Komünistler ilkesel olarak legal-illegal hiçbir mücadele biçimini reddetmezler. Ancak bu mücadele biçimlerinin hangisinin stratejik olarak esas alınması gerektiği somut koşulların somut tahlili ilkesine bağlı olarak belirleyicilik kazanır. Bu belirleyicilik reformizmle-devrimcilik (proleter devrimcilik) arasındaki kesin ayrım çizisini oluşturur.
“Faşizm tehlikesi niçin geçici bir tehlike değildir? Çünkü birincisi, Türkiye gibi yarı-sömürge, yarı-feodal ülkeler de zayıf ve güçsüz burjuvazi halkın mücadelesini daima kanla ve zorbalıkla bastırmaya ve bu şekilde ayakta kalmaya çalışır. Yani burjuvazinin zayıf ve güçsüz oluşu onu faşizme iter. İkincisi toprak ağalarının mevcudiyeti burjuva demokrasisine feodal bir karakter verir. İktidara ortak olan toprak ağaları, ‘feodal demokrasinin’ kanunu olan sopa ve cebiri, burjuva özgürlüklerin yerine geçirmek için sürekli çaba harcarlar. Türkiye’de “demokrasinin” ta başından itibaren feodal bir karakter taşımasının temel sebebi bunlardır.” (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar/Cihan Yay. sf. 300)
Ülkemizde devrim mücadelesinin başından sonuna illegal mücadele temelinde ele alınasının temel çıkış noktası Kaypakkaya yoldaştan yaptığımız alıntıdan da anlaşılacağı üzere faşizmin sürekliliğidir. TC tarihi şöyle bir incelendiğinde egemenler cephesinden, halkın en demokratik hak alma mücadelelerinin dahi baskıyla, zorla, kanla bastırıldığı sayısını yazamayacağımız kadar pratiği mevcuttur ve devam etmektedir. Elbette dönem dönem ülkemizde de Kaypakkaya yoldaşın dediği gibi “demokrasinin kırıntıları” halka sunulmaktadır. Ancak ilk fırsatta bu kırıntıların dahi daha azgın saldırılarla geri alınmaya çalışıldığı da bilinmez değildir, pratikte sabittir. Çok uzağa gitmeye gerek yok yakın tarihimizden bir örnekle dahi bu süreci anlatmak herhalde yeterli olacaktır.
Egemenlerin “demokratikleşme süreci” olarak başlattıkları ve “çözüm süreciyle” doruk noktasına ulaşan süreç göstermelik olarak belli demokratik hakların önünü açsa da henüz yolun başında patlak veren Gezi İsyanı’na, kalekol yapımlarına karşı yapılan barışçıl eylemlere dahi nasıl tahammülsüz olunduğu ortadadır. Ekonomik, siyasi olarak zorda kalındığında göstermelik demokratik hakların dahi nasıl azgınca saldırılarla geri alındığı, alınmaya çalışıldığına dair yığınlarca somut örnek vardır.
Bu sürecin en basit tanımı kapatılan yüzlerce dernek, gazete, tutuklanan milletvekilleri, belediye başkanları, gazeteciler, insan hakları aktivistleri ve toplumun muhalif kesimleri, el konulan belediyeler vs. ile göz önündedir ve tüm bunlar bir gerçeğe işaret etmektedir. Ülkemizde demokratik haklar dahi egemenler için gerektiğinde ‘sunulan’, gerektiğinde ‘geri alınan’ haklardır. Hal böyle iken ülkemizde demokrasi mücadelesinin dahi bir devrim sorunu olduğu gerçeği sistemle uzlaşmaz bir mücadeleyi zorunlu kılmakta, yasal (legal) olan her olanak ise esas olarak devrim mücadelesinin hizmetine sunulmak zorundadır.
İşte bu nedenle ülkemizde sınıf çelişkisinin çözümü egemenlerin bu faşist politikalarından kaynaklı, her alanda uzlaşmaz çelişkiler olarak ortaya çıkmakta ve bir mücadele alanı yaratmaktadır. KP’nin ülkemiz topraklarında bu uzlaşmaz çelişkinin çözümü için gerçekleşmesi zorunlu olan devrime önderlik ve öncülük görevini yerine getirebilmesi için egemenlerin bu saldırı politikalarına karşı kendisini korumasının en temel yolu örgütlenmesini illegal temelde yapmasıdır. Bunun temel sebebi bir yandan kendisini kitleler içinde örgütlerken ama aynı zamanda düşman saldırılarına karşı kendisini koruma zorunluluğudur.
En temel demokratik hak mücadelesine azgınca saldıran faşizmin, kendisini temellerinden yıkacak olan bir örgütlenmeye tevazu göstermeyeceği açıktır. Hele bir de devrim yolunu başından sonuna kadar silahlı mücadele esaslarına göre oluşturan bir örgütün egemenler tarafından açıktan faaliyet yürütmesine göz yummasını beklemek “şapkadan tavşan çıkmasını” beklemek kadar komik bir durumdur.
Elbette ortaya çıkan legal olanaklar devrimin menfaatleri için kullanılmalıdır. Bunlar işin abecesidir. Ancak yukarıda saydığımız nedenlerden kaynaklı legal çalışmanın açık bir mücadele biçimi olması düşmanın saldırılarına açık hale gelmesini ve egemenlerin yasalarını kendi çıkarlarına göre sürekli yenilemelerinden kaynaklı kalıcı örgütlenmeler olmadıklarını tarih defalarca ispatlamıştır. Bu gerçeklik aynı zamanda ülkemizde demokrasi mücadelesinin dahi bir devrim sorunu olduğunu gözler önüne sermekte ve devrimi örgütlemek için esas olarak sistemi temellerinden yıkmayı hedefleyen örgütlenmelerle sürecin örülmesi zorunludur.
Yani ülkemizde illegal mücadele bir zorunluluk ama aynı zamanda bilinçli bir tercihtir. Devrim iddiasında olan bir örgüt, ayakta durabilmek, düşman darbelerine maruz kalmamak, kitleleri örgütleyebilmek ve devrimi zafere ulaştırabilmesi için, açık/kapalı tüm çalışmalarını illegalite kurallarına göre yapmak zorundadır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 34. sayısından alınmıştır.