[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Israrla savunduğumuz fikirlerin gücü onlarda ne kadar ısrarlı olduğumuzla değil onların kitleler için kurtuluş olanaklarını içermeleriyle, kitlelere taşınabilir olmalarıyla ve örgütlenme kapasiteleriyle ilgilidir. Bu nedenle fikirlerimizin tartışmalarda nasıl konu edildiğine ayrıca ama özellikle bu yanıyla dikkat etmemiz gerekir.
Bir önceki sayımızda kitle çizgisi kavramının içeriğine ve bu kavramın devrimlerdeki önemine değindik. 1 Mayıs’ın nerede ve nasıl kutlanacağı hakkındaki tartışmaya da kitlelerden kitlelere perspektifi içinde yanıt olmaya çalıştık. Burada dikkat çekmek gerektiğini gördüğümüz kimi ayrıntıları konu edeceğiz. Bunlardan birincisi yaptığımız “dogmatizm” eleştirisidir. Kitlelerden kitlelere perspektifi dogmatizmin reddedilmesini içerir. Peki bu ne demektir? Kitlelerden kitlelere perspektifi dogmatizmin eleştirisi olarak kavranabilir mi? Başka bir ifadeyle “Kitlelerden kitlelere dogmatizmi yenmekte kullanabileceğimiz bir perspektif midir?”
Hiç tereddütsüz evet! Tam olarak öyledir.
ISRAR ETTİĞİMİZ İBRAHİM’İN PRATİĞİDİR
Fikirlerimizde ısrar ediyoruz. Demokratik Halk Devriminde ve devrimin yolu konusunda, işçi sınıfının öncülüğündeki devrimlerin olanaklı olduğunda, çürümüş bir sistem olarak emperyalizmin haklı savaşlara dayanamayacağında, gençliğin devrimci fikirlere en yakın kesim olduğunda, kadınların kurtuluşunun sınıf savaşımı içinde ve ancak MLM ile olanaklı olduğunda vs. ısrar ediyoruz. Bu fikirleri MLM’den aldık ve onun yöntemiyle yeniden ürettik. İbrahim yoldaşın başardığı bu işi sürdürme, yaşama geçirme ısrarımızda kararlıyız.
Bununla beraber bir konuda ısrar etmenin onun doğrulanması için yeterli olmadığını kabul etmeliyiz; bazıları “devrimcilikte ısrarı” dogmatik bir tavır içinde, öğrenmeden, öğrenci olmayı aklından dahi geçirmeden, sürekli bir öğretmen edasıyla, herkese akıl dağıtarak, kuru bir ısrar seviyesine indirgemiş olarak ileri sürmeyi alışkanlık edinmiş durumda. Bu yaklaşımın “devrimci çevre” içinde etkin, yoğun, sık karşılanır bir yaklaşım olduğunun da farkındayız. Dolayısıyla bizim bundan etkilenmemizde şaşılacak bir durum yok. Aksine etkilenmek, üzerinde düşünüyor olmayı, ilgi duymayı, devrim lehine konum alma isteğini içerdiği için bundan memnun olmak gerekir. Sorun edilmesi gereken nokta öğrenme sürecini işletmemek olabilir ya da tartışmayı becerememek ve ısrarı kuru bir tutumla devam ettirmek.
Kitlelerden kitlelere perspektifi bu bakımdan özellikle yardımcı bir yöntemdir.
Hemen her konuda ama özellikle de savunmakta öteden beri ısrarlı olduğumuz konularda veya bireyler düzleminde diğerleriyle, yani yoldaşlarımızla karşı karşıya olduğumuz konularda bu yönteme dayanarak tartışmak, öğrenmeyi başarmak gerekir.
