Egemen sınıfların klik dalaşlarını da içinde barındıran, ekonomik ve siyasi olarak yönetememe krizinin dünden daha fazla derinleştiği, halk kitleleri içerisinde açlık, yoksulluk sınırının gün geçtikçe arttığı bir dönemin içerisindeyiz. Covid-19’la da beslenen yönetememe krizi ile beraber egemenler, faşizmin en koyu haliyle kitlelere saldırmakta, yaşanan gelişmelerin kitleler nezdinde geliştireceği sınıfsal-toplumsal dinamikleri baskı altına almaya ve bu yolla içinde oldukları krizi yönetmeye çalışmaktadır. Bu anlamda sınıfsal ve toplumsal olarak kendine düşman gördüğü, iktidarını tehdit eden tüm hareketlenmeleri baskı altında tutması, soluksuz bırakması, sesini kısmak istemesi ve tehdit olarak algıladıklarını imhaya yönelmesi doğası gereğidir. Nitekim tam da bu nedenle faşizm, bizim gibi yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde bir yönetim biçimi olarak egemen sınıfların en büyük dayanak noktası ve sürekli devrede olan silahıdır. Bu anlamda faşist politikalarının dönem dönem zayıflaması, aldatıcı olmamalıdır.
Yine özel olarak 2002 yılından bu yana devlet mekanizması içerisinde oldukça kurumsallaşan AKP ve sonrasında yedeğine aldığı MHP egemen bloğunun, gelinen aşamada güç kaybetmeye başlaması, diğer kliklerle yaşadığı egemenlik çatışması ve mevcut krizi yönetememede dümende olması nedeniyle saldırılara kendi rengini veriyormuş gibi görünse de esas olan, TC devletinin yönetim krizidir ve saldırıların esası da “devlet”in bekasını korumayı hedeflemektedir.
Türk hakim sınıflarının, göstermelik “Çözüm Süreci” sonrası özellikle “15 Temmuz” bahanesine de sığınarak artan faşist saldırılarının ilk hedefini gerilla mücadelesi oluşturmuştur. Deyim yerindeyse hava, kara elinde ne kadar teknolojik ve sayısal üstünlük varsa devreye koymuş, İHA ve SİHA’larla desteklenen hava saldırıları ile son yılların en kapsamlı saldırı hamlesini başlatmıştır. Elbette gerilla mücadelesi Türkiye topraklarında filizlendiği ilk günden itibaren çeşitli boyutlarda olmakla birlikte faşizmin saldırılarının her daim merkezinde olmuştur.
Savaş, özel olarak savaşı yürüten tarafların kendi hedefi için karşı gücü imhası üzerine kurulu, kanlı politik mücadele biçimidir. İster devletler arası ister sınıflar arası olsun bu temel yasa, değişmezdir. Egemen sınıfların ülkemizde gerilla mücadelesine yönelik saldırılarının merkezinde de bu imha politikası vardır.
Tarihsel deneyimler göstermiştir ki; gerilla mücadelesinin doğası gereği yürütüldüğü topraklardaki gelişim seyri, bir yandan direkt iktidarı zor yoluyla hedeflerken diğer yandan egemen sınıfların iktidar alanlarını, prestijini, gücünü, kitleler nezdinde otoritesini sarsmaktadır. Bu anlamda gelişim dinamiği toplumsal-sınıfsal mücadelenin dinamo işlevine sahiptir. İşte tam da bu gerçeklik, egemenlerin saldırılarının en kapsamlı ve ilk ayağını bu alana yöneltmesini ortaya çıkarmaktadır. Ancak bu saldırıları tanımlarken sadece fiziki imha saldırılarıyla değerlendiren bakış açısından uzak durmak ve ideolojik olarak tasfiye saldırılarının da önemle altını çizmek hayati derecede önemlidir.
Egemen sınıf temsilcilerinin de birçok kez dile getirdiği üzere; sahada gerilla mücadelesi karşısında kesin sonuç alabilecek bir pozisyonda değillerdir. Bu anlamda gerilla mücadelesine yönelik saldırı konseptini iki temel yönelim üzerine oturtmaktadırlar. İlki fiziki imhadır. Diğeri de savaşı yürüten siyasal hareketlerden başlayarak, savaşın esas özneleri olan halk kitleleri nezdinde gerilla savaşının miadını doldurduğunu, bu kadar teknik, teknolojik, sayısal üstünlük karşısında başarı şansının olmadığını söylem ve pratik olarak bilinçlere empoze ederek karamsarlık ve yenilgi havası yaratmaktır.
