki her bir gericiliğin ana kaynağında emperyalist gericilik politikası bulunmaktadır. Taliban’ın “şeriat”ı, emperyalist-kapitalist ülkelerin “demokrasi”sinin Afganistan’daki iz düşümüdür.
AFGAN HALKIYLA DAYANIŞMAYI YÜKSELT!
Afganistan’daki gelişmeler içerisinde ilk görülmesi ve öne çıkarılması gereken şey; işgalci ABD emperyalizminin uzun süreli yenilgisi ve emperyalist işgallerin yol açtığı gerçeklerdir. Tüm burjuva manipülasyonlarıyla birlikte ilk elde lanetlenmesi ve hedef tahtasına oturtulması gereken de yine bu emperyalist gericiliktir. Afganistan’daki iç çelişkilerin durumunu, bir anlamda da Taliban gerçeğini -dünü ve bugünüyle- anlamak için de emperyalizm faktörü yerli yerine oturtulmak zorundadır. Zira emperyalizmi, Afganistan’ın ve Taliban gibi güçlerin sınıfsal gerçeğinden kopuk, salt dışsal bir faktör olarak ele almak ciddi hatalara yol açmaktadır. Doğal olarak emperyalist gericiliğe paralel görülmesi ve öne çıkarılması gereken diğer şey; sınıfsal konumu ve gerici ideolojisiyle birlikte Taliban gerçeğidir. Afganistan halkı, gerçek bağımsızlığı ve aynı zamanda sosyal kurtuluşunu ancak bu her iki gerici güce (emperyalistler ve Taliban) karşı mücadelesiyle elde edebilecektir. Dün işgalci ve bu anlamda “dışsal” bir sorun olarak kendini gösteren emperyalizm, bugün kurulan yarı-sömürge ilişkileri içerisinde “içsel” bir sorun olarak ortaya çıkacaktır. Sömürüye, baskıya, faşizm ve gericiliğe karşı olduğu gibi emperyalizme karşı mücadelenin adı da artık kendi ülkesinin hâkim sınıflarına, yerli gericiliğe yani Taliban’a karşı bir mücadele biçimini alacaktır. Bu mazlum ve direngen halkla dayanışmayı büyütmek de başta devrimci ve komünist güçler olmak üzere tüm dünya halklarının omuzlarına yüklenmiş önemli bir görev olacaktır.