[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
7 Ekim 2023, Orta Doğu halklarını her zaman çok yakından ilgilendirmiş olan Filistin’in Siyonizme karşı mücadelesinde yeni bir evreye işaret etmektedir. Dünyanın en büyük açık hapishanesi Gazze’de HAMAS’ın askeri kanadı Kassam Tugayları liderliğinde başlayıp 14 Filistinli direniş örgütünün oluşturduğu Gazze Ortak Operasyon Odasının yönetiminde süren, “Aksa Tufanı” adı verilen bir harekât gerçekleştirildi. Tel örgülerle ve duvarlarla çevrilmiş, İsrail Siyonizminin sürekli gözetimi altında olan Gazze’de 28 noktadan İsrail’in işgal politikasının bir uzantısı olan “yeni yerleşim” yerlerini de kapsayan bölgelere karadan, paramotorlarla havadan ve denizden giriş yapıldı. Adeta dünyanın en büyük ve denetimli hapishanesinden, bu hapishaneyi uzun bir süre boyunca ağır bir zulüm ve kıyım politikası ile inşa eden egemen güce karşı isyancı, yıkıcı ve haklı bir firar harekâtı başlatıldı. İsrail Siyonizmi ve onun hamisi ABD emperyalizmi bu gelişmeyi kapsamlı bir savaşın başlangıcı olarak tanımladı.
“Aksa Tufanı” Filistin kurtuluş mücadelesinin onlarca yıllık direnişçi geleneğinin bir halkasıdır. Bu harekâtın tüm Orta Doğu’yu etkileyecek nitelikte, derinlikte ve çapta olduğu açıktır. Bu gelişme Orta Doğu’da kartların yeniden karılmasını ve dağıtılmasını içeren bir süreci tetikleyecektir. Bu sürecin ana özelliklerini öngörmek büyük bir öneme sahip. Ancak bundan önce bu harekâtın ezen ve ezilenler cephesinde nasıl algılanması, değerlendirilmesi gerektiği üzerinde durmak gerekir.
Birincisi, varoluşunu güvenlik üzerine kuran ve Filistin toprakları üzerinde mutlak egemenlik ilan ederek etrafını güvenlik duvarlarıyla çeviren, karadan ve havadan en gelişkin teknolojiyle denetim ağı kuran, en güçlü istihbarat teşkilatına ve ileri teknolojiyle donatılmış bir orduya sahip olduğu kabul edilen, 6 gün içinde 4 Arap devletini dize getiren ve hâlâ o güçte görülen, bir askerinin karşılığının binlerce Filistinli direnişçi olduğunu gösterecek şekilde esir takaslarına giren, dünyanın her yerinde operasyon yapmaya kabiliyetli, orta çaplı bir ekonomik gücü olan, Batılı emperyalistlerin politik-askeri desteğine sahip “devasa gücün” tüm bu imkânlarıyla çaresizleştiği bir durum yaşanmaktadır. Bu çaresizliği yaratan güç ise onlarca yıldır kuşatma altında olan, tüm dünyadan tecrit edilmiş, temel ihtiyaçlarını dahi tünellerden kaçak şekilde karşılayan, yoksulluğa ve yokluğa mahkûm bir güçtür. Zayıf olanın güçlü ve kudretli olanı yenebileceğine dair ezilenler cephesinde “duru gökyüzünde çakan şimşek” etkisidir bu gelişme.
İkincisi, bu olağandışı, beklenmedik harekât hakkında ABD ve İsrail’in istihbarat almamasının olanaksız olduğuna, bu güçlerin politik hesapları gereği, bölgesel dizayn için bu harekâta yol verdiklerine dair, güçlü olana tapıcılıktan beslenen burjuva aydın gevelemeleri söz konusudur. Bu, egemenler cephesinden, onların idealist dünya görüşünden, emperyalizmi “kadiri mutlak” olarak kitlelere pazarlama yaklaşımından beslenen bir tutumdur.