Nitekim son süreçte gerçekleşen fiziki imha operasyonlarının bir yanında “bitirdik, bitiriyoruz” söylemleriyle ikincisine de hizmet eden bir yönelimin varlığından bahsetmek mümkündür. Ki savaşta psikoloji, egemen sınıflar için bir yandan kendi gücünün moral-motivasyonunu diri tutarak, yenilmezlik propagandası yapmak, diğer yandan ise devrimci-yurtsever-komünist örgütler ve halk kitlelerinde bir yılgınlık, karamsarlık, yenilgi havası yaratmak için kullandığı savaş argümanlarından birisidir.
Şu bir gerçektir ki, bugün gerilla mücadelesi karşısında deneyim ve tecrübe kazanmış, nicelik-teknik-teknolojik olarak konumlanmış güçlü bir devlet ve ordusundan bahsediyoruz. Nitekim gerilla savaşı, tam da “kendinden daha deneyimli, sayısal ve teknik olarak daha güçlü bir güce karşı savaşımı”ysa bu tablonun anlaşılır bir yanı var demektir.
Zaten gerilla mücadelesi, devletin tüm azgınca saldırılarına karşı “kendi gücünü koruma, düşmanını imha etme” ilkesiyle kitlelerle buluştuğu, örgütlediği, harekete geçirip, savaştırdığı oranda güçlenecek, saldırıları boşa çıkardığı oranda karşı hamleler gerçekleştirecek, düşmana yöneldikçe saldırıları bertaraf edebilecek, gelişip güçlendikçe amaca daha emin adımlarla yürüyecektir.
Bilinmelidir ki savaş, bedel ödeme ve bedel ödetme üzerine kuruludur. Zafere kadar, yengi ve yenilgileri içinde barındırır. Elbette düşman saldırıyor, saldıracaktır da. Ancak şu gerçek de unutulmamalıdır; düşman, bugüne kadar en kapsamlı saldırılarına ve bütün güç dengeleri kendi elinde olmasına rağmen bugüne kadar pratik olarak gerilla savaşını bitirememiş, bitiremeyecektir.
Halihazırda sürdürdüğü kapsamlı saldırı konseptine rağmen, yanı başımızda düşmana darbe üstüne darbeler indiren, ağır kayıplar verdiren, parça koparan, moralini bozan HPG’nin savaş pratiği, bizler açısından pratik deneyimlerle yüklü olduğu kadar; Proletarya Partisi’nin kendi tarihsel deneyimleri de onlarca kapsamlı saldırıyı bertaraf etmiş, düşmana darbeler vurmasını bilmiş ve istenilen düzeyde savaşı geliştiremese de savaşta ısrar çizgisiyle sahadan kopmadan yürüyüşünü sürdüren bir mirasa sahip olmuştur.
Bu anlamda düşman ne kadar güçlü, saldırıların kapsamı ne kadar büyük olursa olsun, gerillayı imhaya götüren esas faktör, düşmanın saldırıları değil, ideolojik-politik ve askeri olarak gerilla savaşının ruhuna ve yasalarına uygun konumlanma becerisinin yerine getirilip, getirilemediğidir.
SAVAŞIN SEYRİ ZAFERE KADAR YENMEK-YENİLMEK-YENMEK DİYALEKTİĞİNDE İLERLER!
Gerilla savaşına yönelik gerçekleştirilen son saldırı kapsamından bu yana yaklaşık beş yıl geçmiştir. Bu süre zarfında TKP/ML TİKKO Dersim Bölge Komutanlığı’nın açıklamalarına göre 28 yoldaşımızı ölümsüzlüğe uğurlarken, düşmana çeşitli eylem ve çatışmalarda 40 civarında kayıp verdirilmiştir. Oran olarak bu sayı, HPG’nin savaş bilançosunda da kendi gerilla kayıpları ile düşmana verdirdikleri kayıplar göz önünde bulundurulduğunda; düşmana verdirilen kayıpların ölümsüzleşen gerillalara göre çok daha fazla olduğu bir gerçektir. Bu tabloya rağmen düşmanın andaki taktiksel başarısını kabul etmek gereklidir.
