Karadeniz, hırçın dalgaların, gürül gürül akan derelerin, derin vadilerin, sık ormanların, sisten zirveleri görünmez olan dağların, yaylaların birbirini tamamladığı coğrafi bir harmandır. Doğasının eşsiz güzelliğe sahip olduğu bu coğrafya taşıyamayacağı kadar büyük felaket silsilesiyle kuşatılmış durumdadır. Neşeyle öfkenin yüzlerde anlık yer değiştirdiği halkın yaşadığı bu coğrafya on yıllardır sömürü ve talanın pençeleri arasındadır. Karadeniz’in doğası öldürücü olan bu pençelerin arasında her geçen gün yoksullaşmış, talanın ve yıkımın ölçeği hep büyümüştür. Sınırlı olan kaynaklar “yeşil” yalanlarla, göz boyayan yatırımlarla, istihdam vaadiyle sınırsızca tüketilmiştir. Dağlar tünellerle delik deşik edilmiş, dereler, HES projeleriyle boğulmuştur. Doğa başka yerde görülmeyecek biçimde HES ve baraj projeleriyle istila edilmiştir. Ormanlar hep hızarın ağzında tutulmuş, yakılmış, süren ve sırada bekleyen her talan, doğa katliamıyla başlangıç yapmıştır. Maden sahalarıyla, taş ocaklarıyla bağrında ne varsa sökülüp alınmıştır. Karadeniz’in doğası yaylaların betona, vadilerin toza boğulduğu, iş makinelerinin, dinamit seslerinin hiç susmadığı, toprağa, suya, havaya, yaşama zehrin bulaştığı bir yıkım tablosuna sahiptir. Gelinen aşamada Karadeniz doğası bozulan dengesiyle felaket kusmaya, öfkesini saçmaya başlamıştır. Aşırı yağışlar, sel baskınları, heyelanlar şehirlerin “silüetini” değiştiren yıkımlara yol açmaktadır. İkizdere’de taş ocağı için yol çalışması sürerken gerçekleşen heyelan gelecekte yaşanacakların bugünden habercisidir.
Çernobil’in zehrini solumuş, kameralar önünde içilen radyasyonlu çayla “aldatılmış” halkın yaşamı on yıllarca talanla çevrildi. Yaşanan “felaketlere” dayanma “gücü” her defasında test edilen Karadeniz inşaata ve betona dayalı sermayenin üssü haline getirildi. İnşa edilecek ticaret yollarıyla, limanlarla, devletin gücünü simgeleyen projelerle Karadeniz ticaretin ve ihracatın merkezi haline gelecek, bölge ticareti hareketlendirilecekti! Burjuva feodal partilerin egemenliğindeki bölgeye sunulmuş “ayrıcalıkların” yanında doğayı ve yaşam alanlarını kuşatacak talanın lafı edilemezdi. Hal böyleyken talana açılan “yol” Karadeniz sahillerini Çin Seddi gibi boydan boya keserek sınır kapılarına bağlanan ticaret yollarıyla sınırlı bırakılmadan hep daha ileriye götürüldü.
TALANIN ÖNÜNDEKİ TEK ENGEL HALKIN MÜCADELESİDİR!
Ne var ki doğa ve yaşam alanlarının üzerine atılan sömürü ağı halkın talana karşı gelişen mücadelesiyle yırtılmaya başladı. İyidere Lojistik Liman projesinin dolgusunda kullanılacak taşların İkizdere’nin doğasından sökülüp alınmasına karşı halk direnişe geçti. Böylece, İkizdere direnişi doğaya ve yaşam alanlarına yöneltilen saldırılara mücadeleyle karşı koymaktan başka yolun bulunmadığını bir kez daha göstermiş oldu. Devlet, doğayı vahşice sömüren, halkın tüm geçim araçlarını yıkıma uğratan şirketlerin çıkarlarını önceleyerek tam karşılarındaydı. Direnişin seyri, günlük yaşanan gelişmelerle perdenin arkasına “gizlenmiş” devleti ortaya çıkardı. Öyle ki, taş ocağı, burjuva feodal düzenin sözde işleyişinin kestirme yollarından dahi geçmeden devletin parmakla gösterdiği yerde planlanmıştı. Geriye salgının yasaklarla fırsata çevrilmesi kaldı. Normalleşme ve yasakların ne anlama geldiği lebalep kongrelerin, cenazelerin ardından daha fazla görülmeye başlanmış, ayrımsız olmadığı anlaşılmıştı. İkizdere köylüleri de resmi tatil ve sokağa çıkma yasağının ilan edildiği günlerde taş ocağı çalışmalarını başlatacak iş makinelerinin asker, polis korumasında vadiye sürülmesine farklı bir anlam yüklemedi. Talana “engelsiz” koşu yaptırmanın ilk parkuru yasaklarla hızla geçilmek isteniyordu. Halkı yasaklarla köylerine, evlerine kapatarak doğadan ve yaşam alanlarından tecrit etmek isteyenlerin tek derdi talanın ve rantın önü açmaktı. Beklenen olmadı! Yasaklar İkizdere halkının vadisini, ormanını, deresini mücadeleyle savunmasına engel olamadı. Taş ocağına karşı ilk refleksi direniş olan halkın mücadelesi çeşitli biçimlere bürünerek sürüyor. Halkın direnişiyle inatlaşan talan ise geride büyük bir yıkım bırakarak ilerliyor! Kuşkusuz bu gelecekte yaşanacak büyük yıkımın henüz başlangıcıdır.
