Yüksek Seçim Kurulu’nun yenileme kararı aldığı İstanbul yerel seçimleri ülke gündemini meşgul etmeye devam ediyor. Bir yanda “yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış” misali CHP’yi suçlayan AKP, diğer yanda AKP’yi tekrar yeneceğini ilan ederek kitlelere bir kez daha sandığı işaret eden CHP ve arkasına sıra sıra dizilen “devrimciler…” İmamoğlu’nun “her şey çok güzel olacak” söyleminde bir “umut” ışığı gören “devrimciler” el yordamıyla bu ışığı takip ediyor. Her şey çok güzel olacak sloganının ardından şu soruları sormak gerekiyor, nasıl ve kimle? Niteliği gereği faşist olmaktan öte geçmeyen, devlet bekasının yılmaz savunucusu CHP ile mi?
İmamoğlu’nun seçim gecesi yaptığı açıklamada kullandığı “her şey çok güzel olacak” sloganı alternatifsizlik ve çaresizlik çemberindeki kitleler tarafından sahiplenilmiştir. Bu slogan kitlelerin yanı sıra kendilerine kitlelerin öncüsü misyonu biçen devrimciler tarafından da utangaçca sahiplenilmiştir. Bu durum, İmamoğlu’na açıkça destek açıklaması yapan kurumlardan, sandığa gitmeme çağrısının sonuna “ama” ekleyip “AKP’nin İstanbul yenilgisinin sonun başlangıcı olacağını” ifade edenlere kadar uzunca bir listeyi doğurmuştur.
Şimdi burada vurgulamamız ve üzerinde durmamız gereken noktalardan birincisi; CHP’nin faşist karakteri, ikincisi; TDH’yi kuşatan reformist, parlamentarist, tasfiyeci dalga ve üçüncüsü; devrimcilerin misyonudur. Devrimciler varoluş nedenleri gereği devrim yapma iddiasını taşımak zorundadırlar. Devrimin esas unsuru kitleler ise devrimciler kitlelerin neresindedir? Önünde? Arkasında? İçerisinde? Evet, “devrimciler” kitlelerin arkasında, CHP’nin yanındadırlar. Devrimci-demokrat ilerici kurum ve örgütlerin bu ve bundan önceki seçimlerde dillerine pelesenk ettikleri “AKP’yi geriletme” argümanı bu çeperi CHP’ye yakınlaşma durumunu beraberinde getirmiştir.
“Neden CHP’ye oy veriyorsunuz” sorusuna verilen “AKP’ye mi oy verelim” cevabı sıkça karşımıza çıkıyor. Elbette “AKP’nin gitmesi”ni toplumun geniş bir bölümü istemektedir. Çünkü; Türk hakim sınıfları ve TC devletinin 17 yıldır yürüttüğü saldırı politikaları AKP eliyle gerçekleştirilmiştir. Bunun kitlelerde AKP’ye karşı büyük bir tepki doğurması doğaldır. Fakat devrimci olduğunu iddia edenler ya da bir şeyleri değiştirip-dönüştüreceğini iddia edenlerin salt AKP’yi hedefe koyan bu yanılgıya düşmesi kendileri açısından sorun teşkil etmektedir. Bu noktada faşizmi AKP ile başlatıp AKP ile bitirenlerin, açıktan ya da dolaylı olarak İmamoğlu’nu desteklemesine şaşıramayız. Çünkü onlar için CHP’nin İstanbul’u tekrar alması demek AKP’nin yani faşizmin sonu demektir! Ancak kaçırdıkları ve anlamak istemedikleri nokta; AKP’den önce de karşımızda duran, gözaltı, tutuklama ve imha politikalarıyla devrimcileri-komünistleri yok etmeye çalışan, ezilen ulus ve milliyetleri asimilasyon politikalarıyla baskılayan bir faşizm gerçeğidir. Bu sebeplerle, “ne olursa olsun AKP gitsin” anlayışı devrimcilere ve halka kaybettirecektir. AKP giderse hiçbir şey, -nitelik ve öz anlamında hiçbir şey- değişmeyecektir. AKP’nin yerine sistemin farklı bir kliği dümenin başına geçecek sömürü ve zulüm düzeni sürmeye devam edecektir.
