24 Haziran seçimleri sonrası devrimci, sosyalist kurum ve çevrelerde “ne yapmalı” sorusu tartışılmaya başladı. Tartışmanın pek de derinlikli ve heyecan verici olduğunu söylemek mümkün değil. Seçimin ortaya çıkardığı tablo devrimci söylemlere hızlı bir dönüşe yol açsa da “eksik bir şeyler var” duygusu sarıp sarmalıyor her şeyi. Bu eksiklik en başta devrimci ruh ve devrimci pratikte kendini gösteriyor.
Başına “devrimci”, “sosyalist” sıfatı getirilen ‘politika’ uzun zamandır öyle bir hal aldı ki ondaki farklı akımları ve hatta birbirine zıt eğilimleri takip etmek gerçekten güç. Dahili olduğu akım ve eğilimler sürekli değişedursun sıfat hep aynı kalıyor. Fakat başa getirilen sıfatın hakkının verilmediği gün gibi açık. Bunun en son örneğini 24 Haziran seçimlerinde görme şansımız oldu. Bu sıfatları taşıyan birçok kurum ve çevrenin bir kez daha kendilerini akıma nasıl bıraktıklarına tanık olduk. “Seçim taktiği” denilerek zevahir kurtarılmaya çalışılsa da meselenin ne seçimle ne de taktikle sınırlı olmayan bir nesnelliği var. Hatta bu nesnelliğin etkilerinden, seçimler özgülünde “boykot” taktiğini benimseyen ve devrimci propagandayı yoğunlaştıran komünistler de yalıtık değil.
Sorunun tartışılmayı hak eden çok çeşitli boyutları ve aşamaları olsa da seçimler sonrasında ortaya çıkan “ne yapmalı” sorusuna siyaset tarzı bakımından eğilmek yerinde olacaktır. Bu sayede “ne yapmalı” sorusunu daha anlamlı kılacak şekilde “nasıl yapmalı” sorusunu ortaya atmış olacağız. Bugün artık devrimciler, sosyalistler bakımından “iki tarz-ı siyaseti” belirgin çizgilerle tartışmak gerekiyor. Çünkü hakim siyasi akıntılara kapılmanın ve kitlelerin arkasında sürüklenmenin yol açtığı temel sorunlardan biri de siyaset tarzının ciddi bir bozulmaya uğramasıdır. Bu bozulmanın kökeninde sınıfsal ve ideolojik öz belirleyici olsa da bozulmanın biçimi ayrı bir önem taşıyor. Yer yer biçimin özü belirleyen etkileri ortaya çıkıyor ve bazen hangisinin diğerine yol açtığını takip etmek dahi güçleşiyor.
“Büyük Siyaset” ve Seçimler
Lenin bir makalesinde siyaseti tanımlarken ‘kitlelerle yapılmasına’ vurgu yapar. Bu vurguda devrimci siyasetin kitlelere hitap etmesi, onların çelişki ve istemlerine yanıt olmasının ötesinde “kitleye” özel bir vurgu vardır. Kitle sorunu ise ülkemiz devrimci, sosyalist hareketinin en netameli konularından biridir. Son dönemde, genellikle reformist ve sosyal şoven eğilimleri öne çıkan kurum ve çevreler bakımından kitle kaygısı CHP ve Kemalizm’e yakınlaşmayla sonuçlanırken yine genellikle devrimci eğilimleri öne çıkan kurum ve çevreler bakımından ise HDP’ye yakınlaşmayla sonuçlanıyor. Daha öncesinde CHP’ye yakın duran belli reformist çevrelerin son seçimlerde HDP ile birlikte hareket etmelerini CHP’nin onları hayal kırıklığına uğratacak derecede sağcı ve vasat siyasetinde aramak yerinde olacaktır. Fakat kitle ve siyaset sorununa yaklaşımda her iki yakınlaşma özgülünde ortak bir özden bahsedilebilir. Bu öz ise düzen içi siyasetin izin verdiği sınırlara hapsolan bir siyasi çizgiden, reformizmden başkası değildir.
