İlke, İşleyiş ve Kurallar Mücadele İçerisinde Doğmuştur: Kavrayalım, Kuşanalım!

Örgüt yaşamının ilkeleri, işleyişi ve kuralları vardır. İlkeler, işleyiş ve kurallar bizzat mücadelenin içerisinde şekillenir. Burada bahsettiğimiz “ilke”, “işleyiş”, “kural”, “tarz” gibi değerler Proletarya Partisi’ne ait olanlardır ve dolayısıyla bahsettiğimiz mücadele de proleter devrimci bir mücadeledir. Faşist diktatörlüğün hüküm sürdüğü ülkemizde komünizm mücadelesinin sonuna kadar götürülmesi adımlarımızın yere sağlam basmasına bağlıdır. Politik iktidar mücadelesini kesin bir kararlılıkla, savaşımı her cephede sürdürecek yetenekli ve donanımlı bir örgüt yaratmak ilk adımdır. Faşizme karşı savaşta yegane silahımız devrim bilimiyle donanmış, ilkeleri kuşanmış, savaşta ustalaşmış bir örgüttür.

Savaşımımızın düzeyi ne olursa olsun örgüt yaşamına, işleyiş, ilke ve kurallarına yaklaşımımız değişmeyecektir. Zira sınıf mücadelesini sürdürmenin, devrimci gelişmeyi ileri mevzilere ulaştırmanın, zaferle taçlandırmanın tek aracı örgüttür. Sınıf mücadelesine yön verdikçe, devrim sorunuyla, kitlelerle güçlü bağlar kurdukça örgütümüzün niteliği ve gücü de artacak, gelişecektir. Yarını bugünden inşa etmeye başlayarak geleceğin kurucusu, devrimden çıkarı bulunan milyonlarla birlikte altınçağın sahibi olacaktır.

Faşist diktatörlük karşısında varolmanın tek yöntemi, savaşmanın yolu olarak örgütü kavrayışımız, ilke, işleyiş ve kurallarını uygulama düzeyimiz ne durumdadır? Kuşkusuz onu bir gereksinim olarak hissetme düzeyimizle kavramak arasında doğrudan bir ilişki mevcuttur. Bu vurgunun kapsamı yazıyla sınırlanmayacak genişliktedir. Ve her yoldaşın ilgisini üzerinde toplayacağı, inceleyeceği, tartışacağı bir soru, sorun olarak ifade edilmiştir.

Örgüt sorununa ilgimizi ve dikkatimizi teorik/pratik zeminde geliştirmeye, kavrayışımızı ve pratiğimizi incelemeye, ileriye doğru adımlar atmaya odaklamalıyız. Örgüt bilincimizin, konumlanışımızın ve pratik faaliyetimizin olumlu ve olumsuz özelliklerini, barındırdığı sorunları ortaya çıkarmalıyız. Bunu yaparken bizi harekete geçirecek temel motivasyon, örgütün ve ona hayat veren militanların devrim sorunuyla ilişkisini ileriye taşıyacak yeteneği kazanmalarıdır.

Siyasal, teorik ve pratik gelişimin eşitsizliği, düzenle bağımızın kültür, davranış ve alışkanlıklar üzerinden sürmesi devrimcileşmenin, örgüt bilincini kuşanmanın önünde engeldir. Örgüt bilinci güçlü bir devrimcileşme üzerinde yükselerek politik iktidar mücadelesine kilitlenmeyi gerektirir.

Politik iktidar mücadelesinin hedefinde milyonlarca işçi-emekçinin, köylünün, gencin, ezilen ulus, inanç ve cinsiyetlerin kurtuluşu bulunmaktadır. Devrimden çıkarı bulunan halk kitlelerinin savaşıma çekilmesi; onlara bilinç, cesaret ve umut taşıyacak örgüt ve militanların önderliğiyle olacaktır. Sınıf mücadelesinin yüklediği bu tarihsel sorumluluk misyonumuzu ve rolümüzü en ileri düzeyde kavramayı, yetmezliklerimizi aşmayı gerektirir.

