Selahattin Demirtaş’ın HDP’ye yönelik eleştirilerinin de yer aldığı makalesinin yayınlanmasının ardından, gerek HDP içinde, gerekse de diğer demokratik-devrimci hareket içinde yeni bir tartışma başlamış oldu. Tartışmaların ana odağı, son seçimlerden sonra seçilen aday profiline de bakılarak, “HDP nereye gidiyor?” üzerine yapılmaya başlandı. Devrim ve reformizm tartışmasının da son seçimlerden sonra öncünün de içinde yer aldığı bazı devrimci örgütler tarafından bir süredir sıkça yapıldığını belirtelim. Sakal ve bıyık arasında gidip gelen, ne ondan ne de diğerinden vazgeçemeyen önemli bir demokratik-devrimci hareket, tasfiyeciliğin bulanık sularında çırpınarak, oportünizmin tarihini yeniden yazdıracak pratiklerin altına imza atmaktadır. Hal ve ahval bu iken, bu tartışmanın daha fazla yapılacağı, ideolojik mücadelenin daha da keskinleşeceğini, keskinleşmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
24 Haziran 2018 günü yapılan seçimlerin üzerinden iki aydan fazla bir zaman geçti ancak tartışmalar henüz bitmemiş görünüyor. Bir tarafta AKP’nin verdiği vaatler ve bugün ekonominin tabiri caizse sıfırı tüketmesi, diğer tarafta 24 Haziran sonrası “güneş doğacak” diyen, halkı sandığa götüren ama “mağlup” olduktan sonra ise hemen hemen hiçbir şey yapmadan, kendi kaderine razı bir şekilde oturan muhalefet, özelde ise HDP. Doların 7 lirayı bulduğu, hemen her şeye zam yapıldığı, insanların büyük bir kesiminin yoksulluk ve açlık sınırında adeta can çekiştiği bir süreçte, çelişkilerin yoğunlaştığı, örgütlenmenin zemininin arttığı koşullarda, ellerini kollarını bağlayıp oturan sol muhalif kesimi anlamak oldukça güçtür. CHP’ye diyecek sözümüz yok zaten, onlar sistemin bekası için yine kolları sıvadılar ve her zaman olduğu gibi, işçi ve emekçilere yönelik her saldırıda olduğu gibi, AKP ile flörte başladılar.
Tam da böyle bir süreçte Selahattin Demirtaş’ın HDP’yi eleştiren o mektubu, bu sessizliğin ortasına bomba gibi düştü. Demirtaş sıradan bir insan değil elbette. Uzun bir dönem HDP Eş Başkanlığı’nı yapmış, son seçimler de dahil iki defa Cumhurbaşkanı adayı olmuş ve hala Edirne F Tipi Hapishanesi’nde tutuklu olarak bedel ödeyen bir siyasi karakterdir. Bu anlamıyla yaptığı değerlendirmeler HDP açısından önemli bir noktada durmaktadır. Çünkü HDP’yi en iyi tanıyan kişilerden biridir.
Elbette ki; Selahattin Demirtaş’ın bazı tespitlerini eleştiriye tabi tutmak gerekmektedir. “Bu nedenle, HDP’nin bir an önce “tatil” havasından çıkıp sahaya inmesinde fayda var. Parlamentonun, Anayasanın, yasaların, yargının lağvedildiği bir ortamda demokratik protesto hakkını kullanmayan bir muhalefet halka nasıl umut olabilir ki? Özellikle bazı siyasi sözcülerin muktediri kızdırmamak için özenle seçilmiş kelimelerle mutedil bir dil kullanarak faşizme eleştiricikler yöneltip muhalefet ediyor görüntüsü oluşturmaya çalışması çok fazla sırıtıyor ve eminim halkı da rahatsız ediyordur.“ Demirtaş bu tespiti yaparken, (haklı olmasına rağmen) seçim öncesi Cumhurbaşkanı adayı olarak, halkı ısrarla sandıklara davet ederek, bile bile lades diyerek bu sürecin hazırlayıcılarından biri olmamış mıdır? Elbette olmuştur. Ancak onun bugün üzerine parmak bastığı başka bir sorun vardır. “Tatil havası” denilen havanın aslında bugün oluşmadığı, uzun bir dönemdir HDP’yi etkisi altına aldığı bilinmektedir. Türkiye Kürdistanı’nda onlarca katliam yapılırken, köyler, ilçeler, sokaklar yerle bir edilip, yüzlerce kişi katledilirken söze dökülmüş ancak pratik karşılığı zayıf olan direniş çağrısı, meclisten başlayarak alanlara doğru taşmayan (birkaç açıklama ve birkaç milletvekilinin bireysel çabası dışında) tutumlar, eş başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları, meclis üyeleri, DKÖ temsilcileri, seçmen tabanı tutuklanırken yine aynı yaklaşımla meclisin, legalizmin sınırları içinde tipik bir parlamentarist tutumla hareket eden aynı HDP idi. Büyük hedeflerle, Türkiyelileşmek adına kurulan HDP’nin, bugün beklentilerin çok gerisinde bir politik hatta ilerlemesi, sürece müdahale etmesi bizce sorunludur ve değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.