Görünen o ki halkın açığa çıkan tepkisine ve mücadelesine rağmen göze alınmış büyük bir yıkım söz konusudur. Başka türlü olması da mümkün değildir! Ve yine söylemeliyiz ki doğanın ve yaşam alanlarının üzerindeki sömürü ağı ancak ve ancak güçlü bir mücadeleyle yırtılabilir. Talanda ısrar direnişle kırılabilir. Ülkenin her yerinde olduğu gibi İkizdere’de başlayan talanın önündeki tek engel halkın mücadelesidir. Bu “engelin” yükseltilmeye, direnişlerin birleşerek güçlenmeye, örgütlenerek “aşılmaz” olmaya ihtiyacı vardır.
İKİZDERE DİRENİŞİ TALANIN VE YIKIMIN ÖNÜNE ÇEKİLMİŞ BİR SETTİR!
İkizdere halkının mücadelesi doğaya ve yaşam alanlarına doğrudan yönelen saldırılardan doğmuştur. İş makinelerinin zelzeleden farksız sesi İkizdere Vadisi’nde yükselmeye başlamadan önce gelişen onlarca, yüzlerce direnişle susturulmaya çalışılmıştı. Direnişlerin her biri doğayı ve yaşam alanlarını, geçim araçlarını yıkıma uğratan, halkı ve doğayı yoksullaştırması kaçınılmaz saldırılardan kaynaklanmıştı. İş makinelerinin asker-polis korumasında vadilere dalması, orman kıyımına girişmesi, karşı koyanların devletin ceberut yüzüyle tanışması ilk defa yaşanmadı. Ne ağaçlar kökünden ilk defa söküldü ne de dereler ilk defa boğuldu! Talanın ulaştığı yere “hapsolan” direnişlerle saldırılar püskürtülmeye çalışıldı. Kazanımlar ve yenilgilerle biten, başlayan direnişler yeni yeni mücadelelere elverdi. İkizdere direnişi talana uğramış bir coğrafyanın üzerinde herkesin payına ayrılmış yoksulluğa, yıkıma, göçe ve insansızlaştırmaya karşı gelişiyor. Doğayı ve halkı bekleyen geleceğin “sırrına ermiş” bir direniş ayaklarını toprağa basmaya çalışıyor!
İkizdere direnişi doğaya ve yaşam alanlarına yöneltilen saldırılara karşı koyuşun bahsini ettiğimiz zayıflıklarını, handikaplarını geride bırakmayı, aşmayı “başardığı” sürece kazanımlara kapı aralayacaktır. Direnişlerin yerel kaldığı, birbirinden kopuk gelişerek boğulduğu fazlasıyla deneyimlenmiş durumdadır. Ve artık direniş ve mücadelelerin birbiriyle güçlü bağ kurarak nefes aldığı, doğaya ve yaşam alanlarına yöneltilen her saldırının başladığı yerde boğulduğu deneyimlerin yaratılmasına ihtiyaç vardır. Doğa ve yaşam alanlarının, ormanın, vadinin, derenin, suyun saldırıların menziline girmesini beklemeden harekete geçmeyi başaranlar, gelişen direnişlerle dayanışma halinde bu deneyimlerin yaratılmasına önayak olacaktır. O zaman, doğayı ve yaşam alanlarını hedefleyen saldırılar, tutunacak küçük bir toprak parçası ve tek bir dal bulamayacaktır!
Saldırılar genel, sürekli ve ayrım gözetmeksizin halka ve yaşam alanlarına yönelmektedir. 1 Mayıs arifesinde talana karşı direnen köylülerde dahil işçi ve emekçi yığınlar üzerinde yasaklarla kurulan abluka fazlasıyla öğreticidir. Sömürüye ve en temel haklarının elinden alınmasına isyan eden işçi sınıfına meydanlar ve sokaklar yasaklanırken köylüler talan edilen doğanın, yaşam alanlarının uzağında tutulmaya çalışılmıştır. Abluka ve yasaklarla, baskı ve gözaltılarla işçi ve emekçi köylülerin sömürü ve talana boğulmadan tek bir gün dahi geçiremeyecekleri hatırlatılmıştır. Ancak sömürü ve talanın dayandığı sınırlar işçi ve emekçi köylüleri kaçınamayacakları biçimde mücadeleye sevk etmektedir. Ve tüm bu mücadeleler birleşmek, sömürünün ve talanın kaynağı olan burjuva feodal düzene yönelmek zorundadır!
