[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Bolşevik örgütlenmenin ilkeleri üzerinde özenle durmamız, bunda ısrar etmemiz günümüz şartlarından ötürü özel bir önem taşıyor. Bilindiği üzere komünist hareketin kapsamı geniş denebilecek bir çevre tarafından günümüz şartlarından hareketle yadsınmaktadır. Komünist hareketin bu “yeni” şartları karşılayabilen özellikte olmadığı söylenmekte, özellikle de genç nesil üzerinde ciddi bir hegemonya kuramayacağı ileri sürülmektedir. Peki doğru mudur bunlar?
Bu soruya yanıt vermek için Bolşevik örgütlenmenin içeriğine yoğunlaşmalıyız. Ayrıca bu sorunun bizim için önemli olduğunu da kabul etmeliyiz. Önemlidir; çünkü günümüzün ideolojik tanımları, tutumları, olayları, ilerlemeleri fazlasıyla burjuva hegemonya altında, devrimci teoriye rağmen, hatta özellikle ona karşı oluşturulan yargılarla gerçekleşmiş ve gerçekleşmeye de devam etmektedir. Daha önceleri de sıklıkla vurguladığımız gibi uzun bir zamandır her türden burjuva merkezden gelen güçlü ve kapsamlı saldırılar karşısında devrimci hareket ciddi bir karşı koyuş örgütleyememekte, dağılmasına paralel kitleleri bu saldırılar karşısında hazırlayamamakta, örgütleyememekte, birleştirememektedir. Bunda belirleyici olanın düşmanın gücü, büyük teknolojik üstünlüğü olmadığını her zaman söyledik. Bunda belirleyici olan devrimci hareketin kendi kaynağına, kendi gücüne, iradesine güvenmek ve devrimci teoriye dayanmak konusunda başarısız olmasıdır. Umutsuzluk içeren savrulmalar da bu sürecin ürünüdür. Kitlelere güven duymanın bir tür delilik gibi görülmesi, bütünlüklü düşünmenin yadsınması, bilinçli ideolojik tutumun, teorik donanımın küçümsenmesi, farklı “bakış açıları”ndan yeni devrimci açılımlar beklenmesi; özetle bilimsel düşünmenin ve bu içerikte düşünce üretmenin tavsanması da bu başarısızlığın sonucudur. Şimdi bunu alt etmenin mümkün ve zorunluluk olduğunu bilerek Bolşevik anlayışa sarılmalı ve genç nesillerle onu buluşturmanın yolunu aramalıyız. Soruya yanıt vermek bu nedenle özel bir önemdedir.
Sorunun yanıtına dönersek eğer, ilkin şunu söylemeliyiz: Bolşevik anlayışa karşı söylenen ve ileri sürülenler kesinlikle doğru değildir.
Bolşevik örgütlenme bir bilim olarak Marksizme dayandığı için bilimseldir ve bilimsel olan bir anlayışın “eskimesi” mantık dışıdır. Çünkü bilimsel olan anlayış gelişmeye açıktır ve bir dogma değil, kılavuzdur; onun yöntemi “somut koşulların somut tahlili”dir. Özetle biz komünist hareketin “somut koşulların somut tahlili” ile gerçekleşen ya da gerçekleşebilecek olan bir hareket olduğunu savunuyoruz. Eğer Bolşevik örgütlenmenin özelliklerinin somut şartlar içinde yadsındığı ileri sürülüyorsa onun Marksist olmadığı, dolayısıyla bilimsel de olmadığı söylenmiş olur. Söylemlerde bilimden eser olmadığını görüyoruz. Hatta bu söylemlerde bilimsel olmakla ilgili bir kaygı, sorumluluk yoktur. Bu yazımızda Bolşevik örgütlenmenin somut şartlardan hareket eden ve böyle olduğu için bilimsel bir anlayış olduğu üzerinde duracağız.