Her ne kadar gerilla mücadelesi, devrim mücadelesinin gelişiminin dinamosu olsa da politik muhtevası gereği sınıf mücadelesinin toplamda gelişim seyrinden bağımsız ele alınamaz. Bu anlamda sınıf mücadelesinin toplamda gerilediği bu tarihsel kesitte, gerilla mücadelesinin aldığı darbeler de ağır hasarlar yaratmaktadır. Bunun temelinde, özellikle psikolojik savaş aygıtlarını da çok etkili kullanan egemen sınıfların, bilinçlerde yarattığı tahribat, ideolojik olarak tasfiye saldırılarının güçlü bir karşılık bulması yatmaktadır.
Nitekim bu saldırı dalgasının başlamasıyla birlikte tasfiyeci rüzgarın da etkisiyle kimi örgütlerin gerilla mücadelesini sonlandırması, kitleler nezdinde de bir moral bozukluğu, karamsarlık, gerilla mücadelesiyle bağların zayıflaması gibi sonuçlar, bu dönemin düşman cephesinden, aldığı fiziki imha başarılarından daha etkili bir misyon oynamıştır.
Yine TC’nin özellikle düne göre daha fazla hava saldırısı ve teknolojinin tüm nimetlerinden faydalanarak geliştirdiği saldırı konseptiyle bilinçlerde oluşan “teknolojik gelişim karşısında savaşın başarıya ulaşma şansı yoktur” algısı, düşmanın “başarı” hanesine yazılmaktadır. İşte tüm bunlar, toplamda esasta gerilla karşısında sahada ciddi darbeler alan düşmanın, taktik olarak bir adım önde olmasına yol açan ve başarısı olarak görülen esas faktörlerdir.
Kuşkusuz bu tablo değişmez değildir. Nitekim değişecek ve bu günkü tablo tersine dönecektir. Düşmanın “(…) bu saldırılarına devam edeceği, genişleterek sürdürme kararlılığı göstereceği açıktır. Çelişkilerin şiddet, silah ve copla bastırılmaya çalışıldığı ve bunun en yoğun, en katı ve disiplinli şekilde hayata geçtiği koşulda, devrimci savaşımı yükseltmeye dair fırsat ve olanakların da daha fazla güçlendiği gözden kaçırılmamalıdır. Devrimimizin yolu olan Halk Savaşı için koşullar düne göre daha uygun hale gelmekte, bu savaş stratejimizin daha güçlü uygulanması için ideolojik-politik zemin daha fazla oluşmaktadır.” (TKP/ML 1. Kongre belgelerinden)
İşte tam da bu noktada Halk Savaşı’nın bugünkü somut biçimi olan gerilla savaşının doğru bir politik-askeri yönelim, güçlü bir ideolojik önderlik, sahada savaşın gerekliliğine uygun bir konumlanma, Proletarya Partisi’nin bir bütün savaşa göre şekillenen militan profili, buna uygun tüm alanların savaş merkezli konumlanması, oldukça önemli bir yerde durmaktadır.
NUBAR VE ROSA KARARLILIĞIYLA GERİLLA SAVAŞINA GÖRE ŞEKİLLENELİM, ANI DEĞİL GELECEĞİ HEDEFLEYELİM
Proletarya Partisi gerçekleştirdiği 1. Kongresinde; “Partimiz de bu imha ve yok etme sürecinin hedeflerinden birisidir. Bu anlamda büyük bir tutunma ve direnme savaşı yürütülmektedir silahlı güçlerimiz, örgütlülüklerimiz tarafından. İçinden geçtiğimiz süreçte tutunmak ve direnme savaşından, imha operasyonlarından ve kuşatmasından çıkmak hayati derecede önemlidir. Bu saldırıdan çıkmak ve kurtulmak ise “ricat” politikasıyla olmayacaktır. (…) Partimiz ricat politikasının öldürücü bir ideolojik-politik karakteri olduğu fikrindedir. Tutunma ve direnmeye dair bir seferberlik, yoğunlaşma hali belirleyicidir. Tüm parti güçlerinin bu imha ve yok etme savaşına karşı, faaliyet alanlarında konumlanış içinde olması, gerilla güçlerimize moral destek de dahil her türlü politik ve pratik desteğe dönüşecek şekilde kitleleri örgütleme, örgütlü bünyeyi ideolojik politik düzeyde geliştirme, imha savaşına karşı kitleleri bilinçlendirme, imha savaşının