Üçüncüsü, bu operasyonun cihadist ve İslami bir ideolojiye sahip olan HAMAS önderliğinde gerçekleşmesinin ezilen halklara ve uluslara politik bir faydasının olmadığı gibi Filistin davasına da bir faydasının olmadığı yönlü yaklaşımlar söz konusudur. Gerçekleşen harekâtta ağır sivil kayıplar olması, öldürülmüş bir kadının çıplak bedeninin teşhir edilmesi gibi durumlar da bu yaklaşımın argümanı olmaktadır. Ağaca bakıp ormanı göremeyen bir yaklaşımdır bu. HAMAS’ın gerici ideolojik yapısı ve Filistin direnişinde bugün oynadığı rol İsrail’in Filistin’i köleleştiren, ulusal boyunduruk altına alan ve ona ağır zulüm uygulayan yaklaşımını ve haksızlığını ortadan kaldırmamaktadır. Bu durum Filistin’in bu boyunduruk altından kurtulma mücadelesinin her türlü biçimini, ideolojik yönlendiriciliği ne olursa olsun politik karakterini de kaldırmamaktadır. Bu mücadele cihatçı karakterde değildir, Filistin’in boyunduruktan kurtulması muhtevasına sahiptir. HAMAS’ın Filistin davasını değil Filistin davasının HAMAS’ı mahkûm kıldığı bir politik nitelik söz konusudur. Bu bağlamda mücadele tepeden tırnağa bir Ulusal Kurtuluş Mücadelesidir. “Aksa Tufanı” operasyonunun ve bu mücadelenin elbette HAMAS’ın tek başına içeriğini belirleyemeyeceği bir ulusal özü vardır. Bu gözden kaçırıldığında her türlü yanlış benzetme (IŞİD gibi) ve özdeşleştirme de yapılabilir.
Filistin direnişinin 7 Ekim’de gerçekleştirdiği askeri-politik operasyon ezilenler için bir ilham kaynağı olmalıdır. Zayıf olanın ancak örgütlü hareket edildiğinde güçlü olanı tüm olanaksızlık ve yokluk içinde yaratıcı bir şekilde yenme imkânını gösteren bir derinliğe, içeriğe ve niteliğe sahiptir.
Peki böylesi bir hamlenin politik karşılığı, ortaya çıkaracağı sonuçlar ne olacaktır? Filistinli direniş gruplarının bu operasyonu uzun süreli bir savaşı ve başta Gazze olmak üzere tüm Filistini, hatta tüm bölgeyi kapsayacak düzeyde İsrail saldırganlığını azdıracağı görülmektedir ki ilk değerlendirmeler bunun İsrail’in “11 Eylül”ü olduğu yönlüdür. İsrail uzunca bir süredir Filistin topraklarında binlerce konut inşa ederek yeni yerleşim alanları oluşturdu ve egemenlik alanını genişletti. Aynı zamanda birçok Arap ülkesi ile ilişkileri “normalleştirme”yi içeren diplomatik girişimler sürdürdü. 2020’de Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas ile Abraham Anlaşması imzaladı. Türkiye ve Mısır ile ilişkilerini kuvvetlendirdi ve buna son halka olarak Suudi Arabistan’ı eklemekteydi. BM toplantısında Suudi Arabistan lideri Muhammed Bin Salman bu normalleşmenin başladığına dair bir açıklama yapmıştı. Bu şekilde Filistin’i yalnızlaştırarak, kurban kılarak en dar alana sıkışmış ve daha fazla parçalanmış bir Filistin ile 2 devletli statüko oluşturma hesapları yaptı. Böylece 1967 sınırlarına dönme tartışması ortadan kaldırılacak, oluşacak yeni statüde daha da güçlenmiş olacaktı.
Son G20 Zirvesi’nde de ABD önderliğinde gerçekleşen Hindistan-Hayfa-Avrupa ekonomik koridoru anlaşması, Türkiye ile Akdeniz enerji anlaşması gibi girişimlerle de aynı yönelim daha da güçlendirilmekteydi.
