[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
26 Eylül’de Mersin-Mezitli polisevine HPG tarafından düzenlenen feda eylemi, faşist diktatörlüğün devrimci-yurtsever güçleri eylem yapamaz hale getirdiği, “ayakkabı numaralarına kadar” hâkim olduğu algısını sarsmakla kalmadı aynı zamanda hem karşı devrimci klikler arasında sertleşerek devam eden mücadeleyi tırmandırdı, hem de reformist-parlamentarist-anayasalcı burjuva demokrat güçlerin maskesinin daha görünür olmasını sağladı.
Faşist diktatörlüğün çeşitli klikleri (Millet ve Cumhur ittifakları) arasında, ekonomik krizin de derinleşmesine paralel, yoğunlaşmış bir politik savaşım söz konusudur. CHP önderliğindeki Millet İttifakı politik güç dengelerini lehine çevirmek için uğraşırken, AKP-Tayyip Erdoğan önderliğindeki Cumhur İttifakı üzerinde iktidarını kurduğu güç dengelerini koruma ekseninde hareket etmektedir. Egemen olup güç kaybeden daha fazla saldırganlaşmakta, elinde bulunan tüm devlet olanaklarını da kullanarak bu saldırganlığı hayata geçirmektedir.
Bu saldırganlık için hem iç politika hem de dış politika meseleleri istikrarlı şekilde kullanılmaktadır. AKP-MHP ittifakı dış politikada izlediği emperyalizm icazetli çizgiyi “güçlü devlet” şeklinde pazarlamaktadır. Tüm diğer faşist kliklerin eleştirilerini ise “güçlü devlet” oluşturma çizgisine düşmanlıkla suçlamaktadır. “Güçlü devlet” söylemiyle oluşturduğu şovenist histeri ile kitlelerin ekonomik ve politik özgürlük sorunları karartılmakta, diğer faşist kliklerin de şovenizmi kullanma alanları daraltılmaktadır. Zira şovenizm tüm faşist klikler için zorunlu, vazgeçilmez bir ideolojik argümandır. Cumhur İttifakı bu yaklaşımını diğer faşist klikleri “tarihsel düşmanlarının saflarına geçmekle” itham edecek noktaya da taşımaktadır. 9 Eylül İzmir etkinliklerini “Osmanlı, saray eleştirileri” yapıldığı için Yunan dostluğu içerdiği, Erdoğan karşıtlığına odaklı tek yanlı çizgisi nedeniyle CHP’nin HDP ile ittifak olduğu, Rojava işgalini istemediği ve “terörle yan yana” durduğu noktasına kadar taşımaktadır. Bu bağlamda faşizmin temel dayanağı olan şovenizmi tekeline alma mücadelesi kıyasıya ve oldukça pervasız ölçütlerle sürdürülmektedir. Seçim ikliminin oluşmasıyla birlikte bu daha güçlü bir mücadele aracı olarak devrededir. Artık her siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel, sportif mesele seçim ve faşist klikler cephesi için şovenizm argümanı olarak işlevli hale gelmektedir.
Mersin’de gerçekleşen HPG’nin feda eylemi de süren şovenist dalgayı pekiştiren bir yaklaşımla ele alınmıştır. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu eylemi 2011’de gazeteci olarak tutuklanan ve CHP’nin tutuklu gazeteciler raporunda ismi geçen Dilşah Ercan’ın yaptığını açıkladı. Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik faşist saldırılarına bu şekilde bir meşruiyet alanı açarken, CHP’yi de şovenizm kartıyla köşeye sıkıştırmayı umdu. Bir taşla iki kuş vurma operasyonu bu şekilde start aldıktan kısa bir süre sonra CHP de karşı hamlesini “Dilşah Ercan 4. yargı paketiyle serbest bırakıldı” diyerek hak ve özgürlüklere kendi şovenist argümanıyla saldırıp, AKP karşısında avantaj elde etmeye çalıştı. Birkaç gün sonra HPG gerçekleşen feda eylemini Sara ve Ruken isimli gerillaların gerçekleştirdiğini ve Dilşah Ercan’ın eylemde yer almadığını, görevinin başında olduğunu açıklayınca yaratılan terör umacısından medet umanların foyası döküldü. Faşist kliklerin, “terör”, “terör destekçiliği” ile birbirini itham ettiği ve en iyi Türk şovenistinin kendileri olduğunu ispatlama kavgası yalanların “beş kuruşa” satıldığı, Kürt düşmanlığının olabildiğince tırmandırıldığı bir biçimde sürmüştür. Sanal medyaya sınırlama getiren yasal düzenlemenin de eşlik ettiği, özgür ve bağımsız gazetecilik çalışmalarının da bu vesileyle yarı-polis ablukasına alındığı bir çalışma örgütlenmiştir. Şovenizm tüm toplum kesimlerine sürekli ve yoğun şekilde şırınga edilirken, artık faşist kliklerin bu silahı birbirlerine doğrultarak kendi toplumsal tabanlarını şovenizm paydaşlığında daha güçlü kenetlemeye odaklandıkları görülmektedir.
Mersin’deki feda eylemi faşist klikler arası mücadelenin konusu haline getirilerek tırmandırılan Kürt düşmanlığı, burada hapsolmamış doğrudan Kürt olan her şeye saldırıya dönüşmüştür. Afyonspor ile Amedspor arasındaki 2. Lig mücadelesi öncesi Afyon İl Jandarma Komutanı Yılmaz Kırgel, Afyonspor antrenmanına giderek “Mersin’deki terör saldırısından sonra şöyle 5-0 eze eze yenersiniz, onları göndeririz” diyerek, gerçekleşecek maçın Afyonspor ile Amedspor’un değil Kürt ulusal kimliği ile devletin maçı olduğunu adeta ilan etmiştir. Amedspor’a yönelik faşist saldırganlık bir kez daha start almış ve tribünlerde Kürt düşmanlığı 15 bin kişilik koro haline dönüştürülmüştür. “Bir Türk Dünyaya Bedel” faşist sloganının muadili ve türevleri pankartlar maç tribünlerinde ifade bulmuştur.