Devrimci, sol birçok kurum özellikle Haziran (Gezi) İsyanı’nın sönümlenmesinin ardından, içine sürüklendiği hakim siyasi akımları sorgulamak yerine “büyük siyasetin” peşine düştü. Ne var ki Haziran’ın sağladığı büyük kitlelere hitap etme, onlarla sokakta siyaset yapma olanağı artık kalmamıştı. Kürt ulusal mücadelesinin şehirlerde ivme kazandırdığı serhîldanlar da adım adım geri çekilmişti. Bu durumda ülke çapında gerçekleşen ve birbiri ardına değişen siyasi süreçlere dahil olabilmek, bu anlamda büyük siyaseti devam ettirebilmek için yine büyük siyasi güçlerin oluşturduğu gündemlere dahil olmak zorunluydu. Bu noktada 7 Haziran’la (2015) başlayıp 24 Haziran’a (2018) uzanan seçim furyası özel bir işlev kazanıyor ve siyaseti kendi etrafına topluyordu. Seçimlere dayalı büyük siyaset Haziran’dan -ve serhîldanlardan- kalma devrimci ve militan eğilimleri kendi potasında eritir ve dönüştürürken kitleleri olduğu kadar devrimci, sol kurumları da belli bir siyaset tarzının içine hapsediyordu. Her ne olursa olsun “kitleselliğin” ve “büyük siyasetin” peşinde koşma hali devrimci mücadelenin darlaşması ve gerilemesi pahasına gerçekleşiyordu. Çünkü bu Lenin’in bahsettiği gibi devrimci anlamda bir “kitlelerle siyaset” değil reformizme evrilen ve kitle kuyrukçuluğuna dayanan bir siyasetti. Kitlelerin siyasi algısını şekillendiren asıl güç devrimciler, sosyalistler değildi. Onlar bu süreçte gerçekleşen “büyük siyasetin” kaçınılmaz olarak yedek güçleri ve zamanla yedeklenenleri oldular.
“Sokak Siyaseti” ve Legalizm
Devrimci, sol kurumları sarmalayan ve onu başka bir kısır döngünün içine hapseden siyaset tarzının bir ayağı ise bir nevi fetişleştirilen sokak siyasetidir. Yine Haziran İsyanı’nda sokak ve meydanları dolduran milyonların hareketiyle sokak siyaseti ivme kazanmış ve ete kemiğe bürünmüştü. Bu siyaset örgütleyici ve militan özelliklerini Haziran’dan sonra da bir süre devam ettirebildi. Kendini tekrar eden ve amaçlaştırılan militan sokak pratikleri, sokağın devlet tarafından adım adım marjinalize edilmesine olanak tanırken hemen öncesinde kitlelere dayanan ve onların içine gizlenen militanlığın da sıradanlaşarak ilkesizliğe ve legalizme dönüşmesine yol açtı. Kitle katliamları aracılığıyla da sokağı geniş kitlelerden yalıtmaya yönelen devlet açısından bu ilkesiz ve legalize olmuş militanlık artık kolay bir av haline geldi.
Sokak siyasetinin içeriğinin farklılaşmasında ve legalize olmasında seçimler özel bir yer tutuyordu. Seçim çalışmalarıyla dönemsel olarak tekrar kitleselliğe kavuşan sokak siyaseti, siyasetin dayandığı parlamenter hedeflerin doğal bir sonucu olarak dolaylı olarak kitleleri sokaktan uzaklaştıran ve onları başka bir yöne sürükleyen etkiler yaratıyordu. Artık büyük oranda seçimlere dayanan sokak siyaseti devrimci, militan özelliklerinden hızla uzaklaşarak legalizme ve parlamentarizme evriliyor, ona hizmet ediyordu.
Faşizmin tutuklama ve katliam saldırıları ciddi bir artış gösterirken aynı tarzda sokak siyasetinin peşinden koşan devrimci, sol kurumlar önemli bedeller ödemek zorunda kaldılar. Kendini tekrar eden bu ısrar legalizmi güçlendirerek devrimci mücadele ve örgütlenmenin gizli-illegal biçimlerinin göz ardı edilmesiyle sonuçlandı. Geniş kitlelerde sokaktaki mücadeleyle bir şey elde edilemeyeceği düşüncesi gelişirken seçimler ehven-i şer bir biçimde tek değişim şansı olarak görülmeye başladı. Artık seçim dönemleri dışında sokağın sihri kaybolmuştu ve seçimlerle canlanan bu “sihrin” de yine sistem tarafından kendi içine alındığı deneyimlerle kavranacaktı.