Örgüt gerçekliğimize damgasını vuran sorunlar nelerdir? Durağanlığın, hareketsizliğin, yetinmeciliğin kaynağı nedir? Örgütün dinamiklerini açığa çıkarmada, yönetmede, geliştirmede nerelerde tıkanıklık yaşıyoruz? Kuşkusuz her yoldaş içtenlikle bu sorulara yanıt arayacaktır.

Ülkemiz devrim mücadelesinin “suskunlukla”, “eylemsizlikle”, “durağanlıkla” yüklü olması örgütümüz bakımından bir teselli olmayacaktır. Ne dışımızdaki halk güçlerinin, ne de kitlelerin mücadelesinin gerilemiş olması mücadelemizin düzeyini belirleyen bir ölçüdür. Mesele siyasal çizgi ve politik iktidar sorununa yaklaşımda yatmaktadır. Komünistler olarak devrimci hareketi kuşatan reformizme, düzen içiliğe karşı ideolojik politik mücadele görevimizi yerine getirmenin yanında ileri kitleleri devrim mücadelesine kazanma, örgütleme ve savaştırma gibi temel bir sorumluluğumuz bulunuyor. Ülke ve devrim güçlerinin gerçekliği durağanlığımızın, hareketsizliğimizin ne gerekçesi ne de kaynağı olabilir. Aksine bu gerçeklik bizleri faşist abluka ve kuşatmayı parçalamaya, kitlelerin mücadelesini geliştirmeye daha fazla sevk etmelidir.

Bu nedenledir ki mevcut faaliyetimiz yetinmeyi değil yeni imkânlar ve alanlar açarak ama en önemlisi bütün hücrelerimizde bir sıçrama gerçekleştirerek ısrarı, zorlamayı, devrimci gelişmeyi hedeflemelidir. Bu ısrarın, zorlamanın ve devrimci gelişmenin merkezinde kalıcı ve nitelikli örgütler yaratmak bulunmalıdır. Örgütün dinamiklerini ve kitlelerin taşıdığı potansiyeli açığa çıkarmak politik yoğunlaşmanın yanında çalışma tarzımızdaki bozulmaya dair  müdahale ile aşılacaktır. Örgütle kurulan sınırlı her temas yabancılaşmayı, sınıf mücadelesine uzaklaşmayı getirecektir. Örgütle canlı politik ilişki geliştirme, gerçekliğimize yönelme, örgüt bilincini kolektif zemine oturtmanın kaldıracıdır. Aksi her tutum bürokratik çalışma tarzının gelişmesine, örgüt faaliyetinin darlaşmasına yol açacaktır.

Örgüt faaliyetinin işleyiş, ilke ve kurallarının bozulmaya uğradığı yerlerden birisi de legalizmin içte de sürüyor olmasından kaynaklıdır. “İç legalizm” denilen şey; sorumluluklarımızı, yetkilerimizi, görevlerimizi aşarak işleyiş, ilke ve kurallarımız işlevsiz kılarak sorunları çözme girişimidir. Örgüt işleyişi her yoldaşın birbiriyle ilişkilerini düzenleyen, sorumluluk merkezlerini ve muhataplarını belirleyen bir netliğe sahiptir. Bunun sınırlarını aşmak kuşkusuz “iç legalizme” kurban ettiğimiz “yoldaşlar arasındaki meseleleri” yerin kulağına bırakmaktır! Güvenlik meselesi gibi, güven duymak da sınıfsal bir öze sahiptir. Örgüt işleyişi bu sınıfsallığın, bilincin ve deneyimin ürünü olarak ihtiyaçtan doğmuştur. Bizi bir arada tutan bu kurallar bütününe sıkı sıkı sarılmadan, sınıf mücadelesindeki hak ettiği yeri alacak bir örgüt yaratamayız.