DEVRiMiN ÖNÜNDEKi ENGEL SADECE AKP Mi?
Bugün AKP’nin gitmesi üzerinden yapılan politika devrim ve reformizm arasındaki çizgiyi silikleştiriyor, kitlelerde bilinç bulanıklığı yaşanmasına neden oluyor. Bu bilinç bulanıklığının yaratılmasında devrimcilerin rolünü yadsıyamayız.
Örneğin, 17 Mayıs 2019 tarihli Kızıl Bayrak Gazetesi’nde M. İlkan imzasıyla yayımlanan yazıda şöyle deniyor; “Çarpışmanın bir tarafı dinci faşist iktidar blokuyken diğer tarafı yıllardır bu blokta temsil edilen siyasal gericiliğin ağırlığından bunalan, en demokratik hak ve özgürlükleri pervasızca gasp edilen, karalamalara maruz kalan toplum kesimleridir. Bu nedenler dinci faşist ittifakın 23 Haziran’daki yenilgisi, aralarında emekçi katmanların da bulunduğu bu kesimler için soluk borusu olacaktır.” İstanbul yerel seçimlerini iki bloğun çarpışması olarak nitelendiren M. İlkan, AKP’yi bir bloğa, işçi sınıfını ve toplumun ezilen diğer katmanlarını diğer bloğa koyuyor. M. İlkan faşizm gerçeğini, iktidarda olması sebebiyle AKP ile sınırlı tartışılıyor. Tek düşman AKP- MHP iktidarı ve bu iktidar için “sonun başlangıcı” olacak şey de İstanbul seçimleri! Soruyoruz o zaman, işçi sınıfı ve toplumun ezilen diğer katmanları karşısında CHP’yi, İYİP’i, SP’yi nereye koyuyoruz? İmamoğlu’nun Özal’ı, Türkeş’i yad eden sözlerini nereye koyacağız? Ve yine 19 Mayıs’ta Samsun’da tüm faşist düzen parti liderlerinin “birlik ve beraberlik” pozunu nereye koyacağız?
M. İkan yazısına şöyle devam ediyor: “Öte yandan, AKP’nin çöküşü ve dinci-faşist ittifak blokunun dağılması elbette siyasal gericiliğin bugünkü ağırlığının belli ölçüde ortadan kalkmasına yol açacaktır. Bu da başta işçi sınıfı olmak üzere, toplumun farklı kesimlerinin hareketinin önünü açacaktır.” AKP’nin İstanbul belediyesini kaybetmesinin, toplumun farklı kesimlerinin hareketinin önünü nasıl açacağını merak ediyoruz doğrusu. Ya da CHP’nin İstanbul belediyesini kazanmasının sınıf mücadelesine katkısı nasıl olacak? AKP ile somutladıkları faşizm gerçeği, İmamoğlu İstanbul belediyesini aldığı taktirde ortadan kalkacak mı? Ya da sınıf mücadelesi yükselecek mi? Biz söyleyelim o zaman, kitlelerin aldatılmasından başka bir şey olmayacak.
M. İlkan’da utangaçça bazılarında ise daha açık bir biçimde -İmamoğlu’nun İBB Başkanlığı üzerinden- ortaya çıkan umutlar sahte umutlardır. Devrimci ve komünistlerin odaklanacağı konu burası değildir, olamaz da. Bu yanılsama içerisinde olanlara komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın şu sözlerini hatırlatmak yerinde olacaktır. “Komünist hareket (…) Bilir ki, hakim sınıflar arasındaki bu boğuşma her an halka karşı bir birleşmeye dönüşebileceği gibi, bugün en gerici olan kliğin yerini, yarın diğeri de alabilir”. “Proletarya önderliğinde, bağımsız ve güçlü bir halk hareketinin yaratılamamış olması, işçi sınıfının, emekçi halkın ve demokratik unsurların muhalefetinin, komprador büyük burjuvazi ve toprak ağaları kliklerinin bazen birini, bazen diğerini iktidara getirmeye yarayan bir kaldıraç gibi kullanılmasına yol açmıştır.”