[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Alevilik ve Aleviler bugün Türkiye’den İran’a, Irak’tan Suriye’ye, Yunanistan’dan Bulgaristan’a, Arnavutluk’tan Makedonya’ya yerleşik büyük bir nüfus olarak vardır. Göç etmek zorunda bırakıldıkları için Aleviler Avrupa ülkelerinde de azımsanmayacak sayıdadır. Bu kadar büyük bir nüfusa sahip Aleviler üzerinde tarihin her döneminde imha, inkâr ve zorla asimilasyon politikaları uygulanmıştır. Aleviler Osmanlı’da haklarında fetvalar verilen, kestiği murdar, evlenmeleri muteber görülmeyen, katli vacip, malı-mülkü-evlatları alınan ve İslam’ın gazileri arasında taksim edilen topluluklar olarak görülmektedir. Osmanlı’nın devamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu faşist zihniyeti de genlerindeki niteliğe uygun olarak anayasasında “Türkiye’de yaşayan herkes Türktür, dili Türkçedir, dini İslamdır” şeklinde kendini tanımlayarak inkârcılığını çok açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Tarihin her döneminde kıyım ve katliamlara maruz kalmış bir toplum olan Aleviler, devlet nezdinde her zaman güvenlik sorunu olarak görülmüş ve gösterilmiştir. Yer yer yasal düzenlemelerle de gündeme gelen Aleviler, denebilir ki her zaman gündemde olmuşlardır. Hâkim sınıflar tarafından büyük tehlike kabul edildikleri için kontrol edilebilir düzeyde tutulmak istenen Aleviler, egemen sınıf temsilcisi burjuva partilerin seçim politikalarının konusu olurken, çeşitli saldırıların hedefi haline getirilmiş, devletin bekası için katliamlara uğramıştır.
Faşist Türk devletinin imha, inkâr ve zorla asimilasyon politikası sistematik olarak sürerken içinden geçilen koşullara uygun olarak her dönem bu politikalardan birinin ön plana çıkarıldığı bir yol izlenmiştir. TC tarihi boyunca Alevilerin yasal olarak tanınması tartışması da bu kapsamda hep yapılmıştır. Bugün RTE’nin gece yarısı kararnamesi ve torba yasa ile Alevilere yasal düzlemde haklar verildiğinin, Alevilerin yasal olarak tanındığının iddiası da bu politikalardan birisi olmakla birlikte ilk değildir. Hatırlarsak 1962-1963 9. İsmet İnönü koalisyon hükümeti, Diyanet İşleri Teşkilat Yasasında bir değişiklik önererek “Diyanet’te Mezhepler Müdürlüğü” açılması ve Alevilerin de orada İslam halkası içinde temsil edilmesi şeklinde bir tasarı ortaya koymuştu. Tasarıya karşı taarruza geçen burjuva basın, özellikle Yeni İstanbul, Zafer ve Adalet gibi gazeteler “Hazırlanan tasarı sayesinde Alevilerin mum söndürme törenlerini camiye taşıyacaklarını ve bu kutsal mekânı cümbüş evine çevireceklerini” yazmışlardı. Bu tasarıya Aleviler cephesinden karşı çıkan ve ilk defa geniş kamuoyunda açıkça ve yüksek sesle “Alevi” denildiğini belirten aralarında Seyfi Oktay ve Mustafa Timisi’nin de olduğu 1963 Alevi Öğrenci Bildirisi de bu dönemde yayımlanmıştı.
