“Bir gün mavi bulutlara
Biner sonsuza giderim
Dost sesini bulana dek
Karanlığa gülümserim”
Zamanın ta kendisiymiş, yüreği yiğit olanlara tanıklık eden. Zaman, her değerli anı kaydeden ve hiç unutmayanmış. Hatırlayan, hatırlatan… Ve bazı insanlar, kendinden önce gidenlerin taşıdığı bayrağı hızla yerden kaldırarak ulaşılması gereken yere doğru tereddüt etmeden yürüyüp; o kendisinden önce gidenlere yetişirken bazı insanlar ise kalan olup durumu tekrarlarmış. Sen şimdi gidenlerimizin arasına karıştın yoldaş. Son ana kadar yürüdüğün bu haklı yolda elinden bırakmadığın kızıl bayrağı düştüğün yerden kaldırdık ve yolundan, yolumuzdan hiç şaşmadan yürüyoruz.
Sizden önce gidenlerimizi (Aliboğaz şehitlerini) birlikte yan yana uğurlamıştık. On iki yoldaşı kaybetmenin acısı ağırdı ve bizim birbirimize karşı sorumluluklarımız vardı. O ağır acıyı paylaşıp hafifletmemiz gerekiyordu. Elimizden geldiğince bu sorumluluğu yerine getirdik. Yoksa zor taşırdık o ağırlığı. Sonbahar ve kış sürecinde olduğu gibi baharda da bir süre senin yanında kaldım. Gerillada ilk yılımın üç mevsimini senin yanında geçirdiğim için şanslıyım. O bahar şehitlerin bıraktığı üzüntüyü yanlış yerden tartışıyordum. Sen de bana olması gerekeni anlatıyordun. Üzüntümüze bilinci katıp düşmana öfke olarak, kin olarak, on ikiler olarak, kızgın namlu olarak geri çevirmemizi söylüyordun. Bunu sadece sözlerinle değil, kendi pratiğinle de söylüyordun. En güzel yıllarını birlikte geçirdiğin o güzel insanları kaybetmenin acısını sen de yaşıyordun ama bu seni yıldırmıyordu. Aksine örgüte karşı duyduğun sorumluluk artıyordu. Kendi görevlerin üzerine şehit yoldaşların bizlere bıraktığı görevlerini de üstleniyor, mücadelenin senin için var olan anlamını daha da derinleştiriyordun. Yoldaşça yılları geride bıraktığın insanları senden, bizden çalan düşmana, düşmanı var eden sisteme olan öfke gözlerinde parlıyordu. Zulmü kesip atacak olan bilincin bileniyordu. Şimdilerde adın sohbetlerimizde geçtiği zaman senli anılara dalıp gidiyorum. Tartışmalarımız, mutluluklarımız, gözyaşlarımız canlanıyor birden bire. “Çiğdem yoldaş yanı başımızda işte, kavgamız olmuş, hiçbir yere gitmedi, gitmeyecek” diyorum kendi kendime.
Genelde insanların sesini hatırlamayan ben, seni düşündüğüm zaman sesini de duyuyorum. Sazı eline alıp söylediğin türkülerden kaynaklansa gerek. Bazı akşamlarımız, senin türkülerinle süslenirdi. Sazı ne zaman eline alıp, ne zaman türküye başladığını anlamadan sesinle kendimize gelirdik. Bazı zamanlar da vardı ki utanasın tutar, bir türküye başlayıncaya kadar canımıza okurdun. Ama bir kere başlayınca da sesin kısılıncaya kadar da susmazdın. Her telden çalıp söylediğin türkülere mutlaka anıların da karışırdı. Bir keresinde çok eski bir türkü söylemiştin. Sonrasında o türkünün nenenin türküsü olduğunu anlatınca gülüp nasıl hatırladığına şaşırmıştık. Anılardan konu açılmışken; o kadar çok anlatırdın ki anılarını artık bazılarını en az beş defa anlattığın için ezberlemiş olurduk. Teyzeni o kadar çok sever, o kadar çok bahsederdin ki ondan teyzen artık bizim de teyzemiz olmuştu. Bir de şu Erzincan sevdan vardı. Yan mangada Erzincan lafı geçse, “ne olmuş Erzincan’a” diye lafa karışırdın. Yoldaşların sıkça yaptığı bir şeydi Erzincan’ı sevmediğini, beğenmediğini ifade eden cümleler kurup seni kızdırmak. Yoldaş, sen yaşamımızda öyle bir yer ettin, öylesine çok her parçamıza karıştın ki kızgınlığınla, mutluluğunla, coşkunla, heyecanınla hep sen vardın ve bundan sonra da var olacaksın. Sen şimdi bu kadar yaşamımıza mücadelemize işlemişken düşman hangi yüzle çıkıp seni bizden aldığını iddia edebilir ki?
Gerillada yoldaşınla son vedalaşmayı ne zaman yapacağın bilinmez. Biz de seninle vedalaşırken bilmiyorduk sonuncu olduğunu. Ayrılırken birbirimizden istediğimiz şey, kendimize ve yoldaşlara iyi bakıp dikkat etmekti. Nasıl olsa tekrar görüşecektik. İşte o zaman uzun uzun konuşacak, hasret giderecektik. Baharda aldığımız haberle, kavuşmamızın başka bir zamana kaldığını öğrendik. İlk aldığımız haberde isimlerinizi net öğrenememiştik. Haberi duyduğumuz günlerde nedenini anlayamadan, seninle en son vedalaşmadan önce birbirimize söylediğimiz o iki türkü dolanmıştı dilime. Senin söylediğin; “Yitip giden devrimler gibi/Dost sesin dost gülüşlerin/Şimdi çölde bir damla su/Sen artık kendin değilsin”
Benim söylediğim; “Kendine iyi bak/ Beni düşünme/Su akar yatağını bulur”
Bazen türküleri serbest bırakırsın, onlar anlatılması gereken her şeyi anlatır zaten. Tıpkı bu türkülerde olduğu gibi…
Şimdi ayrıldığımız yerde yeni Hasretlerimiz ve Güllerimizle çoğalıyor, her bahar açan Çiğdem ve Nergiz oluyoruz…
Dersim’den bir yoldaşın