HBİM “Eylemleri” ve Tuzun Kokması!

“Ekolojik bilinç yurt sevgisi ve dünya sevgisini iç içe taşıyan bir olgudur.” (DTK’nın Demokratik Özerk Kürdistan Modeli Taslağından)

Emperyalist-kapitalist sistem büyük kar elde etme amacıyla, sadece insan emeğine bir vampir gibi yapışmaz, aynı zamanda doğanın üzerinde de onun tüm bereketli damarlarını emen ve kurutan bir sülük gibidir. Doğayı acımasız bir şekilde talan eder, dengesini bozar, onun sistemini değiştirir ve insanlığın ihtiyaçlarından uzaklaştırarak çölleştirir. Bu durum, bu gerçeklik dürüst bilim insanları, çevreye duyarlı samimi tüm kesim ve örgütler, emperyalist-kapitalist sisteme düşman devrimci ve komünist özneler, bu sistemden rahatsız olan ama iyileştirmeleri yeterli bulan tüm siyasi çevreler, doğrudan doğaya dayalı üretim içinde olan tüm toplumsal güçler tarafından kabul edilmektedir. Kuşkusuz bu kabul karşısında konumlanış, mücadele perspektifi, örgütlenme erekleri her kesim tarafından başka şekilde gerçekleştirilir.

Kimi ilerici, devrimci ve demokrat çevreler ise ekoloji sorununu toplumsal devrimin temel sorunu olarak tanımlarken bir kısmı da belli başlı çelişmelerden birisi şeklinde tespit edilerek toplumsal devrimin dinamiği olarak görmektedir. Özellikle Kürt Ulusal Hareketi’nin Demokratik Konfederalizm-Demokratik Özerklik şeklindeki toplumsal kurtuluş paradigmasında “Cinsiyet Özgürlükçü, demokratik-ekolojik toplum” formülasyonu bu meseleyi merkeze oturtan bir yaklaşımı içermektedir. Kürt Ulusal Hareketi’nin toplumsal sözleşme olarak örgütlediği KCK Sözleşmesi’nde Ekolojik bilinci esas almayan ve insanın doğa üzerindeki tahakkümünü ortadan kaldırmayı hedeflemeyen bir demokrasinin niteliği zayıf kalacak ve toplumun gerçek seçeneği olmayacaktır” vurgusu meselenin önemine dair kesin, kararlı bir yaklaşımı içermektedir. Doğaya karşı duyarlılık, doğa ile insan arasındaki ilişki, sınıflı toplumların doğaya yaklaşımına dair eleştirileri ve buna karşı konulan çözüm KCK için ilkesel düzeydedir. Ve ortaya koyuş biçimi ve yaklaşımı “evrensel” ölçülerle tanımlanmıştır. Bir tarihi kesit, bir toplumsal ya da ulusal kesim için değil, insanlığın bütünü için konulan bir perspektif ve yaklaşıma sahiptir.

2019 Haziran sonundan itibaren Halkların Birleşik İntikam Milisleri (HBİM) imzasıyla Hatay Dörtyol, Tokat, Muğla, İzmir ve İstanbul’da faşist devletin saldırılarına karşı peş peşe “eylem” açıklamaları yapıldı. “AKP-MHP faşist blokunun zulüm kasaları turizmden beslenmektedir. Buradan elde ettikleri gelirle bölge halklarına zulüm uygulayan iktidarın gelir kaynaklarından olan turizm sektörü hedefimizdir… Faşizmin kirli propaganda araçları, zulmü meşrulaştıran TV kanalları hedefimizdir” diyerek eylemlerinin asıl hedeflerini ortaya koymuştur. Gerçekleşen eylemler ise TV vericileri, Oteller ve bunların kurulduğu alanlar olmaktadır.  HBİM açıklamalarının siyasal-ideolojik muhtevası Kürt ulusuna, değerlerine, halka, kadınlara, emekçilere yönelik saldırılara karşı durmayı amaçlayan propagandaya sahiptir. Hangi siyasal programa, amaca ve örgütlenmeye bağlı olduğu anlaşılmasa da bildirilerin yayınlandığı mecralar, açıklamaların dili vs. belli veriler sunmaktadır.