ÖZELEŞTİRİDEN KAÇIP, GERÇEKLERE GÖZÜNÜ KAPAMAK, LİBERAL BURJUVAZİYE HAS BİR SİYASET YÖNTEMİDİR
Demirtaş’ın HDP’nin özeleştiri vermesi gerektiğine yönelik açıklamasına ilk tepki, HDP Eş Başkanı Sezai Temelli’den geldi. Sezai Temelli HDP’nin son kongresinde eş başkanlığa seçilmiş, liberal demokrat bir kişiliktir. Temelli deyince ilk akla gelen özelliği, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği referandumuna “Yetmez ama Evet” diyenler arasında olmasıdır. Aslında bu yön “dünde kaldı, bugün değişti” şeklinde açıklanamayacak kadar önemli ve sıkıntılıdır. O dönem için utangaçça bir AKP destekçiliği anlamına gelen bu tavır, bunun altına imza atan, kendisini “liberal demokrat” olarak tanımlayanların, aslında yenilikten ve demokrasi özlemi ve beklentisinden çok, güce tapan, dönemin koşullarına göre kabuk değiştiren bir duruşun göstergesidir. Faşist diktatörlüğü ve onun dümenindeki klikleri sınıfsal niteliğine göre değerlendirmeyen, her demokrasi söylemini adeta şekere bulayıp halka yutturmaya çalışan bir yaklaşım ve genel tutum söz konusudur. Sezai Temelli ve HDP içindeki bir çok liberal yaklaşımın sorunlu olduğu nokta burasıdır. Bir elini demokrasi mücadelesi için kullanırken, diğer elini egemen sınıflarla uzlaşma için kullanır. Sorunlu olan ise bu kesimlerin HDP’de liderlik noktasına kadar taşınmasıdır. Bunun siyasetteki adı da, burjuva liberalizmidir. Ya da en yalın haliyle oportünizmdir.
Temelli’nin Demirtaş’ın açıklamasına ilk tepkisi; “Demirtaş’ın yöntemi yanlış, özeleştiri vermeyeceğiz“ şeklinde oldu. Daha sonra hem HDP içinden, hem de diğer çevrelerden gelen tepki ve eleştiriler üzerine, bu açıklamasından çark eden Temelli, “Eleştiri ve özeleştiri partimizin temel ilkelerinden biridir. Bizler özeleştiriyi basın veya sosyal medya üzerinden değil, halkımıza, yoldaşlarımıza ve yetkili kurullarımıza veririz” dedi. Bu yaklaşım bile başlı başına sorunludur, düzeltilmelidir. HDP’ye ve Demirtaş’a oy vermiş milyonlarca insanın, Demirtaş’ın HDP’ye yönelik eleştiri ve önerilerini bilmeye, öğrenmeye hakkı vardır sanırız. Bunun yol ve yöntemleri elbette tartışılır, ancak bize göre buradaki “özeleştiri vermeyeceğiz“ yaklaşımının altında yatan başka nedenler bulunmaktadır. Bir kitle partisi olan HDP’nin belli tartışmaları ve sorunları kitleye kapatması hiç kuşkusuz demokratik değildir. Temelli “kol kırılır yen içinde kalır” yaklaşımı ile çokça lafını ettiği “kitleye açık siyaset” yaklaşımını mahkum etmektedir.
DEMİRTAŞ’IN ELEŞTİRİLERİ VE ÖZSEL SORUNUN KAVRANAMAMASI
Öncelikle Demirtaş HDP’nin gerçekliğini yalın bir şekilde ortaya koymakta, “...Oysa öncünün yapması gereken ilk şey, tez elden yeni bir direniş hattı belirleyerek pratikte de ortaya koymak olmalıdır. Mücadeleyi tümüyle işlevsiz hale getirilmiş TBMM’ye sıkıştırma orada demokrasicilik oynama siyaseti tam da AKP-MHP faşist bloğunun arzu ettiği şeydir. Bu nedenle, HDP’nin bir an önce “tatil” havasından çıkıp sahaya inmesinde fayda var…” demektedir. Bunun anlamı, mücadelenin geliştirilmesi, halkla bütünleşilmesi ve parlamentonun çözüm merkezi olmaktan çıkarılıp, başka alternatiflere yoğunlaşılmasıdır. Peki buna Temelli ve HDP kontenjanından milletvekili olmuş ya da parti içinde yöneticilik yapan diğer liberal solcular hazır mıdır? Bunun sonucunda elbette bedel ödemekte vardır. Peki bu bahsini ettiklerimiz, eleştiriye tabi tutulanlar buna hazırlar mıdır? Sanıyoruz ki değiller. Bundan kaynaklı gerçeklerin ağır, sarsıcı ve acı yüzüyle karşılaştıklarında ilk elden ayak diremek, görmezden gelerek reddetmek en kolay ve kabul edilebilir bir siyasal yöntem olarak öne sürülmektedir.