Kitlelerden kitlelere perspektifi nihayetinde bilgi teorisidir. Öğrenmeyi, teorik gelişmeyi, bilgiyi geliştirerek dönüştürücü bir güce kavuşturmayı içerir. Bu nedenle dogmatizm ile uzlaşmazdır. Devrimler sürecinin hepsinde kitleler eski inançların, eski fikirlerin, yönetimlerin değil yeni olanların peşinden gittiler. Yeni fikirlerin gene onların hareketinden, varlığından, çıkarlarından, istemlerinden, ilişkilerinden çıktığı gerçeğini yadsımadan kitlelerin kendilerine sunulan bu fikirlere inandıkları ölçüde devrimlere yöneldiklerini, devrim için büyük kahramanlıklarla ileri atıldıklarını biliyoruz. Elbette böyle bir şeyin gerçekleşmesini sağlayan temel unsurlardan biri de kitlelerin eski fikirlerle, yönetimlerle yoksulluğa, umutsuzluğa, karanlığa sürüklenmiş olmalarıdır. Şundan emin olabiliriz ki kitleler genellikle devrimci durum oluşmadıkça, devrimin koşulları olgunlaşmadıkça devrime kalkışmazlar. Onlar devrim için bir seviyeye gelmiş olmalıdır ki devrime karar versinler ve gerçekleştirsinler. Elbette bu demek değildir ki tarihte başarıya ulaşmamış devrimler yoktur ya da kitlelerin başarısız kaldıkları eylemler olmamıştır. Aksine, tarih sınıf savaşımları tarihi olarak kitlelerin defalarca yenildiğine, zorbaların sonunda kaybedene kadar onlar üzerinde büyük baskılar kurduklarına, başkaldırıları ezdiklerine tanıktır. Hatta kazanılmış iktidarların kaybedildiğine tanıklık ettik! Bazıları kazanılmış bu iktidarların kaybedilmesini nihai yenilgi gibi görüyorlar; oysa zorbaların iktidarına karşı mücadele bir zorunluluk oldukça bu kayıpların nihai olduğu söylenemez. Sınıf savaşımında gerilemek de vardır, kaybetmek de. Karanlığa sürüklendikleri her durumda kitleler karşı koyma bilincini er ya da geç geliştirmiş ve tarihteki o en büyük kahramanlıkları sergilemişlerdir. Kitlelerin tarihsel eğilimi daima yeni olana doğrudur. Bunu belirleyen şey kitlelerin çıkarlarıdır. Zorbalar hiçbir zaman bu çıkarlara yanıt olamazlar. Çünkü onlar tam da bu çıkarlara düşman oldukları için zorbadırlar…
TARİHSEL HAKLILIK VE ZORBALARIN MAKUS GELECEĞİ
Kitlelerin yeni olan eğilimi tarihsel bir özelliktir. Onlar herhangi bir anda ya da bireyler düzeyinde zorbaların safında olabilirler, zorbaların kültürü ile şekillenmiş olabilirler. Dahası bu genel olarak mümkündür, daha çok görülendir. Sorun bunun sonsuza giden bir durum olduğuna inanılmasıdır. Doğru olmayan, tarihsel bakımdan yanılgıdan ibaret olduğu açık olan da budur. Kitlelerin nihai hareketi zorbaların alaşağı edilmesini sağlayan harekettir. Çünkü zorbalar, hatta genel olarak iktidarlar, sistemler kitlelerin hareketini sonsuza kadar karşılayamazlar: hepsi eskir, tıkanır, karanlığa düşer. Savunduğumuz sosyalizmin de sonuç olarak komünizme evrilecek olması, bu anlamda işçi sınıfı iktidarının da eskiyerek aşılacak olması aynı nedendendir. Sosyalizmin diğerlerinden farkı şudur ama: sosyalizmde bu değişime direnecek sınıf iktidarı elinde tutmakla birlikte işçi sınıfı olmayacaktır. Bu değişime direnecek güçler sınıfın iktidarı altında olmakla birlikte sınıfın düşmanı güçlerdir; sınıfın kendisinden de türeyecek, onun esas karakterine karşıt olarak gelişecek güçler. Sovyet ve Çin sosyalizminde bunlar karşımıza bürokratik güçler olarak çıktılar. Sınıf savaşımı sonlanana kadar sınıf savaşımı sürdükçe bunların varlığı kaçınılmazdır. Zamanla azalacak, zayıflayacak olmakla birlikte bu bir gerçekliktir. Dolayısıyla sosyalizmin yenilgisi onun nihai zaferine, yani komünizme dek deneyimler biriktikçe zayıflayan bir olasılık olarak var olacaktır.