Bu grubun TV vericilerinin ve otel yerleşkelerinin bulunduğu alanlara yönelik eylemleri ciddi bir orman yangınına dönüşmekte, geniş ormanlık araziler yanmaktadır. Özellikle son olarak İstanbul Aydos, Muğla’nın Dalaman ve Milas ilçelerindeki eylemler sonrası çıkan orman yangınları ciddi düzeyde tahribat yaratmıştır. Muğla’da gerçekleşen orman yangınına Türk Hava Kurumu hava söndürme donanımlarıyla müdahale etmediği için 250 hektarlık orman alanı kül oldu.

EKONOMİK VE POLİTİK VAROLUŞSAL NEDENLERLE DOĞAYA DÜŞMANLIK

Türk devleti emperyalist-kapitalist sistemin bir parçası olarak onun doğayla kurduğu tahrip etme, yok etme, çölleştirme ve onun sistemini bozmaya yönelik tüm politikasının daha pervasız, daha sınırsız bir uygulayıcısı durumundadır. Türk hakim sınıflarının ranta dayalı ekonomik sisteminde, doğanın talan edilmesi önemli bir yerde durur. Yerleşime açılmak üzere yaygın şekilde ormanları yakmak, maden aramalarında doğaya zarar verecek her yola baş vurmak, enerji elde etme adına su akan her dereyi kapatmak-her maden alanında kontrolsüz termik santral açmak-eskimiş teknolojiye dayalı nükleer enerji santralleri taşımak, köylülerin üretim aracı olan tarlaları-bahçeleri-bağları gasp etmek ve talana açmak gibi bir dizi uygulaması söz konusudur.

Bunun yanında özellikle T. Kürdistanı’nda yürüyen savaşta başta gerillanın yaşam alanları olmak üzere, gerillanın halkla temas kurabileceği tüm alanları bir savaş aracına dönüştürmek daha doğrusu yok ederek-kurutarak-çoraklaştırarak kullanılmaz hale getirmek gibi bir yönelimi ve politikası vardır. Bu politika ormanları yakmak, barajlar kurmak, maden alanları açmak gibi pratiklerle karşılık bulur. Bunun yanında T. Kürdistanı’nda doğaya yönelik saldırılar aynı zamanda ulusal kültüre yönelik tahrip etme amacına da içkindir. Yine ulusal mücadele bilincini köreltmek için ekonomik etkinliğini güçlendirmede ilk hedef, doğanın acımasız tahribatı olmaktadır. Ancak burada, gerillanın ve mücadeleci güçlerin yaşam alanlarını yok etmek için doğayı da hedef alan bir yaklaşım esastır. Faşist diktatörlüğün doğaya düşmanlığı sadece ekonomik gerekçelerle hayat bulmaz aynı zamanda siyasi gerekçelerle de yaygın ve güçlü şekilde gerçekleşir. Faşizmin doğayla olan bu ilişkisi ve saldırganlığı ise başta Kürt hareketinin olmak üzere, tüm devrimci-demokrat-ilerici-çevreci kesimlerin mücadele konusu olmaktadır. Bu konuda geniş toplumsal kesimler duyarlı hale getirilerek mücadeleye seferber edilmeye çalışılmaktadır.

İYİ NİYETLE CEHENNEMİN TAŞLARINI DÖŞEMEK!

HBİM, gerçekleştirdiği eylemlerle kendini ilan ederken, faşizme karşı mücadeleyi besleyecek bir eylem biçimini değil faşizm karşısında “çaresizliği” destekleyecek, faşizmin doğayla kurduğu ilişkide ona meşruiyet alanı açacak eylem biçimlerini tercih etmiştir.

Birincisi, HBİM’in gerçekleştirdiği eylemler esas olarak yarattığı sansasyonel etkiye paralel bir güce ve kabiliyete sahip değildir. Zira bu tür eylemler düşmana yönelen, onun kurumlarını hedef alan basit eylem türü vasfına bile girmez, girmemelidir. Yapılan şey yerleşke olarak kullanılan orman alanlarının tahrip edilmesidir. Bu anlamda eylemin niteliği, gerçekleştirilme kolaylığı bir güç ve otoritenin sarsılması değil, kendini eylem gücü olarak görenin zayıflığı, güçsüzlüğü ve yetersizliğini gösterir. Devrimci-demokratik güçlerde moral değil moralsizliği, mücadele azmini değil kafa karışıklığını, otoriteyi sarsmayı değil otorite karşısında zayıflığı pekiştirir. Bu kadar açık ve net bir “eylem” olma özelliği vardır. Yararlı değil zararlıdır.