Sokak siyaseti noktasında yaşanan fetişleşme devrimci, sol hareketlerin ‘sürekli’ faaliyetleri bakımından da belirtilebilir. Bütün bu süreç, siyasi faaliyetin ve aynı zamanda örgütlenme faaliyetinin, her geçen gün daralmasına rağmen eldeki güçlere dayanarak, sokakta kendini göstermeye odaklandığı, faaliyet gerçekleştirmenin büyük oranda popülerlik ve medyatiklik kaygısı taşıdığı birçok örnekle doludur. Devletin tutuklamalar yoluyla devrimci dinamikleri örgütsel tasfiyeye yöneldiği bir süreçte her ne kadar legal-demokratik biçimlerle de olsa kendi güçleriyle sınırlı eylemcilikteki bu ısrarın devrimci bir plan ve öngörüden uzak olduğu açıktı. Bu örnekler “sokak siyaseti”ni fetişleştirmenin yanında devrimci, sol güçlerin üzerlerinden atamadıkları “büyük siyasetin” de karikatürize edilmiş bir biçimi olarak yansıma buldu. Kuşkusuz birtakım şartların zorunlu koşmasıyla kimi hedefler doğrultusunda, kendi güçlerine dayanma ve her türlü bedeli göze almaya dayalı mücadeleler de yürütülebilir. Ülkemiz devrimci hareketinin tarihinde bu tür örnekler fazlasıyla mevcuttur. Ancak burada eleştiriye tabi tuttuğumuz şeyin bu zorunlu devrimci mücadele değil süreklileşerek gündelik faaliyeti belirleyen dar eylemcilik olduğunu belirtmeliyiz.
“Büyük siyaset” ve “sokak siyaseti” başlıklarıyla sınırlı ele aldığımız siyaset tarzındaki bozulma daha birçok alt başlık altında tartışılabilir. Siyasetin sürekli olarak değişen ve yeni anlamlar kazanan bu başlık ve kavramlarının tek başlarına “iyi” ya da “kötü”; “doğru” veya “yanlış” bir içerik taşımadığını belirtmek gerekir. Keza komünistler ne kitlelerin rolünü ne de sokağın önemini görmezden gelirler. Her ikisi de devrimci siyaset açısından olmazsa olmazdır. Ancak onlara içerik kazandıran şeyin ideolojik-politik çizgiler olduğu kadar sosyal ve siyasal pratik olduğunu da unutamayız.
Devrimci Siyaset ve Görevler
Devrimci siyasetin en başta aşınan temel doğru ve ilkelerini günümüz koşulları içerisinde yeniden işlemesi ve tanımlaması gereklidir. Uzunca bir dönemdir ileri kitleler ve özelde sol politik genç nesil devrimcilik ve sosyalistlik adına amatörlük, çevrecilik, legalizm ve parlamentarizmin etkisine maruz bırakılmış, bu siyasi kültürle şekillendirilmiştir. Egemen sınıflar ve onların temsilcisi düzen partilerinin siyasi kültür ve dili genel olarak solu ve devrimci çevreleri de etkilemiş durumdadır. Bu durum siyaset tarzına da etki etmektedir. Dolayısıyla devrimci siyasetin bugün yeniden üretimi devrimci ruh ve kültürün yeniden üretimiyle de bağlantılıdır.
Özellikle ardı sıra gerçekleşen seçimler ve eleştirdiğimiz “büyük siyaset”in etkisiyle sınıflar, devlet, iktidar, düzen partileri ve parlamentoya dair bulanıklaşan fikirlerin devrimci faaliyet içerisinde yeniden işlenmesi ve kavratılması gereklidir. Devrimci faaliyet ve örgütlenme, sınıfı ve sınırları belirsiz bir siyaset ve faaliyetten kurtarılarak ait olduğu yere; fabrikalara, yoksul mahallelere, köylülere, emekçi kadınlara, halk gençliğine taşınmalıdır. Parlamentosu ve düzen partileriyle beraber egemen sınıflar ve devletin ortak tek bir düşman güç olduğunun bilinciyle, düzen içinde “fırsat kollamak” yerine işçi sınıfı ve halkın içinde devrimci güçleri yeniden örgütlemek, bunun için yoğunlaşan sınıfsal çelişkileri bir fırsata çevirmek asıl hedef olmalıdır.
Devrimci siyasetin, sınıf ve ideolojileri silikleştiren, stratejik çizgi ve yönelimleri günübirlik siyasete feda eden yaklaşımlardan arındırılması gereklidir. Eleştirdiğimiz siyaset tarzının sınıfsal temelde örgütlenmeye, sağlam devrimci örgütler yaratmaya ve silahlı mücadeleyi geliştirmeye ket vuran her türlü etkisine karşı hem teorik hem de pratik alanda kararlı bir mücadele yürütülmek zorunludur. Legalizme karşı gizli-illegal mücadele ve örgüt biçimlerini geliştirme hedefini; siyasi kitle kuyrukçuluğuna karşı ise kitlelerin kendi sorun ve talepleri etrafında bilinçlendirilmesi, örgütlenmesi ve devrimci mücadelelere taşınması hedefini koymalıyız. Devrimci örgütlenmenin “sihirli” bir siyaseti yoktur. Eğer bir sihir aranacaksa bu sınıf mücadelesinde ve kitlelerin devrimci gücünde aranmalıdır. Ve bugün bu sihri açığa çıkarmanın yolu ise devrimci temelde, sabırla, ilmek ilmek örgütlenmekten geçmektedir.