Görüldüğü gibi devletin Alevilere yönelik dizayn politikası sürekli ve sistemli şekilde devam etmektedir. Unutmamak için bakılması gereken bu örnekler dünde kalmamış bugün de küçük farklılıklarla varlığını korumaktadır. Yasal düzenlemelerde içerili asimilasyon politikası gibi imha politikası da sürekli ve sistematik şekilde vardır. Ortaca, Maraş, Sivas, Malatya, Çorum, Gazi, Ümraniye… katliamları da bu politikadaki değişmezlerin sonuçlarıdır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından 2000’lere bu politikalarla gelinmiş, AKP öncesi olan, 5. Ecevit Hükümeti döneminin “Anayasa Kitapçığı Krizi ve Kara Çarşamba” olarak hafızalarımızda yerini koruyan Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizi olarak anılan dönem sonrası başlayan AKP’nin 20 yıllık tek parti iktidarı klik dalaşlarına, yönetme krizlerine, iç çalkantılara, toplumun sorunlarına, işsizliğe, yoksulluğa, eğitim ve sağlık sorunlarına, Kürt sorununa, Alevi sorununa, mülteci sorununa çözüm olunacağı, adalet ve kalkınmanın sağlanacağı vaatleri ile şişirilmiş ikiyüzlü söylemlere fazlasıyla sahne olmuştur. Üstelik Aleviler içinde de bu ikiyüzlü söylemlerden “etkilenen” belli bir kesimin olduğu da aşikârdır. Aleviler hâkim sınıf partilerinin vaatler listesinde ilk sırada olmasa da hep vardır.
AKP, Kürt sorunu başta olmak üzere Alevi sorunu gibi birçok köklü soruna dair sürekli bir yönelim içerisine girmiş, açılımlar adı altında zorla asimilasyon ve tasfiye politikalarını, imha politikalarının yanında etkin şekilde kullanmıştır. Bu yirmi yıllık dönem boyunca yedi Alevi çalıştayı yaparak devletin Alevisini yaratma hedefinde gayretkeş bir çaba içerisinde olmuştur. Kendi Alevisini AKP eliyle yaratmaya çalışan devlet, yaratamadığı yerde Alevi örgütlerini dağıtmayı, parçalayıp yozlaştırmayı hesaplamış; ancak hesaplarını tutturamamış yeniden ve yeniden hesap yapmaya yoğunlaşmıştır. Torba yasa ve gece yarısı açılımı da bunlardan biridir. Bu açılımlarla nasıl sonuçlar alınmıştır diye baktığımızda karşımızdaki gerçek dünden farklı değildir. Elbette faşist Türk devletinin Alevilerin sorununu çözmek, taleplerini kabul etmek ve tarihiyle yüzleşmek gibi bir derdi yoktur, olmaz. Onun derdi Aleviliği yok etmekte değildir, çıkarlarına uygun olduğu ölçüde Alevilerle yol almaktan çekinmediklerini biliyoruz. Sistemin bu noktada tek önemli şartı Alevilerin sistemle çelişmemeleridir. Bu durumu gören ve faşist sitemle tarihsel ve toplumsal çok köklü çelişkileri olan Aleviler bütün bu süreç boyunca tüm saldırıları irili ufaklı birçok direnişle ve mücadeleyle karşılamıştır. Tıpkı bundan önceki hükümetler gibi AKP-MHP blokunun da açılımlarla sorunu çözmek gibi derdi yoktur. Asıl derdi sistemle derin çelişkileri olan Alevi örgütleri içindeki problemleri açığa çıkarıp içini boşaltarak Alevileri bunlardan koparmaktır. Diğer yandan burjuva siyaset ekseninde hareket eden Alevi örgütlerini geliştirerek görece bağımsız ve demokratik hareketi burada boğmaktır. Buna en iyi örnek CEM VAKFI’dır.
Alevi çalıştayları ile 1995 yılında kurulan Cumhuriyetçi Eğitim Vakfı (CEMVAKFI) bu dönemde turnusol kâğıdı işlevi görerek Alevilerin açılım içerisinde kimliksizleşmesine, gri pasaportlu, eğitilmiş dedelerin alana sürülmesiyle zorla asimilasyonun boyutlanmasına hizmet etmiştir.
