[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Seçim süreci, egemen klikler arası dalaşın bir arenası haline gelirken aynı zamanda bu kliklerin çok geniş yelpazede irili-ufaklı ittifaklarıyla da karşılaşıyoruz. Bu ittifaklarda temsil bulan faşist düzen partilerinin “birlikteliği” belli tartışmaları da gündeme getiriyor. HÜDA PAR’ın AKP’den vekil adayı olmak yoluyla Cumhur İttifakı’na dahil olması bu süreçte öne çıkan tartışmalardan biri oldu.
Cumhur İttifakı’nın başını çeken AKP’nin görüşmeleri sonucunda HÜDA PAR, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ı destekleyeceğini açıkladı. AKP, bu desteğin altında kalmayarak HÜDA PAR’a milletvekilliği için kontenjan vererek ittifakı somutlaştırdı. Cumhur İttifakı’na doğrudan katılım olarak lanse edilmese de HÜDA-PAR bu ittifakın doğal bileşeni gibi seçim çalışmalarını sürdürdü. Ortak mitinglerde diğer faşist partiler gibi söz aldı. HÜDA PAR’ın bu ittifakta yer alması belli kesimlerce -özellikle Millet İttifakı’nın bileşenleri tarafından- sık sık seçim tartışmalarının bir argümanı haline geldi. HÜDA PAR’ın programında yer alan Kürt sorunu ve ana dile dair vurgulardan, şeriata dair tutumuna uzanan bir dizi başlıkta eleştiriler gündemleştirildi. İttifakın, bu niteliğine rağmen HÜDA PAR ile kurduğu birlikteliğin özüne dokunmaksızın HÜDA PAR’ın söylemlerinin hedef alındığı karşılıklı bir tartışma sürecine tanık olduk. Bu tartışmayı yürüten faşist parti ve ittifak temsilcileri, bilinçli olarak söz konusu hareketin tarihine ve devlet ile ilişkisine değinmiyor. Bu ilişki irdelendiğinde ve açığa çıkarıldığında bugünkü ittifakın hangi zeminde yükseldiği de kavranmış olur.
DEVLETİN KULLANIŞLI BİR APARATI OLARAK HİZBULLAH-HÜDA PAR
Hüseyin Velioğlu’nun başını çektiği Hizbullah-İlim grubu 1980’lerin sonunda T. Kürdistanı’nı esas örgütlenme bölgesi seçerek bu bölgeye yerleşmişti. Hizbullah, bölgede PKK’yi “Marksist, din düşmanı” ilan ederek esas mücadele edilmesi gereken güç olarak görüyordu. Bu doğrultuda “silahlarının yönü” Kürt Ulusal Mücadelesine döndü. Hizbullah’ın bu tutumu, 1990’lı yıllar boyunca Özel Harp Dairesi’nin bir kolu olarak işlev görmesini de beraberinde getirdi. Halk tarafından da Hizbulkontra olarak adlandırılacak bu yapı binlerce faili meçhul cinayetin uygulayıcısı olarak T. Kürdistanı’nda varlık gösterdi. Devlet bir yandan JİTEM ile diğer yandan da Hizbullah ile Kürt Ulusal Mücadelesini boğmaya, yok etmeye çalıştı. Katliamlarında özellikle halkın öncülerini, gazeteci ve yazarları hedefledi. Devletin bu noktada “sadık” bir unsuru, kullanışlı bir özel harp aparatı olarak işlev gördü. Diyarbakır DGM’de yer alan Hizbullah iddianamesindeki “Hizbullah, PKK terör örgütünün Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde hâkim olduğu dönemlerde yaygın olan şiddet ve terör olaylarına bir tepki olarak ortaya çıkan fiildir” ifadeleri söz konusu ilişkiyi ortaya koyuyordu.
Açığa çıkan onlarca katliamdan, insanlık suçu eylemden sonra ve Kontragerilla-devlet, mafya-devlet ilişkilerine karşı gelişen toplumsal mücadelenin etkisiyle Hizbullah’ı da kapsayan kimi yapılar devlet tarafından göstermelik operasyonlarla hedef alınarak bir süre sonra “ortadan kaldırıldı”. Ancak bu yapılar yollarına çeşitli derneklerde devam ederek varlıklarını sürdürdüler. Hizbullah hareketinin etkisindeki dernekler ve oluşumlar da sonrasında HÜDA PAR (Hür Dava Partisi) olarak yasal mücadele zeminine çekildiğini deklare ederek bu tasfiye sürecinin sonunda yasallaştı. Mafya oluşumlarında tanık olduğumuz türden devletten bir “temiz kâğıdı” aldı. HÜDA PAR yasal parti olarak konumlansa da işlev olarak Kürt Ulusal Mücadelesinin karşısında durmaktan, bu noktada devletin bölgedeki aparatı olmaktan geri durmadı. Kobanê Serhildanı olarak tarihe geçen ve T. Kürdistanı’nın tüm merkezlerine yayılan eylemlerde HÜDA PAR çeteleri halkın karşısına yeniden dikilmiştir. Bu kez etiketleri Hizbullah değil HÜDA PAR’dı. Katliam yöntemleri “domuz bağı” değil satırla doğramak, parçalamaktı!