TARİH SÜRÜYOR VE ONUN MOTORU SINIF MÜCADELESİDİR
Öncelikle Bolşevik örgütlenmenin bir sınıf hareketine dayandığını, sınıf mücadelesini temel aldığını, maddi sürecin analizinden hareketle oluşturulmuş bir örgüt modeli olduğunu hatırlatalım. Bolşevik örgütlenmenin zamanının geçtiği iddiasının temel dayanağı da bilinçli ya da bilinçsiz sınıf mücadelesinin sonlandığı görüşüdür. Bilinçsiz diyoruz çünkü sınıf savaşımının sonlandığı görüşünün bir biçimi de proletarya kavramının içeriğinin değiştiği, yeni türden bir “kitle”nin oluştuğudur. Sınıf mücadelesinin sonladığı iddiasının proleter sınıf hareketinin yadsınmasından ibaret olduğunu bilirsek bu görüşün de “aynı” anlamı içerdiği anlaşılır. Bu anlamda; Marksizmin sınıfsız toplumun taşıyıcısı olarak sonuna kadar devrimci tek sınıf olarak tanımladığı işçi sınıfına dayanan bir hareketin de olanaksız olduğu savunulur. Günümüz şartlarına bakalım o halde; ne görüyoruz? İşçi sınıfının olmadığı bir toplumda mı yaşıyoruz? Ya da işçi sınıfının kendiliğinden yok olduğu bir ekonomik modele mi geçilmektedir? Bunların iddia düzeyindeki “gerçekler” olduğu doğrudur ama gerçeklik başkadır: muazzam teknolojik gelişmelere rağmen düzen kapitalist düzendir, sermaye emek sömürüsü ile gerçekleşmektedir. İdeolojik düzlemde insanlara sanal dünyalar sunulsa da o sanal dünyalar içerisinde insanların ruhları gerçeklerden arındırılıyorsa da soluk aldığımız, emek harcadığımız yerler fabrikalardır, tarlalardır, atölyelerdir… Emeksiz bir dünya söz konusu değildir. Ne sermaye emeksiz üretilebilirdir ne de geçinmek emeksiz olanaklıdır… En temeldeki gerçeklik budur ve bunun değişmesi için sınıf mücadelesinin işlemesi, tarihin tekerinin ileriye doğru dönmesi gerekiyor. Daha önce açıkladığımız zorunluluk kavramının bize öğrettiği gibi bu gerçeklik kavrandıkça değiştirilebilirdir. Çalışmanın yaşama nedeni değil, yaşamın bir çalışma nedenine dönüşmesidir.
Lenin’in mali oligarşi dediği egemen güçlerin modeli uzun süredir çöküş içindedir. Son günlerdeki olağanüstü hâl ilanları, her an bir dünya savaşının çıkacağına dair iddialar ve bunu sıklıkla destekleyen gelişmeler bu sürecin ileri bir aşamasında olduğumuzu göstermektedir. Egemenler ekonomik modelin düzelemez düzeyde bozulduğunun farkındalar ve kapsamlı bir müdahalenin gerekliliği içinde hareket ediyorlar. Bu çöküşün nedenleri üzerinde durmak ayrıntılı bir tahlili içerir; ama şu tespiti yapmamız hem gerekli hem de yeterlidir: içinde olduğumuz koşullar aşırı üretim krizinin ürettiği koşullardır. Devasa borçlarla yüklü devletler, artan enflasyonla beraber bir durgunluğun da eşiğindeler. Bir tarafta alım gücü azalan milyarlar diğer tarafta muazzam derecede birikmiş ve merkezileşmiş bir sermaye! Bu sermayenin yeniden üretilemeyecek seviyede olmasının koşulları içindeyiz. Süreç her bakımdan zorluklarla dolu ve bizim buna ne kadar hazırlıklı olduğumuz çok önemlidir.
DEVRİM YILLARINA ÖNDERLİK SORUMLULUĞU
Neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmek önemlidir. Neye önderlik edeceğimizi kavramak daha da önemlidir. Bolşevik örgütlenmenin başarısı tam da önderlik sorununu doğru kavramasında gizlidir. Lenin’in hiç beklenmedik bir zamanda bile, 1917 Şubat Devrimi’nden sonraki dönemde, RSDİP’in de devrime henüz hazır olmadığı bir anda devrime önderlik edecek bir partinin var olduğunu kendinden emin bir sesle ifade etmesindeki temel neden de önderlik kavrayışıydı. Önderliği olmayan bir devrimin, üstelik proleter devrim ise başarı olanağı yoktur. Süreci kavramak dediğimiz olgu Bolşevik tarzda yönetmenin ana unsurudur. Bu nedenle incelemeye dayanan politikalar Bolşevik çalışma tarzının ilkelerindendir. Lenin’in devrime önderlik edecek bir partinin varlığından söz etmesinin nedeni RSDİP’in devrimi kavrayışını, devrim için en uygun biçimde konumlanabilir olduğunu bilmesidir. Kuşkusuz onda gerçekleşmekte olan devrimin sürdürülmesi, tamamlanması amacı vardır; bununla birlikte o yeni koşullarda, burjuvazinin devrimci barutunu yitirdiği, dünün devrimci sınıfının sosyalizm olasılığı karşısında ya da proletaryanın devrimci hareketi karşısında gericileştiği, sosyalist devrimin önünü açmak bakımından burjuva devriminin görevlerini de proletaryanın yüklendiği koşullarda devrime önderlik etmenin zorunlu olduğunu kavraması