Kitlelerin eğiliminin yeniden yana olması onun çıkarlarının bir sonucudur. Ne var ki bu çıkarların gerçekleşmesi önünde her zaman engeller olmuştur. Bu engeller kitlelerin gücünü baskı altına alan engellerdir. Kitlelerin güçlü olması bir arada olmalarına, öz çıkarları için birlikte hareket etmelerine bağlıdır. Zorbaların esas pratiği de bu hareketi engellemeleridir. Dolayısıyla kitleler kendi deneyimlerini geliştirerek hayata geçirme olanağından esas olarak yoksundurlar. Buna rağmen onların sürekli olarak deneyim üretme yöneliminde olduklarını ifade etmemiz gerekir. Zorbalar bunu engellemek için çalışmış onlar ise binlerce yolla bunun için çabalamışlardır. Nihayetinde kitlelerin sayıca çoğunluğu oluşturmalarına karşın çıkarlarını gerçekleştirememeleri deneyimlerinin sürekli olarak baskı altına alınarak engellenmesinden kaynaklanır. Deneyim kazanmak, bir sınıf tavrı ve bilinci geliştirmek bakımından olmazsa olmaz bir kuraldır. Deneyimleri olmayanın ustalaşamayacağından emin olabiliriz. Ustaların en belirgin özellikleri deneyimli olmalarıdır. Oysa kitleler tam da bundan mahrum edilirler. Örgütlenme, söz sahibi olma, birlikte hareket etme, küçükten büyüğe birleşme, her birleşmede yönetme yeteneği kazanma ve bunu iktidar bilincine vardırma süreçleri hemen her kesitte engellenir, özellikle de darbelerle olanaksızlaştırılır. Kitlelerin iktidarlar karşısındaki güçsüzlüğünün temelinde iktidarı elinde tutan zorbaların onların deneyim edinmelerini baştan sona engellemeleri, böylece “öğrenme” süreçlerine sürekli darbe vurmaları vardır. Bu engellemenin hem nedeni hem de sonucu olarak zorbalar yönetmeyi “öğrenir” ve bu alanda özel bir “yetenek” kazanırlar. Kitlelerin birleşmede, yönetmede, kafa emeğinde deneyimsiz kalmaları “zorbaların” bu iş için seçildikleri, bu işte “doğuştan üstün” oldukları algısıyla da birleşerek kronik bir görünüm kazanır. Tarihe bakıldığında devrimlerin tam da bu kronik durumun artık sürdürülemez noktaya gelmesiyle gerçekleştiği görülür.
Özetlersek eğer, kitlelerin çıkarlarını gerçekleştirememeleri onların birleşme deneyiminden yoksun kalmalarıyla, daha doğrusu bundan yoksun bırakılmalarıyla; bunun yerine zorbaların birliğinden medet umar hale gelmeleriyle ilgilidir. Kırmamız gereken çark bunu sağlayan çarktır.