Ancak buradan eleştirenlerin, süreçten memnun olmayanların, meclisi birincil mücadele alanı olarak görülmesinden huzursuz olanların da HDP’nin var olan çizgisinde birinci derecede sorumlulukları unutulmamalıdır. Meclisin olabildiğince işlevsizleştiği, faşizmin artık bu maskeyi kullanmaktan adeta imtina ettiği koşulda “ne pahasına olursa olsun meclisi terk etmeme” tutumu bir “ilke” haline getirilmiştir. Mecliste kalarak, bir mücadele mevzisini korumaya indirgenmiş, bu “mevzinin” halkın mücadele dinamiklerine yönelik tüm zehirleri adeta halka şırınga edilmiştir. Seçimler döneminde “meclisle demokrasinin geleceği, barajları yıkarak her şeyin güzelleşeceği” propagandasının yarattığı zararlı iklim, manipülatif siyaset hala masaya yatırılmamaktadır. HDP seçimler sonrası kuşkusuz “tatil havasına” girmemiştir. Bu bir gecede nehrin donmaması hikayesi gibidir. HDP izlediği bir siyasetin, kendi torbasına doldurduğu her renkten kesimin bir kesişme noktası niteliğindedir. Bu noktada özellikle HDP’yi kuşatan çizginin liberal-burjuva çizgi olduğu, devrimci kesimi bu çizgiye eklemlediği, ulusal hareketin dinamiğinin “barış” ve “uzlaşma” siyasetiyle körleştirildiği ve bugün HDP içinde de parlamentarizm eleştirilerine giden yolun bir süreç boyunca örüldüğü unutulmamalıdır. Bu çizginin “tatilden çıkın” eleştirileriyle irdelenemeyeceği açıktır. Daha derinlemesine bir ideolojik-politik hesaplaşmanın yapılması, gelinen noktada adeta meclis içi muhalefet anlayışının felç edici etkisinin nedenleri üzerinde durulmalıdır. Ancak bu noktada HDP çizgisinin ve onun etrafında kenetlenen devrimci anlayışların bu sorgulamaya girecek cesaretten, ferasetten ve cüretten yoksun olduğu görülmektedir. Oluşmuş çizgiye hala büyük umutlar bağlanmakta, “sokakta da varız” söylemiyle bu çizgiye meşruiyet katıldığına dikkat çekmekte fayda vardır. Bu yaklaşım sokağın kullanımının da meclis içi muhalefeti etkin kılmaya yönelik bir anlayışla biçimlendirilmesi çabasını kaçınılmaz olarak doğuracağı unutulmamalıdır.
Bir diğer HDP’li liberal demokrat Ahmet Şık, daha seçildiğinin birkaç gün sonrası, HPG’nin iki gerillanın öldürülmesine ve onun dışında da ihbarları sonucu birçok kişinin tutuklanmasına neden olduğu için cezalandırdığı Mevlüt Bengi’nin ardından yaptığı açıklama şöyledir: “Yaşam hakkını, her kim olursa olsun herkes için savunuyorum. Bu hakkın ihlaline yönelik hiçbir eylem ya da infaz arzu ettiğimiz barışa, kan dökülmesinin sonlanmasına asla hizmet etmez. Kınamakla yetinmeyip karşı çıkmaya da devam edeceğiz.” Oylarıyla seçilmiş halkın çocuklarının ölümüne sebep olmuş birinin ardından yapılan bu açıklama bile, kime karşı, neye karşı mücadele edeceklerini şaşırmış bu liberallerin, bu zati muhteremlerin Kürt halkının sorunlarına çözüm olamayacağının, onları temsil edemeyeceğinin göstergesidir. Ama bunun da ötesinde bu yaklaşım bir kişide somutlanmış bir şey değildir. Bugün HDP’yi kuşatan ve silahlı mücadeleden ölümüne korkan liberal ancak demokrasi istemini de dillendiren ve kamuoyu oluşturma etkisine sahip kesimlerce de ifade edilmesidir. Bu bir sınıf tutumuna, siyasal tutuma işaret etmektedir. Ulusal hak ve özgürlük mücadelesini silahlardan arındırmaya, onun meşru silahlı mücadelesine karşı “Truva Atı” rolü oynamaktadır. Bu kesimlerin HDP’ye yönelik en büyük ilgisinin bir nedeni demokrasi istemi iken diğer bir nedeni ise Kürt ulusal hak ve özgürlük mücadelesini kırıntılar karşılığında silahlarından arındırmaktır. Kuşkusuz bunu yapma gücü ve kudreti ayrıca tartışılır. Fakat HDP üzerinden gerçekleşen bu propaganda demokratik, ilerici kesimlerin bu gerici fikre, teslimiyetçi hatta ikna edilmesi için oldukça işlevli olmaktadır. Demokrasi, devrim mücadelesi adı altında HDP etrafında kenetlenen siyasi çizgi, bugün reformizmi ürettiği kadar tasfiyeciliğin “özgürce” bayrak sallandığı mecra haline gelmektedir. Parlamenterizm, silahlı mücadelenin kuşatılması gibi bir çok tehlikeli yaklaşım türemektedir ve varolma zemini, kamuoyunu şekillendirme olanakları bulaktadır.