yarattığı yılgınlık ve umutsuzluğa karşı dirençli bir hatta yoğunlaşma sağlanmalıdır.” tespitinde bulunurken egemen sınıfların gerilla mücadelesine yönelik saldırılarına karşı, bir bütün partinin önünde duran ve kolektif bir emekle süreci göğüsleme zorunluluğunun kodlarını vermiştir. Nitekim gerilla savaşına yönelik kapsamlı saldırılar, sahada yanıtlanma zorunluluğu taşıdığı kadar, “Düşmanın özel topyekûn savaşına karşı, örgütlenmiş ve bir bütün oluşturan yönelimine karşı parti güçlerimizin de özel ve birleşmiş, birbirini besleyen ve savaşı güçlendiren bir tutum içinde olması gerekmektedir. Savaşın koordinasyonu, yönlendirilmesi ve düşman inisiyatifine terk edilmemesi, aynı zamanda örgüt olma fonksiyonlarının gelişmesiyle mümkündür.” (1. Kongre Kararlarından)
Bugün tutunma aşamasında olan gerilla mücadelesinin gelişim seyri, devrim mücadelesinin gelişim seyridir. Günü kurtaran, var olma anlayışıyla değil, gerilla savaşının da hizmet ettiği Yeni Demokratik Devrim, sosyalizm ve komünizm iddiasıyla konumlanmış bir örgüt bünyesi ancak kapsamlı saldırılara rağmen, “savaşta Israr ve tutunma” sürecini ileri taşıyabilir ve geleceği kazanma iradesini gösterebilir. Bu anlamda devrim iddiasının, merkezi politika olarak gerilla savaşına göre konumlanarak, bütün faaliyet alanlarının bu politik çizgiye göre harekete geçirilerek ve savaşın gelişimine yoğunlaşılarak sınanacağını gözlerden kaçırmamak gerekmektedir.
Tam da burada 6-9 Eylül’de Ovacık’ta ölümsüzleşen TKP/ML MK üyesi Nubar (Erol Volkan İldem) yoldaşın şu sözleri oldukça anlamlıdır. “Yüzümüzü arkamızda bıraktıklarımıza, kaybettiğimizi düşündüğümüz şeylere değil, kazanacaklarımıza dönelim. Mücadeleye kazanacağımız inancıyla girelim. Bu inanç bizi görevlerimize daha sıkı bağlayacaktır.”
Bugün bu çağrıya kulak vermek, yüzümüzü dünden daha fazla gerilla mücadelesine çevirmek anlamı taşımaktadır. Düşmanın kapsamlı saldırılarına başta gerilla alanında aktif savunma hattıyla karşı koyuş, bulunduğu her alanı, her olanağı gerilla savaşına göre ele alan bir parti bünyesi, kitleleri bu çizgi etrafında örgütleyen, harekete geçiren bir pratik, gerillaya soluk aldıran askeri yönelimler, kısacası bir bütün savaşa göre konumlanış ama en başta buna yön veren ideolojik sağlamlık, anın en önemli ihtiyacıdır. Buna yanıt olunduğu oranda düşman saldırıları boşa çıkarılacak, gerilla savaşı daha güçlü adımlarla ilerleyecektir. Bu iddiayı, inancı taşımak, gerekliliklerini yerine getirmek için bir adım daha ileri atma zamanıdır.
Nubar (Erol Volkan İldem) ve Rosa (Fadime Çakıl) yoldaşların pratiği, Proletarya Partisi’nin çizgisinde, savaş çizgisinde ve ona önderlik etmede ısrarın, iktidar perspektifiyle hareket etmenin, İbrahim yoldaşın savaş içinde inşa ettiği Proletarya Partisi’nin yine savaş içinde geliştirileceğinin pratiğidir. Nubar yoldaş şahsında Proletarya Partisi’nin, önderlik düzeyinde aldığı bu kayıp, ağır olduğu kadar aynı zamanda, düşmanın tüm imha saldırılarına karşı savaşta ısrar ve kararlılığının, inancın ve cüretin en duru, en somut hali olmuştur. Şimdi görevimiz yüzünü hep geleceğe dönen, çaresizlik, yılgınlık nedir bilmeyen, en kötü durumda bile bir yol bulmaya, bir yol açmaya kilitlenen Nubar yoldaştan öğrenerek, tutunma ve direnme savaşını, kalıcı başarılara çevirme sorumluluğuyla yüklüdür.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 1 Ekim 2020 tarihli 71. sayısından alınmıştır.