SONUÇLARIN KAYNAĞI NEDENLERDİR
Kitlelerden kitlelere perspektifi tam bu çarkın kırılmasını sağlayacak yöntemdir. Tarihsel olarak kitlelerin yönelimine konan engellerin kaldırılması kitlelerin birleşmesini sağlayacak her türden aracın kullanılarak zorbaların yönetme “yeteneği”ni dumura uğratmakla, bu uydurma yeteneğin kitlelerin çıkarlarıyla tam bir uyuşmazlık içinde olduğunu göstermekle ve nihayet bunun için gerçek ve doğru tek yeteneğin kitlelerin kendinde olduğunu ispatlamakla başarılacaktır. Bunun için doğru fikirler kitlelerden her türlü araçla alınacak, toplanacak dağınık, sistemsiz, yetersiz fikirlerinden üretilmelidir. Onların fikirlerinden kastımızın onların söze döktükleri şeylerden çok onların yaşamından çıkardığımız bilgiler olduğunu özellikle vurgulamalıyız. Sözler bunları ifade edebildikleri derecede aynı şeyi ifade ederler. Temel kıstasımız kitlelerin sınıf çıkarlarını ortaya çıkaran bilgiler olmalıdır. Sözler de bunu ifade ettiği oranda bilgi kaynağıdır. Burada asıl görev bu bilgileri toplayacak olanların yeteneğinde somutlaşmaktadır. Bizim her bir yoldaşımız bu görevin doğrudan sorumlusudur. Her devrimci görevin kaynağında bu çıkarları açığa çıkarma ve kitleleri birleştirme amacı vardır. Kitlelerin birleşmesi, bir güç oluşturması açıktır ki tek düze bir biçimde ve seyirde gerçekleşmemektedir, gerçekleşmeyecektir de. Bu çok çeşitli, zengin ve değişimleri de içeren bir süreçtir. Küçük büyük birlikler, doğru yanlış kararlar, yaklaşımlar, ittifaklar ve ayrışmalar bu sürecin kaçınılmaz görünümleridir. Bunları yönetmek süreçlerin temel özelliklerini, olanaklarını, olasılıkları kavramakla mümkün olacaktır. Komünistler önderliğindeki haklı savaşların başarısındaki belirleyici unsur da buradan gelir. Komünistler diyalektik materyalizme dayanan ustalar olmakla bu konuda hataya yer bırakmazlar. Komünistlerin başarısızlıklarının bu yönteme dayanmadıklarında, dolayısıyla komünist özellikten uzaklaştıklarında gerçekleştiği bir gerçektir. Ne zaman ve hangi durumda kazanabileceğini öngören bir komünist o mücadeleye tereddütsüz atılır; bunun aksi durumunda o mücadeleyi kazanacağı koşulları hazırlamak üzere geri çekilir. Mücadelenin, savaşın bu ileri atılma ve geri çekilmeleri başarıyla uygulamakla ilerletilebileceğini bilir…
DOGMATİZM ÖĞRENMEYİ REDDETMEKTİR
Kitlelerden kitlelere perspektifinin bir temel özelliği olarak onun dogmatizmle uzlaşmaz olduğunu ifade etmiştik. Dogmatizmin bilgi teorisinde idealizme saplanmak olduğunu hatırlatalım. Bu bakımdan onun kitlelerden öğreneceği bir şey olmamaktır. İnceleme, koşulları değerlendirme, eğilimleri, olanakları ve olasılıkları araştırma ve bunları tartışma onun için gerekli değildir ya da olsa olsa bunlar “aynı” sonucu üretecekse değerlidir! Onun bilgisi kendinden menkuldür; onda verilidir; ona “verilmiştir”. O doğru fikirlere kendiliğinden sahiptir. Bu nedenle onun herhangi bir tartışmada fikrini derinleştirdiğine, farklı açılardan açıklayabildiğine pek rastlanmaz. Dediğinde ısrarcıdır, hatta yer yer kibirlidir.
Yukarıda değindiğimiz kitlelerin genel hareketi içinde bunu değerlendirdiğimizde temel sorunun kitlelerle ilişki olduğu görülür. Devrime, devrimci çalışmalara eğilimli olmakla, yer yer güçlü devrimci çıkışlar göstermekle birlikte küçük burjuvazinin temel kusurlarından biri kitlelerle “öğrenci” olacak şekilde ilişki kurmayı benimseyememesidir. Mao yoldaşın bir önceki sayıda alıntıladığımız sözü bu bakımdan mükemmel bir uyarı içerir: “Gerçek kahramanların kitleler olduğu, buna karşılık bizim genellikle acemi ve bilgisiz olduğumuz kavranmalıdır. Bu kavranmadıkça en basit bilgileri bile edinmek mümkün değildir.”