da vardır ve bu bilinç belirleyicidir. Yukarıda değindiğimiz “eleştirilerden”, daha doğrusu yanlış değerlendirmelerden ötürü Bolşevik örgütlenme anlayışının yeni koşullara hızla adapte edilebilmesinin nedeni üzerine düşünmek hem önemlidir hem de gereklidir. Önemlidir; çünkü önümüzdeki devrim yıllarının belirleyici özneleri olan yeni kuşakların, genç yığınların Bolşevik örgütlenmenin bu özelliklerini tanımasını sağlamalıyız. Gereklidir; çünkü içinde olduğu koşulları incelemeden, görevleri, sorumlulukları her adımda tanımlamadan, dolayısıyla sorumlulukları kavramadan hareket etmeyi öğreten dogmatik yaklaşımları alt etmemizin yolu budur. Bolşevik anlayışın bu gibi yaklaşımlarla uzlaşmazlık içinde olduğunu ve ancak bu uzlaşmazlık temelinde geliştiğini ve gene bu uzlaşmazlıkla gerçekleştirilebileceğini bilmeliyiz. Burada incelemek, görevleri, sorumlulukları yeniden tanımlamak dediğimiz şeyin devrimci teoriyi ortaya koymak olduğu açık olmalıdır.
Bolşevik örgütlenmenin önemli özelliklerinden birinin “teorinin pratikle birleştirilmesi” olduğunu, “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” ilkesine bağlı olduğunu vurgulamıştık. Bunu bir başka açıdan da açıklamak ufkumuzu genişletecektir. Burjuva bakış açısıyla ya da burjuva devrimleriyle proleter sınıf bakış açısı ya da proleter devrimler arasındaki farktan söz ediyoruz. Bilindiği üzere burjuvazi feodal toplum düzeni içinde, bu toplum düzeni henüz tasfiye edilmemişken buna karşın sürdürülebilir olmaktan da çıktığı koşullarda gelişen kapitalist üretim tarzının ürünüdür. Burjuvazi feodal toplum düzeni içinde, onun çürümeye başladığı koşullarda gelişti ve feodal toplum düzenini tüm kalıntılarıyla alt edecek kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle egemen sınıf haline geldi; ulus devletler meydana gelmiş kapitalist üretim tarzı için en uygun koşulların oluşmasına hizmet etti. Burjuvazinin feodal düzenle savaşı proletaryanın bugün kapitalizme karşı vermek zorunda olduğu savaştan temelde farklıydı; o iktidarı ele geçirmeden önce eski toplum düzeni içinde kapitalizmin gelişmesine paralel güçlendi, eski egemen sınıfın büyük bir kısmı ya burjuvalaştı ya da burjuvazi ile ortaklaştı; iktidarın ele geçirilmesi yeni devlet biçimine geçişle adım adım gerçekleşti.
Sosyalizmin kapitalizmden farkı, onun kapitalizmi yıkmakla, iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesiyle olanaklı olmasıdır. Kapitalist üretim tarzı henüz feodal düzen tasfiye edilmeden gelişirken, burjuvazinin iktidarı görece gelişmiş bir kapitalist üretim sayesinde olanaklı olurken sosyalizm için bu koşullar yoktur, sosyalizm böyle bir düzen değildir; onun yeni olarak getirdiği şey bir üretim tarzı değildir, kapitalist üretim tarzındaki özel mülkiyete, böylece kapitalin egemenliğine son vermesidir. Bu nedenle o eski toplum düzeni içinde, onunla paralel bir şekilde var olamaz. Onun varlık koşulu kapitalist üretim tarzının özel mülkiyetçi karakterine son vermek, yerine toplumsal mülkiyeti geliştirmektir. Onun getirdiği şey kapitalizmle beraber gelişmiş olan toplumsal üretime uygun olarak yönetmeyi de ortaklaştırmasıdır; özel mülkiyete son vermesidir. Proletaryanın iktidarı dediğimiz şey çoğunluğun iktidarıdır ve bu çoğunluk iktidarı sayesinde toplumlardaki sınıf farklılıklarının sonlanması, güzel bir ifadeyle sönümlenmesidir. İşte komünistlerin önderlik ettiği sürecin özü budur. Bu nedenle Bolşevik örgütlenmenin eskimiş anlayışlardan ibaret olduğu görüşü tamamen zırvadır. Yönetme bilincini halk kitlelerine ve nihayet proletaryaya taşımayı içeren bir örgütlenme modelinin eskidiğini söylemenin bugünkü azınlık yönetimlerinin üstünü örtmekten, çoğunluğun bir azınlık tarafından yönetildiği gerçeğini gizlemekten başka bir anlamı olabilir mi? Sosyalizmi bürokrasinin yönetimi olarak kavrayan, iktidarın proletaryada olmasını parti iktidarı diyerek manipüle eden, merkeziyetçiliği toplumsal bilinç olarak değil yönetimin azınlıkta olması olarak anlayan, sınıfların ortadan kalkmasını kendiliğinden gelişebilecek bir sonuç olarak yorumlayan ve “merkeziyetsizlik” olanağını toplumsal bilincin devrimcileşmesinde değil de koşullarda arayan yaklaşımların tümü devrimci bilincin üretilmesi ve kitlelere taşınması bakımından sakat olduğu görülmelidir.