Esas olarak ise TC’nin kurulduğu günden bugüne ve şimdi 20 yıllık AKP iktidarı süresince Alevilerin taleplerine ilişkin tek bir adım atılmamıştır. Örneğin, elektrik faturasından muaf olma hakkı için AİHM’e yapılan başvuru 2014 yılında karara bağlanmıştır. Bu karar cami, kilise, sinegogların yararlandığı bu haktan ibadethane işlevi gören cemevlerinin de yararlanması şeklinde olmuştur. Ancak üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen hiçbir adım atılmamıştır. Eylem Zengin ve Hasan Zengin’in “zorunlu din dersinden muaf olma” ile ilgili AİHM kararı da yine gereği yapılmayan, uygulanmayan bir karardır. Bütün bu kararların aksine Cemevlerine cümbüş evi denilmesi, kapı işaretlemelerinin ve nefret söylemlerinin, ayrımcılığın devam etmesi, zorunlu din dersinin kaldırılması bir yana tüm müfredatın Sünni-İslam motifleriyle donatılmış olması devletin ve burjuva hukukun niteliğini ortaya koyan tipik örneklerdir.
Durum böyleyken seçim sathına girilen 2022 yılında, Erdoğan’ın talimatıyla yapılan “Milli Birlik ve Beraberlik Çalışması”nda 58 ilde 1585 Cemevinin ziyaret edildiği ve bu ziyaretlerin sonucunda 6 bin 568 talep alındığı; bu taleplerden yol yapımı, kömür, halı, jeneratör, perde, bulaşık makinesi gibi bin 895’inin karşılandığı, 4 bin 673 talep ile ilgili işlemlerin sürdüğü, 337 tahsis ve imar talebinin 24’ünün karşılandığı, 5 yeni cemevi yapıldığı bilgisi kamuoyuna servis edildi. Arkasından Aleviler için önemli olan Muharrem ayı oruçlarında cemevlerinin ziyaret edilmesi, oruç açma töreni organizasyonları, aşure pozları Alevi açılımı olarak gündem oldu. Alevilerin her yıl orada oldukları dönem özel olarak seçilerek Hacıbektaş Veli Türbesi’ne yapılan ziyaret, ayrıca gençlik kampı ve dedelerin Kerbelaya götürülmesi gibi faşizmin şirin sosuna bulanmış gösterileri yapıldı. Altın vuruş ise Şahkulu Sultan dergâhı ziyaretinde verilen “müjdeler” oldu.
Alevilere ilişkin “dağ fare doğurmuş” denecek nitelikteki bu uygulamalara “Vergi Usul Kanunu Torba Yasası” içerisine yerleştirilen maddeler ile “Anayasal Güvence Temelli Eşit Yurttaşlık” ve “Cemevlerinin İbadethane Statüsü”nün tanınması şeklindeki temel talepler elektrik ve su faturasının ödenmesine indirilmiş oldu. 15 Kasım 2022 meclis oturumunda kabul edilen bu torba yasadaki 8. madde şöyle: “3194 sayılı İmar Kanununa ek madde eklenerek Alevi-Bektaşi kültürü ve erkân hizmetlerinin yürütüldüğü cemevlerine imar planlarının tanziminde planlanan beldenin veya bölgenin şartları ve ihtiyaçları göz önünde tutularak yer ayrılmakta ve cemevi yapılabilmesi için mülki idare amirinden izin alınması düzenlenmektedir.” Bu madde düzenlemesi ile bundan sonra cemevi mülki amirin keyfi ve izin verdiği bölgeye yapılabilecektir. Su kullanımıyla ilgili madde 18 ise “Belediye ve bağlı kuruluşlar tarafından eğitim kurumlarına, yurtlara, okul pansiyonlarına ve hastanelere, indirimli bedelle ya da ücretsiz olarak içme ve kullanma suyu 5393 sayılı Belediye Kanunu kapsamında verilebilmektedir. Bu kapsamda Alevi-Bektaşi kültürü ve erkân hizmetlerinin yürütüldüğü cemevlerinin içme ve kullanma suyu ihtiyaçlarının da indirimli veya ücretsiz olarak karşılanabilmesi amacıyla aynı Kanunun 15’inci maddesine ‘ve cemevlerine’ ibaresi eklenerek