Aynı süreçte Netanyahu liderliğindeki İsrail’de klik çatışması büyüdü. Toplumsal huzursuzluk ve protestolar olabildiğince yaygınlaştı. Yargı reformu nedeniyle klik çatışmalarının büyümesine MOSSAD ve ordudan itirazlar ve istifalar eşlik etmiş, Netanyahu ile ABD arasındaki gerginlik de klikler arası çatışmalar ekseninde tırmanmıştır. Yani İsrail iç siyasetinde ciddi bir yarılma ve dağınıklık görüntüsü oluşmuştur. Tüm bu durumun yarattığı hem avantajlar hem de Filistin’i kuşatmaya dönük adımlar böylesi büyük çaplı bir savaşın zamanlamasını belirlemiş görünüyor. Savaş bu çapta başladıktan sonra sonucun nereye gideceğini öngörmek olanaklı değildir. Ancak bu tabloda Filistin’in kaybedeceği bir şey yoktur. Daha şimdiden elde ettiği kazanım ise aleyhine büyüyen gelişmeleri darbelemesi ve kurulan yeni dengeleri bozmasıdır.
“Aksa Fırtınası”nın bir sonucu da ABD emperyalizminin ve İsrail’in İran’a daha fazla yönelmesi olacaktır. Bu durum bölgedeki siyasal gerginliği yoğunlaştıracaktır. Bu da bölgesel çatışmaları büyütecek yeni denklemlerin oluşması anlamına gelir. Zaten bir süredir Irak ve Suriye üzerinde bu içerikte bir yoğunlaşma devam etmekteydi. HPG’nin TC İçişleri Bakanlığına gerçekleştirdiği devrimci eylemin Rojava’ya daha güçlü saldırılar için bahane edilmesi de bu yoğunlaşmanın bir parçasıdır. Sürecin İran’ı daha fazla çevreleyen ve sıkıştıran bir politikaya evrilmesi, Suriye ve Irak’a dönük ABD müdahalelerinin artması anlamına gelecektir. Faşist diktatörlüğün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile birlikte Kürt Ulusal Mücadelesine karşı uygulamaya soktuğu yeni topyekûn savaş, içine girilen ve yukarıda ana hatlarını çizdiğimiz bir sürece denk gelmekle, ABD’nin bölgedeki yeni denge arayışı TC için hiç kuşkusuz zorlayıcı sonuçlar üretecektir. Faşist TC’nin Suriye ve İran’ın ve hiç kuşkusuz Rusya’nın da işini kolaylaştıracak şekilde adımlar atmasına ABD daha fazla müdahale edecek ve onu frenleyici adımlar atacağı öngörülebilir.
Söz konusu bu gelişmelerle bölgesel kaosun ve çatışmaların tırmanacağı, halk yığınlarının daha fazla baskıya, kan ve gözyaşına, ekonomik yokluk ve yoksulluğa sürükleneceği açıktır. Ezilen halk yığınları için geleceğini kazanma mücadelesi, bağımsız eylem ve örgütlenmeleri ile güçlüyü alt etme ihtiyacı düne göre daha fazladır. Egemenlerin kendilerini en güçlü hissettiği zaman halk yığınlarının en örgütsüz olduğu zamanlardır. Zayıf ve güçsüz olanın kazanmasının tek koşulu ise iktidarı ele geçirme bilinciyle örgütlenmesidir. Halk Savaşının öğrettiği gibi, çeşitli kurtuluş savaşlarında başarısı ispatlanmış deneyimlerle dolu gerilla savaşlarında somutlaştığı gibi güçlü, donanımlı güçler halklar tarafından alt edilebilirler. Halkların savaş deneyimlerinden yararlanarak kurtuluş yolunda ilerlemek dün gibi bugün de bundan sonra da mümkündür. Kurtuluş için komünist kurmaylık, halkın örgütlü hareketi ve silahların eleştirel gücü birleşmelidir. Zalimleri yıkacak ve devrimi inşa edecek kuvvet budur.