TALANIN KENDİSİ HALKIN İSYAN ETMESİNE YETERLİDİR!
Halkın direnişiyle inatlaşılması, mücadeleyi boğacak saldırıların baskı da dahil yalan ve manipülasyonun sınırsız vaatlerle devreye sokulması boşuna değildir. Yemin billah tarih verilse de ne zaman biteceği bilinmeyen taş ocağına karşı koyanlar öncelikli hedef haline getirilmiştir. Yaşanan hiçbir “felaket” anında göremeyeceğimiz sıklıkta bakan, milletvekili ve bürokrat ordusu bölgeye akın etmiş, bölge halkı yakın markaja alınmıştır. Halkı “aldatacak” yalanlar hızla dolaşıma sokulmuş, taş ocağına karşı koyuş marjinallikle yaftalanarak yalnızlaştırılmak isteniştir. Talanın kendisi halkın isyan etmesine yeterliyken dayanışmaya gelenlerin halkı kışkırttığı propagandası yapılmıştır. Yaşam alanlarına sahip çıkanlar “marjinal”, dayanışma için gelenler “kışkırtıcı”, vadiye talan için dışarıdan gelenler ise baş tacıdır! Halkın direnişi başvurulan yalanlarla, harekete geçirilen askeri, siyasi, ekonomik kuşatmayla, talandan yana saflaştırılmış yerel işbirlikçi ağıyla ezilmeye çalışılmaktadır.
Kuşkusuz tüm bu sömürü ve rant tezgahı AKP/MHP bloğu ve yedeğinde palazlandırdığı betona ve inşaata dayalı sermaye tarafından işletilmektedir. Elbette ki yalnız değildir! Halkın gelişen her direnişini kontrol altına almada rol paylaşımına gittiği CHP kliği de yıkıma uğramış bu topraklar üzerinde direnişin buluşacağı dinamikleri budamakla meşguldür! Direnişin protestoyu aşmayacak yakarışlara hapsedilmesinde gecikmeksizin rol üstlenmiştir! Tüm gayretleri halkın talana duyduğu öfkeyi iş makinelerinin üzerine çıkarak yaptıkları şovlarla sandığa akıtmaktır!
HALKIN DİRENİŞİYLE İNATLAŞAN TALANI KIRALIM!
Karadeniz’in gelişmekte olan bir ticaret gölüne dönüştüğünden hareketle kıyı ülkelerin giriştiği liman vb. “yatırımlara” paralel inşa edilecek Rize İyidere Lojistik Liman projesi üzerinden dünya pazarına açılma hayali kuranlar halkın direnişiyle inatlaşmaktadır. Aynı zaman da talana ve ranta kapıları sonuna kadar açılmış Karadeniz’de işlerin “bir avuç” direnen köylü tarafından bozulması, tehlikeye atılması kabul edilecek bir durum değildir! “Direniş varsa umutta var” diyenlerin halka direnme cesareti bulaştırmasına, umudu direnişle büyütmesine seyirci kalınamaz! Bu sebepledir ki halkın sesi daha fazla duyulmadan vadide boğulmalıdır. Direnenlere ulaşacak her sesin bastırılması, dayanışma gösteren herkesin lince uğraması da buna dahildir. Yaşananların bilançosu elbette ki söylediklerimizden daha fazlasıdır!
Hâl böyleyken talanla inatlaşan, tüm zorlukları göğüsleyen kararlı bir direniş hattının yaratılması bir zorunluluktur! Talanda ısrar edenlerin, bir milim “geriye gitmeyecek” olanların üzerine yürüyecek bir direniş hattı yaratılmalıdır. Doğanın ve halkın mahvını getirecek saldırılar direnişi bir kere ortaya çıkarmıştır. Toprağından, suyundan, vadisinden, ormanından, yaşam alanlarından, geçim araçlarından vazgeçmeyenler talana geçit vermeyecek direnişte ısrar edecektir! İkizdereli kadınlar ormanın patikalarından gelerek meydan okumayı sürdürecektir! Her türlü yakarışa, direnişi pasifize eden protestoculuğa, şovmenliğe ve aldatmaya ise sırtımızı dönerek kazanmayı hedefleyen bir rotada ilerleyelim!