düzenleme yapılmaktadır.” şeklindedir. Öncelikle bu maddelerde değinilen haklar zaten kazanılmıştır. Açılan davalar ve belediyelerle yürütülen protokollerle içme ve kullanma suyu ücretleri cemevlerinden alınmamaktadır. Aynı şekilde madde 20’de “Alevi-Bektaşi kültürü ve erkân hizmetlerinin yürütüldüğü cemevlerinin aydınlatma giderlerinin, 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanununa ek madde eklenerek Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından karşılanması sağlanmaktadır.” denmektedir. Kamuoyuna da yansıdığı gibi bundan önce de Alevi kurumları, ibadethane olarak görülme talepleri gereği diğer farklı inançların ibadethanelerinde olduğu gibi elektrik faturalarını ödememe kararı almış ve bunun uygulamışlardır. Burada da Aleviler fiili ve meşru zeminde mücadelelerini vermiş ve kazanmışlardır. Statü tanınmadan, torba kanunla düzenlenen bu hak kullanılan bir haktır, lütuf değil direnişle kazanılmıştır.
Torba yasa daha meclisten geçmeden, 8 Kasım’da, gece yarısı Cumhurbaşkanlığı tarafından çıkarılan kararnamede ise Kültür ve Turizm Bakanlığının görev ve yetkileri arasına “Alevi-Bektaşi kültürünün araştırılması ve cemevleriyle ilgili iş ve işlemleri yürütmek” eklendi. Bakanlık bünyesinde Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulurken, görev ve yetkileri şöyle sıralandı:
“Cemevlerinin ve ihtiyaçlarının belirlenmesine yönelik çalışmalar yapmak, cemevlerindeki hizmetlerin etkin ve verimli yürütülmesini koordine etmek. Cemevlerinin Başkanlıkça belirlenen hizmetlerinin gördürülmesi için yerel yönetimlere veya yatırım izleme ve koordinasyon başkanlıklarına ödenek aktarımına ilişkin iş ve işlemleri yürütmek. Alevi-Bektaşilik hakkında tüm yönleriyle, sosyal ve beşerî bilimler bütünlüğü içinde bilimsel araştırmalar yapmak, yaptırmak ve bu konularda seminer, sempozyum, konferans ve benzeri ulusal ve uluslararası etkinlikler düzenlemek. Özgün bilgi üretimi için uygun ortamlar hazırlamak, yayınlar yapmak ve bu alandaki çalışmaları desteklemek. Alevi-Bektaşilikle ilgili akademik faaliyetleri desteklemek amacıyla üniversiteler ve ilgili kurum ve kuruluşlarla iş birliği yapmak. Alevi-Bektaşiliği yurt içinde ve yurt dışında bilimsel yönüyle araştırmak, derlemek ve bu amaçla yapılan çalışmaları desteklemek. Görev alanı kapsamında ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşların bilimsel çalışmalarını ve bu alandaki yayınlarını takip etmek, gerekli görülenleri tercüme ettirerek basılmasını ve yayımlanmasını sağlamak. Alevi-Bektaşilikle ilgili eğitim ve kültür faaliyetlerini yürütmek ve desteklemek. Bakan tarafından verilen diğer görevleri yapmak.”
Daha da ileri gidilerek Başkan ve 11 üyeden oluşan Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığının görev alanındaki çalışmalarını değerlendirmek ve önerilerini Başkanlığa bildirmek üzere Danışma Kurulu kurulacak. Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanı, Danışma Kurulunun da başkanı olacaktır. Danışma Kurulu üyeleri, Alevi-Bektaşilik yolunda temayüz etmiş kişiler ile Başkanlığın görev alanına giren konularda araştırma ve çalışmaları bulunanlardan Cumhurbaşkanınca 3 yıllığına seçilecek. Bakan gerekli gördüğü hallerde Danışma Kuruluna başkanlık edebilecek.