Aradan yıllar geçmesine rağmen HÜDA PAR’a devletin biçtiği misyon hiç değişmedi. Hizbullah hareketi, devletin sıkıştığı her dönem aldığı pozisyonla halk düşmanı niteliğini korudu. Hizbullah hareketi bu dönemde salt eylemleriyle değil, politik hamleleri ve diplomatik ilişkileriyle de öne çıkıyor. Politik olarak söylemlerini ve diğer Kürt bölgelerindeki ilişkilerini incelediğimizde bu kez biçilen rolün korku ve baskı unsuru olmaktan ibaret olmadığını da görüyoruz.
KDP ile HÜDA PAR GÖRÜŞMESİ
Bu bağlamda öne çıkan temas KDP ile HÜDA PAR görüşmesi oldu. Öncesinde telefonla yapılan görüşme, sonrasında Hewler’e taşındı. Görüşmeye dair yapılan açıklamada, “Görüşmede, Türkiye’de 14 Mayıs’ta yapılacak Cumhurbaşkanı Seçimi ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri ile 6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından yürütülen çalışmalar ele alındı. Gerek Türkiye’de gerekse Irak’ta mevcut siyasi durum üzerinde karşılıklı fikir alışverişinde bulunulan görüşmede, HÜDA PAR ve KDP arasındaki ilişkilerin gelecekte daha da geliştirilmesi konusunda ortak mutabakata varıldı” ifadelerine yer verildi.
Bu görüşme kuşkusuz HÜDA PAR’a Kürt meselesi bağlamında devletin biçtiği rolün ne olduğunu gösteren emareler taşıyor. KDP’nin Irak Kürdistanı’ndaki işlevinin bir benzeri HÜDA PAR ile T. Kürdistanı’na taşınmak isteniyor. TC ile ortaklık kurarak PKK’yi Irak Kürdistanı’ndan tasfiye etmek üzerine pozisyon alan KDP, Rojava ve T. Kürdistanı’nda da belli politik yapılar üzerinden Türk devletiyle eşgüdümlü bir çalışmanın içerisinde. Bilindiği gibi Türk devleti geçmişte de PKK’nin dışına çıkan unsurlarla kendi güdümünde örgütlenmeler yaratarak Kürt Ulusal Hareketini parçalamayı hedeflemişti. Bu anlamıyla bugünkü hamlenin de benzer bir hedefi barındırdığı söylenebilir. KDP, HÜDA PAR üzerinden muhafazakâr Kürt kitlesine seslenirken HAK-PAR gibi ulusalcı partilerle de görüşerek ulusal söylemler geliştiriyor. Önümüzdeki süreçlerde de KDP’nin benzer arayış ve ilişkilerinin olacağını öngörmek mümkün. Bu anlamıyla Türk devletinin hareketi bölme, halkı kutuplaştırma ve ulusal birliği baltalama girişimleriyle ortaklaşan bir KDP gerçekliği söz konusudur.
HÜDA PAR ve KDP görüşmesi bir kez daha TC’nin Kürt Ulusal Mücadelesini çok yönlü kıskaca aldığını gösteriyor. TC’nin Kürt Ulusal Mücadelesini imha etmeye dönük çöktürme stratejisinin bir yanını fiziki tasfiye hamleleri oluştururken esasını da politik olarak hareketi işlevsiz bırakma oluşturuyor. Bu bağlamda seçim süreçleri Türk devleti açısından kritik bir dönem olarak öne çıkıyor. A. Öcalan ile görüşme iddialarından HDP’nin Kılıçdaroğlu desteği bu süreçte öne çıkan seçim tartışmaları olurken bu tartışmalar üzerinden şovenizm kampanyaları yürütülüyor. Kitleler bu söylemler üzerinden konsolide edilmeye çalışılıyor. Erdoğan’ın “milyonluk” olarak lanse edilen mitinginde, ekrana Murat Karayılan’ı yansıtarak diğer faşist ittifakı sıkıştırma hamlesi Kürt meselesinin Türk hâkim sınıfları açısından ne denli kritik bir konu olduğunu göstermektedir. Kürt meselesini seçim denklemli bir pozisyondan çıkarmak bu anlamıyla da hâkim sınıfların ikiyüzlülüğünü kitlelere anlatmak görevi karşımızda duruyor. Bunu yaparken “Kürtlerin Özgürce Ayrılma Hakkı”nın seçim sandıklarından değil Demokratik Halk Devriminde olduğu gerçeğinin de propagandasını yapmalıyız.