Bu basit bir biçimde kitlelerin bir şeyler söylemesi, istemesi ve bizim de onlara uymamız değildir. Zaten bunun somut olarak olanaksız olduğu hemen görülür. Kitleler doğrudan “bir şey” söylemezler! Ne dedikleri bilgisi onlardan toplanmalıdır. Dogmatizmin ilgi duymadığı, yer yer nefretle karşıladığı şey işte bu bilgilenmedir. Dogmatizm bu bilgilenmeyi kendi fikirleriyle çakışmadığı her durumda hatta çakıştığında bile, “öğrenme” tarzından hareketle “kitlelerin geriliği”nden beslenme olarak mahkûm etmeyi tercih eder.
Böyle bir yaklaşımın “dogmatizm” olduğunu nasıl anlarız? Sınıf mücadelesinin seyrine, koşullara, devrimin karakterine ve somut görevlerine, stratejinin ve buna göre taktiğin gereklerine, devrimden yana sınıfların eğilimlerine, devrim ve karşı devrim karşısındaki bilinç düzeylerine açıklık getirme amacı gütmeyen, bunlara ilgisiz ya da görünürde ilgili olsa da “bilgilenme” içermediği ölçüde ilgisiz özellikler bize yaklaşımın “dogmatik” olduğunu hatırlatmalıdır. Dogmatik olmak kitleler karşısında “öğrenen” olmayı reddetmektir; bilgi teorisi bakımından somut koşullardan bağımsız hareket etmektedir; maddi koşullardan öğrenmemektir. Koşullara mahkûm olmamak adına koşulların bilgisine sırtını dönmektir. Bu nedenle “kitlelere bilinç taşıma” sorumluluğundan uzaklık da dogmatizmin “kaderi”dir. Marksizmin yaşayan ruhundan söz eden Lenin bunu “somut koşulların somut tahlili” olarak tanımlar. Devrimin gerekliliği, bunun için bir sınıf hareketinin ve bu hareket içinde var olan, gelişen sınıfın partisinin zorunluluğu, bu partinin bütün ilkeleri ve taktikleri maddi koşulların sonuçları olarak vardırlar. Marksizm somut koşullardan ayrı düşünülemez, üretilemez ve geliştirilip uygulanamaz. Bunlar dogmatizmin yabancısı olduğu özelliklerdir. Bizim Marksizme yabancılığımızın, uzaklığımızın ve bundan kaynaklanan başarısızlığımızın da kaynağı bu özelliklere bakılarak anlaşılabilir. Oportünizme eğilim gösteren taraflarımızı açığa çıkartmak ve bunların üzerine acımasızca gitmek için bu özellikler incelenmelidir. Bütün ustalardan öğrendiğimiz bu değil midir? Onlar ve onların sadık öğrencileri ısrarla bu yolu takip ettiler. Devrimin ne olduğunu, hangi görevleri içerdiğini toplumsal koşulların somut tahlili ile saptadılar ve bunu bir kez saptadıktan sonra devrimci teorinin ışığında devrimci iradeyi inşa etmeye giriştiler. Bu iradenin somut karşılığı kitlelerin birleştirilmesidir. Onların, kendi deneyimlerini gerçekleştirmeleri için önündeki engelleri göstermek ve bu deneyimlerin gerçekleşmesini sağlamak üzere harekete geçmek bir devrimci irade gerektirir. Karşı devrim tam olarak bu iradenin karşısındaki iradedir. Kitlelerin deneyimlerini engellemek, bunu kendi iradesi ile ikame etmek onun karakteridir. Bugünkü tüm devlet yönetimleri bu açıdan incelenebilir. Bir tanesinde bile kitlelerin inisiyatifini açığa çıkaran bir model yoktur. Hepsinde “temsilciler” kitlelerden değil, kitleleri sosyal, ekonomik, mesleki vb. alanlarda yönetenlerdendir. Kitleler kendilerini yöneten, böylece deneyimlerini henüz