Proletaryanın iktidarı için savaşmak: işte Bolşevik örgütlenmenin temel amacı budur. Bu amacın özü iktidarın çoğunluğa geçmesi ve bu çoğunluk iktidarının toplumsal yönetme bilincinin gelişmesiyle, bu anlamda sürekli üretilmesi gereken devrimci teoriyle birlikte sönümlenmesidir.
BOLŞEVİKLEŞELİM!
Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz ilkesinin kavranması Bolşevik örgütlenmenin olmazsa olmazıdır. Önceki yazılarda konu ettiğimiz önderlik yeteneğinin geliştirilmesinde dikkat çektiğimiz genel siyasi çizgi söz konusu devrimci teorinin temeli, başka bir ifadeyle kaynağıdır. Vurguladığımız gibi içinde koşulları kavramadan, tamamlanmamış devrimleri, yani içinde olduğumuz devrim süreçlerini bilmeden devrimci pratik geliştirmek esas olarak olanaksızdır. Devrimci pratiğin karşılığı kitlelerin devrime kazanılması, devrim bilincinin kitlelere taşınması, kitlelerin iktidar bilinci edinmesi, iktidar olanağı bulması ve bu anlamda yönetmek için harekete geçirilmesidir. Devrimci teoriyi bu anlayış içinde anlamak, tartışmak ve üretmek Bolşevik örgütlenme anlayışının da temelidir. Lenin, Stalin ve Mao’yu eşsiz kılan özelliklerin temelinde de onların kitlelerle bu içerikte kurdukları ilişki vardır. Hatta şunu eklemekte bir yanlış olmayacaktır: Mao’dan hareketle Stalin yoldaşa getirilen Marksist eleştirinin de temelinde bu ilişkide düşülen yanlışlar vardır.
Bolşevik örgütlenme dendiğinde akla yüzeysel biçimde gelen sıkı disiplin, merkeziyetçilik, iktidar amaçlı olmak gibi özelliklerin yukarıdaki anlayış temelinde değerlendirilmesi, tartışılması ve koşullara uygun biçimde kitlelere aktarılması gerekir. Bolşevik örgütlenmeyle ilgili yaratılmış tüm yanlış fikirlere karşı; bununla birlikte kendimizde var olan yanlış bilinci de karşı devrimci teorinin önemine vurgu yaparak, bunu özümseyerek Bolşevik biçimde örgütlenmek gerekmektedir.
İçinde olduğumuz dönemi özel olarak toparlanma, teorik olarak donanma, bir bütün halinde hareket etme yeteneği kazanma ve merkezi göreve hizmet edecek biçimde örgütlenme dönemi olarak değerlendirmek gerektiğini belirtmiştik. Dağınıklık, hazırlıksızlık, önderlik bakımından yetersizlik diye tanımladığımız zaafların aşılmasının koşulu da Bolşevik tarzda örgütlenmektir. Bu örgütlenme biçiminin temel özelliklerine önemli ölçüde değindik. Fakat iyice anlaşılmalıdır ki bu örgütlenmenin belirleyici özelliği pratikten hareket etmesi, devrimci teoriyi pratik içinde geliştirmesi, kitlelerle ilişkiyi belirleyici kabul etmesi, eleştiri ve özeleştiriyi en güçlü silah olarak kullanmasıdır. Bunların yetersiz olduğu her durumda devrimci teoriyi, genel siyasi çizgiyi kendi başına tekrar etmek faydasızdır. Sorumluluk almak, merkezileşmiş anlayışlar doğrultusunda pratiğimizi, çalışmalarımızı örgütlemek için ve kitlelere geleceği kurmaları için, yönetecekleri bir iktidarın olanaklı olduğunu kavratmak ve bunu inşa etmeleri için önderlik edelim: Bolşevikleşelim…