İkincisi, bu tür eylemlerin gerçekleştirilme amacı olan Kürt Ulusal Mücadelesine destek değil köstektir. Zira “cinsiyet özgürlükçü, demokratik-ekolojik toplum paradigmasının” ruhuna, felsefesine bir suikasttır. Onun paradigmasıyla tezattır, ona destek olma adı altında onu bunalımlı bir çelişki içine sokmayı getirecek sonuçları vardır. Yani eylemin ve gerçekleştiren HBİM’in politik amacı ideolojik paradigmayı hedefleyen içeriktedir. Gerçekleşecek eylemin doğayı tahrip edeceği açık ve nettir. Bu anlamda “ekolojik toplum paradigmasının” karşısındadır. Zira eylemin verdiği tahribat ifade edilen hedeflerden daha çok direk doğaya yöneliktir. Yani eylem hedefi içinde doğanın kısmen zarar görmesi değil, doğaya verilecek zarar esasa alınarak “TV vericileri, otel” vs. denilerek meşruiyet arayışı vardır. Aranan meşruiyetin burada bulunamadığı, bulunamayacağı açıktır. Alınan abdest ürkütülen kurbağaya değmemiştir. Amaç hasıl olmadığı gibi, doğa düşmanı faşist diktatörlüğün bu konuda elini yıkamasına objektif olarak su taşımaktadır.

Üçüncüsü, faşist diktatörlük için bu “eylemler” bulunmaz nimet olmuştur. Karşı-propagandasını dahi yapma ihtiyacı duymayacak şekilde ekmeğine yağ sürmektedir. Zaten rant alanı olarak bizzat sistemin ve uzantılarının yapmak istediği şey “hasmı” tarafından gerçekleştirilmektedir. Hem de “hasmı” alay-ı vala ile bunu ilan etmektedir. Yani faşist diktatörlük bu vesileyle kendisine açılan rant alanından da memnundur. Bundan sonra bu tür rant alanı açmak için gerçekleştireceği pratiklere de bulduğu bir “kulp” olarak bakmaktadır.

Dördüncüsü, hali hazırda T. Kürdistanı’nda başta Hasankeyf’de yağmalanan doğaya, Dersim-Lice ve Botan’da gerilla alanlarının yakılması-yok edilmesine, Rojava’da ekin alanlarının tahrip edilmesine, Karadeniz’de HES’lere, ODTÜ’de yurt açmak için kıyımdan geçirilen ağaçlara karşı bir dizi politik ve çevre sorunu ekseninde mücadele söz konusudur. HBİM gerçekleştirdiği eylemlerle, bu mücadelelerin faşizme yönelen oklarını köreltmekte, onun hızını kesmekte, kamuoyu duyarlılığını sabote etmektedir. Bu kadar açık ve nettir. Bunu görmemek ya politik körlüktür ya da “doğa” üzerinden “kısas” hukukunun kölesi olmaktır.

HBİM açık ve keskin bir dille eleştirilmelidir. Bildirilerde eylem hedefi olarak konulan kurumlar ortaya çıkacak sonuç karşısında ayağı ayakkabıya uydurma gerekçesidir. Bu eylemlerin ne Kürt Ulusal Hareketi’ne ne Kürt ulusal bilincine, ne faşizmin topyekün saldırılarını hedeflemeye, ne halka, ne devrime, ne barışa, ne savaşa, ne sınıf mücadelesine, ne demokratik mücadeleye ne de doğaya bir faydası vardır. Devrimci eylem meşrudur, haktır. Devrimci mücadele ve eylemlerde büyük küçük ayrımı yapılmaz. Ancak faşizmi aşındırması, onu hırpalaması, kitlelere güven vermesi, tarihsel haklılığa dayanması, militanlaştırması, militanı eğitmesi ve eylem yeteneğini geliştirmesi, politik ufku olması beklenir. Bu eylemlerin hiçbirine katkısı olmadığı, tüm bunları sabote edecek karakterde olduğu açıktır. Bu eylemler tereddüde yer bırakılmayacak şekilde faşizme karşı savaşımın ve mücadelenin politik amacına kan taşımamakta tam tersine kan kaybettirmektedir.