sıradan yaşam içindeyken engelleyenleri “siyasal yönetici” olarak seçmektedir! Daha doğrusu seçmeye zorlanmaktadır. Günümüzde parlamenter sistemlerin bütün dünyada ciddi prestij kaybına uğramış olmasında bu sistemlerin temelde kitlelerin pratiğini engellemek üzere kurulmuş olmalarının payı vardır. Hiçbir parlamenter yapı kitlelerin inisiyatifine dayanmamaktadır. Kitlelerin sıradan yaşam içindeki konumlarına bağlı olarak örgütlenmeleri, kendilerini yönetmeleri esas olarak engellenmektedir. Kitlelerin öz çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzere gene kitleler tarafından “kitle pratiğinin” bir aracı olarak kurulmuş ve gelişmiş sendikalar gene sistemin “pratik engelleyici” özelliği dolayısıyla “yönetenlerin” bir aracına dönüşmüş durumdadır. Marks sendikaların geleceğini onların kitlelerin iktidar aracına dönüşeceklerini haber vererek açıklamıştı. Bunun örneklerini komünist partiler aracılığıyla işçi sınıfının önderliğinde gerçekleşen devrimler sürecinde gördük. Hiç şüphesiz gelecekteki aynı içerikteki devrimlerde bunu yeniden göreceğiz. Bununla birlikte sendikaların bugünkü olumsuz niteliklerini görmemiz de gerekir. Sendikaların kitlelerin kendi örgütleri olmaktan uzak halleri onların Marks’ın sözünü ettiği ve devrimlerde deneyimlediğimiz özelliğe kavuşmaları bakımından aşılması gereken bir problemdir. Bunu sadece işçi sendikaları bakımından değil, bütün kitle örgütleri bakımından değerlendirmeliyiz. Çünkü sonuç olarak kitlelerin pratiği önündeki engelleri yıkmak onların kendi örgütleri, kendi yaşamları içinde “doğal” olarak oluşturdukları birlikler önündeki engelleri yıkmakla da ilgilidir. Hemen her yerde tanık olduğumuz tam da bu engeller değil midir? Bu engeller basit değil, güçlüdür. Karşı devrim kendini bunların da yerine konumlanarak örgütlemektedir. Sendikaları da, yerel her türden örgütü de, üniversitelerdeki dernek, kulüp vb.lerini onlar ele geçirmekte veya yönetmektedir. Kitlelerin inisiyatifine hiçbir şans bırakılmamaktadır. “Hiçbir şans”ın kalmadığı yerde devrimci inisiyatif kitleleri kazanmanın, kitlelerle yürümenin yeni yollarını açığa çıkarmak zorundadır. Genel olarak “Acemi” ve “Bilgisiz” olduğumuzu görerek, inatçı bir kibre dönüşen tutumlardan sakınarak, hatta buna karşı aktif eleştirel tutumlar alarak kitlelerden öğreneceğimiz bilgilere yöneldiğimizde bunu başarabiliriz. Koşulların incelenmesi, kitlelerden öğrenme pratiğinin ilk adımıdır. Bu gibi süreçlerde dogmatizm, alışkanlıklar, eskimiş ve kısmen koşulları içinde haklı da görülebilecek ama bugün tekrarlanması için şartların olmadığı tutumlar karşımıza dikilebilir. Öğrenmekten vazgeçmeden bunlarla da hesaplaşmalıyız.
Yolumuzun aydınlatıldığı gerçeği en güçlü yanımızdır. Yolumuzu aydınlatanlara yüzümüzü dönerek, kitlelerin temel ihtiyaçlarına, öz çıkarlarına yaslanan örgütlenme çalışmalarına yoğunlaşalım. Birey düzleminden çıkıp örgüt düzlemine taşınan her tutum geleceğin kazanılmasına hizmet edecektir; kitlelerden öğrenmeye dayanan her pratik geleceğin bugünden kazanılması anlamına gelecektir…