Burada özetlediğimiz torba yasa ve kararnameyle birlikte Aleviliğin yürütme, yönetme ve dini ritüelleri, uygulama ve kurallarını dizayn etmek üzere üniversiteleri dizayn etmekte görevli YÖK görevlendirilmişti. Böylece ilerici, devrimci, demokrat, Alevi örgütleri tamamen işlevsiz ve etkisiz kılınmaya çalışılacaktır. Alevi hareketinde bulunan tüm demokratik değerler yok edilmeye çalışılacaktır. Bu açıdan Aleviliğe ve Alevilere yönelen bu saldırı çok kapsamlı bir saldırıdır. Önümüzdeki süreçte yaşanacak olan baskı, zorbalık ve saldırıların habercisidir. Alevilerin, Anayasal güvence temelli eşit yurttaşlık ve cemevlerinin ibadethane olarak tanınması şeklindeki temel talepleri yok sayılırken kararname ile devlet, 53 kişilik kadro ile kendi Alevi Diyanetini kurma niyetini kurumsallaştırmıştır.
Özetle, AKP nezdinde yoğunlaşan Alevilik ve Aleviler üzerinden yürütülen bu politikanın bir ayağını yaklaşan seçimlerde kendi tabanını konsolide etmek, zayıflayan, etkisizleşen güçlü iktidar görüntüsünü yeniden kurmak, bir sorun varsa ben çözerim, yapılacaksa ben yaparım “ağababalık” görüntüsünü kurtarmak ve yitirdiği “güveni” yeniden inşa etme çabası göz ardı edilmemelidir. Tüm bu girişimler, verilen demeçler, yapılan ziyaretler, torba yasaya sıkıştırılan, devletçe tariflenmiş Alevilik ve talepleri, gece yarısı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile don biçilen Alevilik, Aleviler ve Alevi örgütleri başta olmak üzere demokratik tüm taleplere saldırı; bu bir zorla asimilasyon, egemenlerin geleceğini dizayn politikasıdır. Alevi örgütlerinin demokratik muhtevasının tasfiyesi anlamını taşıyan bu kararname tanım içerisine girmeyenleri dıştalayıp yalnızlaştırmak, kuşatarak örgütten koparmak, bünyesi içerisinde eritmek politikası ile kendi Alevisini yaratmada seviye atlamak anlamına da gelmektedir. Bu yasa ve kararname ile bir kez daha ortaya serilen ve teşhir olan devletin inkâr ve imha siyasetinin bilince çıkarılması için Alevileri bu saldırılara karşı örgütlemek ve örgütlenmek sorumluluğu önümüzde durmaktadır. Alevilerin onlarca yıldır kendi olanaklarıyla var ettikleri cemevleri bu politikaların yaşam bulmasıyla bir süre sonra devlet tarafından mal varlıklarına el konulan, yönetimlerine kayyım atanan, dedesinin eline okuması için fetva verilen bir sürece gebedir. O nedenle “Bu Torba Yasayı ve Kararnameyi Tanımıyoruz, Cem İbadetimiz, Cemevleri İbadethanemizdir, Eşit Yurttaşlık Temel Talebimizdir” diyen ezilen inanca mensup Alevilerin örgütlenmekten ve direnmekten başka çıkar yolu yoktur. Bu yolda onlara siyasal bilinç taşımak ve önderlik etmek ise proleter devrimcilerin sorumluluğundadır. Bu bilinçle direniş ve mücadeleyi büyütelim, Alevilerin tek ve gerçek kurtuluşunun Demokratik Halk Devrimi olduğunu yılmadan anlatalım.