Faşist diktatörlük altında yegâne ve sınırsız özgürlük Türk şovenizmi, ırkçılığıdır. Her türlü şovenist söylem, eylem, hareket, katliam, işkence, linç devletin koruması altında ve kesin özgürlük kapsamındadır. Fabrikalarda, okullarda, sokaklarda, meydanlarda, tribünlerde ve tüm sosyal-siyasal alanlarda mutlak özgürlük Türk şovenizmine verilmiştir. Bu yeni bir durum değil tarihsel bir olgudur.
Türk şovenizmi demek işçilerin emekçilerin hak mücadelesine saldırma özgürlüğü demektir. Türk şovenizmi demek söz, ifade özgürlüğü taleplerine yönelik düşmanlık demektir. Türk şovenizmi demek siyasal özgürlük taleplerinin, tutsakların haklarının aranmasının, kayıpların akıbetlerinin sorulmasının en gerici ve bağnaz kitleler tarafından linç edilmesi demektir. Türk şovenizmi demek sınırsız Kürt katliamı, linci, zorla asimilasyonu, yok sayılması demektir. Türk şovenizmi demek Ermeni, Rum, Süryani soykırımı ve bu uluslara bitmek bilmeyen öfke ve kin demektir. Türk şovenizmi demek göçmenlerin linç edilmesi, evlerinin yakılması, ucuz iş gücü ve aşağılanması demektir. Türk şovenizmi demek Türk ve Kürt ulusları ve çeşitli milliyetlerden halka açık düşmanlık demektir. Türk şovenizmi demek M. Kemal’den Tayyip Erdoğan’a, İsmet İnönü’den Tansu Çiller’e, Bülent Ecevit’ten Süleyman Demirel’e, Adnan Menderes’ten Deniz Baykal’a, Celal Bayar’dan Kenan Evren’e, Turgut Özal’dan Mesut Yılmaz’a, Abdullah Gül’den Ahmet Davutoğlu’na ve Kılıçdaroğlu’dan Akşener’e kadar sürekliliği sağlanmış Faşist Kemalist Diktatörlük demektir. Türk şovenizmi demek faşist kliklerin muhalefetteyken demokrasi, özgürlük söyleminin dümene geçtiklerinde faşizmin sopasına dönüşmesi demektir.
Bu şovenizme çanak tutan, onun karşısında korkuyla titreyen, onun gazabına uğramaktan korkan, nihayet bu korku ve endişeyle onun kayığında kürek çeken her türlü liberal, burjuva, reformist, tutarlı demokratizmden yoksun, anayasalcı bir kesim de söz konusudur. HDP’nin bir bölüğünden TİP’e, EMEP’ten SOL Parti’ye ve TKP’ye kadar uzanan bu ürkek küçük burjuva ve orta sınıf hareketleri parlamentarizm sevdasıyla halkın şovenizm karşısında en güçlü şekilde duruş almasını sağlayacak politik bilinci zehirlemektedir. Mersin eylemi sonrası, Haziran-Kasım 2015 seçimlerine göndermeler yaparak, seçim öncesi provokasyon ve şiddet iklimi oluşturduğu gerekçesiyle feda eylemini kınama sırasına girmişlerdir. Siyasal çizgileriyle halkın bağımsız eylemini, doğru siyasal bir konum almasını ve çıkarlarını ifade eden sloganlarını parlamentarizm bataklığına gömmekle sınırlı kalmıyorlar devrimin çıkarlarını temsil eden eylemleri de “en şiddetli şekilde” kınayarak, halkın kurtuluşu mücadelesindeki araçlara da saldırıyorlar. Bu bir sınıfsal tutum, sınıfsal çıkar meselesidir. Egemen sınıfların elinde olan devlet şiddeti hakkının, toplumsal yapının her alanında, her toplumsal çelişkide bir gerçeklik olarak ortaya çıkan bu şiddetin pervasızca kullanılmasına karşı yükseltebildikleri tek şey cılız sesleridir. Halkın buna karşı sesini yükseltebilmesinin koşulunun aynı derecede ama kuşkusuz devrimci bir içerikteki şiddet olduğunu bunlar inkâr etmekteler. Devrimlerin, zulümlerden kurtuluşun bütün tarihteki anasının şiddet olduğu gerçekliğinin yok sayılması reformist burjuvazinin sınıfsal bir sorunudur. Silahlı mücadelenin halkın bilinçli, örgütlü mücadelesinde temel bir araç olduğu gerçeği “her türlü şiddet” kınanarak halktan koparılmaya çalışılıyor bu şekilde. Unutulmamalıdır ki komünistlerin önderliğindeki büyük devrimlerde en önemli araçlardan birisi devrimci silahlı mücadele olmuştur. Halkın kurtuluş mücadelesi olan Yeni Demokratik Devrim ancak yıkan ve inşa eden büyük savaşla, halkın savaşıyla gerçekleşecektir. Her devrimci eylem halkın kurtuluşu yolunda yürüyenlerin, dolayısıyla halkın da bir deneyimi ve birikimi olacaktır. Devrimci şiddet halkın bilinçli ve örgütlü eylemi olarak Yeni Demokratik Devrimi gerçekleştirmenin aracı, halkın kurtuluş yolunun en güçlü hazinesi olmaya devam edecektir.