ÖZGÜRCE AYRILMA HAKKINDA ISRAR SOSYAL-ŞOVENİZMİN BESLENDİĞİ KAYNAĞIN KESİLMESİDİR
Kürt Ulusal Hareketi “Türkiyelileşme” adı altınca ortaya koyduğu projeyle, HDP’yi burjuva liberal siyasete ve liberal düşüncelere açık hale getirmiş, aynı zamanda bu bir aşı olarak HDP’de tutmuştur. Sezai Temelli’nin eş başkan adaylığının açıklanmasının ardından, Hasip Kaplan gibi isimlerle başlayan bir takım polemikler, uç veren tehlikelere yönelik gösterilen işaret tabelaları gelinen aşamada yerini somut bir gerçekliğe dönüşmüştür. Ancak sadece uç veren yanlarıyla bunu tartışmak sorunun ideolojik-politik derinliğini hafifletecektir. Ancak bu uç vermiş yan HDP’de cisimleşen sorunlarla beraber daha güçlü tartışma zemini doğuracaktır. Nitekim Demirtaş’ın kısmi eleştirileriyle HDP’yi destekleyen geniş bir kesim zembereğinden boşalmışçasına eleştirilerini yoğunlaştırmaya başlamıştır. Meclis boykotu da dahil bir çok şey daha agresif bir şekilde tartılmaya açılmıştır. Bir tarafta hemen her gün büyük bedeller ödeyen, öldürülen, işkenceye maruz bırakılan, sömürülen, ulusal kimliği elinden alınmak istenen bir kesim, diğer taraftan bu kesime öncülük etmeye çalışan liberaller. Bu geminin bu şekilde şu almaya devam edeceği bilinmelidir.
HDP’den devrimci bir parti gibi tavır takınmasını elbette beklemiyoruz. Ancak, halkın, seçmeninin kitlesinin onlarca sorunu varken, tepeden bakan, kendini parlamentoya sıkıştıran, dar deneyci, müdahalesiz bir pratik hattın demokratik-devrimci niteliklerde bir aşınmaya işaret ettiğini belirtmemiz gerekmektedir. “Türkiyelileşmek” politikası Kürt ulusal hakları noktasında demokrat, anti-faşist ve ilerici çevrenin bir buluşma noktası olabilir. Ancak bu Kürtler’in “Kendi Devletini Kurma Hakkı”nı reddeden bir anlayışın da var olduğu zemindir. “Tam hak eşitliği”, “kayıtsız şartsız Kürt ulusal haklarının tanınması” gibi Kürt sorununda kesin çözümün bu anlayışla manipüle edildiği ve edileceği de kesindir. Demokrat ilerici Türk halkını Kürt ulusunun “Özgürce Ayrılma Hakkı”nın üstünün örtülerek “Türkiyelileşme” politikasıyla ikna edilmesi ancak onun siyasal bilincinin bulanıklaşmasını getirebilir. Kürt ulusuyla tam hak eşitliği ekseninde bir arada iki eşit ulus olarak var olmaya ikna etmez. Belli koşullarda bu zararlı siyaset tersine dönecektir ve sosyal-şovenizm hiç olmadığı kadar tehlikeli bir niteliğe bürünecektir. Bu örtülü sosyal-şoven damarın HDP eliyle beslenmesi gerçekliği ise bugün tüm ilerici, devrimci, demokrat kesimin unuttuğu bir gerçektir. Bu damarı besleyen ana kaynak ise liberal-burjuva anlayışlar, kesimler ve kendini Türk halkının öncüsü gören devrimci-demokrat yapılardır. Buna zemin sunan, olanak açan ise Kürt Ulusal Hareketi’nin siyasi çizgisi, “Türkiyelileşme” adı altında “Özgürce Ayrılma Hakkı”nı inkar eden paradigmadır.