Toplumsal tarih içinde ortaya çıkan her sorun yine aynı toplumsal diyalektik içinde çözümünü de barındırır. Diyalektik süreç dediğimiz şey sürece dahil olanların girmeye mecbur oldukları çatışmalar alanıdır. Sanat da bu alanda kendisini var eder ve süreçtekilere etki eder. Süreçleri toplumsal tarihin sınıflar çatışması penceresinden yani materyalist tarih görüşte fark ettiğimizde onun sınıfsal niteliğini başka bir ifadeyle zorunluluk ve özgürlük sorununu, siyasal ideolojik mahiyetini de görmüş oluruz.
Süreçlerin egemen kültürünün o süreçteki hakim olan sınıfın kültürü olduğunu ve hakim sanatın da aynı sınıfa ait olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Bugün devletin propaganda ve düşünsel süreçleri yönetme aygıtlar olarak işlev gören mecralardaki görsel, işitsel yapıtlara bakıldığında mevcut iktidar görüşüyle örtüştüğünü görmek mümkündür. Buna mukabil toplumsal diyalektik süreçlerin çatışmalarla evirildiğini bildiğimizden egemenlerin hakim olduğu mecralarda görünür olmasa da ezilen sınıfın kendi kurumlarında, açtığı başka alanlarda, doğrudan ya da vasıtalı olarak ulaşımıyla toplum içinde yaygın bir sanatı da mevcuttur ve bu hakim sınıf iktidarıyla açık veyahut örtük çatışma halindedir. Diyalektik sürece dahil olan her şeyin bu çatışmaya dahil olma mecburiyeti yasası gereği bu böyle olmak zorundadır.
Sınıflı toplumlarda gerçekleşen açık-örtülü çatışma bir iktidar, bir özgürlük talebidir. Zira süreçlerin özneleri çatışmanın karşı tarafını bertaraf ederek sürece halim olacaktır. İlerleme, idame etme ihtiyacı görünür biçimde ihtiyaç olarak hissedilmese de –bilgisine vakıf olunmasa da böyle gerçekleşecektir. Taraflara ait olan sanat da çatışmanın en önemli silahı konumundadır. Çelişmelerin toplumun çoğunluğu tarafından görünür olmadığı zamanlarda –çelişmelerin uzlaşır göründüğü zamanlarda- dahi sanat, çelişmeyi hatırlatacak kadar konuşmaya devam eder. Onun estetik mahiyetinde gerçeğin işlenmesi mevcuttur. Başka bir ifadeyle, onun estetik işlenmesi gerçeğe dairdir. Sınıfsal niteliğin ona kazandırdığı şey ise, verili olanı aşan, sadece kendini değil, toplumsal sürece dahil olanları da dönüştüren mahiyettedir. Çünkü sınıfsal mahiyet sadece ayna misali gerçeği yansıtmakla kalmaz aynı zamanda onu yeniden üretir; gelecek yönsemesi içinde üretildiğinde mevcut olanın değiştirilmesi talebini açık edip gelecek hakkında da bilgi verir. Anlaşılacağı üzere ve ısrarla vurguluyoruz ki sanat özel bir bilgi biçimidir.
Bu hakikatin idrakinde olunduğunda, toplumsal diyalektiğin çatışmalı badiresinin ne kadar çetrefilli olduğunun, aynı zamanda o badireden nasıl çıkılacağının da farkında olunacaktır. Vurulduğu zincirin farkında olmayanların özgürleşmesi mümkün değildir. Özgürleşme, zincirin farkında olduğu andan başlar. Örgütlenme önemli olsa dahi ezilenlerin sanatının muhalif mahiyeti önemli olsa da, sanatın egemen sınıfa sistematik taarruzunu mümkün kılacak örgütlenmenin tertibi daha önemli bir şeydir hatta sanatsal bağlamda süreci içeriye taşıyacak tek şeydir.
Bu halde, materyalist tarih görüşüne sahip sanatçıların kendiliğindencilik problemini aşarak sanat alanında da kurumsallaşarak gerici egemen iktidara sistematik çözümcül yıkıcı taarruz etme sorumluluğu vardır ve bu acil bir görevdir. Gerici iktidarların alaşağı edilerek yeni sürecin örgütlenmesi mücadelesi, tek başına sanatçının yürütebileceği bir süreç olmaması gerçeğinden hareketle, kitlelerin süreç hakkında bilgilendirilmesi, kendinin ve sürecin bilgisinin verilmesi, bu alanın, egemenlerin yanıltıcı bilgi saldırılarından uzak tutulması için kitlelerin sürece bilinçli dahli bağlamında da önermemiz hayatidir.
Son söz olarak tekrar edelim ki sanat vardır ve o konuştuğunda insanın çaresiz, seçeneksiz olmadığını hatırlatır, çareyi ve seçeneği işaret eder.
Bir Yeni Demokrasi Okuru