Hayvan hakları, insan harici hayvanların tümünün ya da bir kısmının kendilerine ait bir özerkliğe sahip olduğu ve acıdan kaçınma gibi temel güdülerinin tıpkı insanların temel güdülerini korunması gibi korunması gerektiği fikrinden doğan hak talebi ve savusudur. Hayvan hakları kavramı, insan harici hayvanların insan amaçlarına uygun düştüğü biçimde kullanılabilecek birer eşya olmadığı, kendi arzuları ve ihtiyaçları olan bireyler olarak muamele görmeleri gerektiği anlamına gelir.
Alışılmışın aksine “köpek sorunu” değil “köpeklerin sorunu” demek daha doğru. Sokak köpekleri meselesi yeni ortaya çıkmış bir sorun değildir. Sadece bizim topraklara ait olan bir sorun da değildir. Ancak bizim ait olduğumuz toplumsal sistemin egemenlerinin bu sorunu ele alışına dair tarihsel bir serüveni de vardır. Osmanlı zamanlarının 1800’lü yıllarında hayvanların bakımı için görevlendirilen, kelime kökü İtalyanca “yemek” anlamına gelen “mangiare”den gelen “mancacılar”ın görevi sokak hayvanlarını beslemekti. 1910’lara gelindiği zaman güdülen “modernleşme endişesi” sebebi ile dönemin İstanbul Belediye Başkanı Suphi Bey İstanbul’daki sokak köpeklerinin toplatılması emrini verdi. Sanki modernleşmenin önündeki tek engel sokaktaki köpeklermiş gibi hareket edilen ve aynı zamanda bu topraklarda yaşanan en korkunç hayvan katliamı olan hayvan hakları tarihinin kara lekesi: Hayırsız Ada Sürgünü. Toplanan köpekler, öncelikle Topkapı dışındaki hendeklerde tutuldu. Ancak gelen şikâyetler sonrası, bugün Sivriada olarak da bilinen Hayırsız Ada’ya gönderilmelerine karar verildi. Ancak Hayırsız Ada kayalıklardan oluşuyordu ve burada herhangi bir canlının yaşamasına imkân yoktu. Dolayısıyla 80 bin köpek ölüme terk edildi.
Türkiye’de hayvan hakları, 1 Temmuz 2004 tarihli 5199 numaralı Hayvanları Koruma Kanunu ile düzenlendi. Kanuna göre büyükşehir, il ve nüfusu yirmi beş bini aşan büyükşehir ilçe belediyeleri ile diğer belediyelere hayvan bakım evleri kurulacak. Sahipsiz, güçten düşmüş ya da tehlike arz eden hayvanlar bu bakım evlerinde rehabilite edilecek, kısırlaştırıldıktan sonra alındıkları bölgeye bırakılacak. Değinilmesi gereken diğer bir önemli mesele de barınak şartlarının sağlıksız ve işlevlerinden uzak olduğudur. Unutmayın ki köpekler sosyal canlılardır ve barınaklar yaşam alanı değil, geçici tedavi ve bakım merkezleridir. Ayrıca Türkiye’deki barınakların birçoğu son derecede güvensiz durumdadır.
Akabinde 2019 yılında Meclis’te bir Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu kurulmuş ve komisyonun hazırlamış olduğu bir rapora göre uyutma meselesi, yalnızca hasta ve tedavi edilemez hayvanlar ve kontrolü mümkün olmayan birtakım hayvanlarla sınırlandırılmıştı. Daha sonrasında kedi, köpek gibi evcil hayvanlara çip takılarak dijital kimlik sistemi getiren, ev hayvanlarını terk edenlere yaptırımlar öngören Hayvanları Koruma Kanunu Temmuz 2021’de yürürlüğe girmişti. Kanunda göze çarpan en önemli maddelerden biri de nüfusu 75 bini aşan il ve ilçe belediyelerine 31 Aralık 2022, nüfusu 25 ile 75 bin arasında olan diğer belediyelere ise 31 Aralık 2024 tarihine kadar hayvan bakım evi kurma zorunluluğu getirilmiş olmasıydı. Ayrıca meclisteki tüm siyasi partilerin isteği üzerine bir hayvan hakları fonu kurulacaktı. Bu fonun giderlerini belediyelerin aldıkları emlak, çevre, temizlik vergilerinden aktarılacak paylar, at yarışından, Milli Piyango gibi şans oyunlarından aktarılacak paylar ve idari cezalardan aktarılacak paylarla, bağışlardan oluşacaktı.
Hayata geçirilemeyen bu fonda biriken paralar, bakımevlerinde ve sokaktaki hayvanların kısırlaştırılmasında kullanılacaktı. Yerel yönetimlerce kurulan yaklaşık 99 bin hayvan kapasiteli 289 hayvan bakımevi bulunuyor oysa Türkiye’de toplam bin 441 yerel yönetim bulunuyor. Tarih bu noktada tekerrür etmiş olacak ki AKP’nin yeni yasa tasarısı ile birlikte aslında 114 yıl önceki Hayırsız Ada katliamından bir adım bile ileri gidilememiş, aksine daha da geriye düşmüş bir tablo gözler önüne seriyor. Düzenlemeye göre, sokak köpekleri önce barınaklara alınacak, internette sahiplendirmek için ilanlar verilecek ve 30 gün içinde sahiplenilmeyen köpeklere iğne ile ilaç verilip uyutulacaklar. Diğer sistem partilerinden bir itiraz gelse dahi insan canına bu kadar düşman olmalarına rağmen sokak hayvanlarının hakkını savunma seferberliğine girişmiş olmaları dikkat çekici bir çelişki ve ayrı bir yazının konusu… Halkın azgın şekilde sömürülmesi, her türlü özgürlükten mahrum bırakılması, sisteminin bekası için “çocuk, kadın demeden” katliamlara girişmesi gerçekliğini destekleyenlerin hayvanların haklarına yönelik yaklaşımı gerçek yüzlerine örtülmüş bir perde ya da burjuva feodal gericiliğin tipik riyakârlığıdır. Egemen sınıfların toplumsal sorunlar ve ona bağlı olarak ortaya çıkan doğa sorunlarına dair yaklaşımları kesin şekilde kendi sömürü sistemlerinin çıkarına dayanır. Birincisi, kâr amacıdır, ikincisi ise sorunlar üzerinden oluşan toplumsal çelişki ve tepkileri kendi siyasal çıkarlarına uygun olarak kullanmak şeklindedir.
AKP-MHP blokunun üstün çabası(!) ve Büyük Birlik Partisi’nin desteğiyle 1 Temmuz’a kadar yasalaşması beklenen tasarı, kamuoyundan gelen tepkiler üzerine yasa tasarısının Meclis’e sunulması kısa bir zamanlığına da olsa ertelendi. Aynı zamanda kendilerini temize çıkarmak için yayınlanan birtakım raporların arkasına sığınıldı.
Bu raporlara gelmeden önce bir kez daha sorulması gerekenlere dikkat çekmek gerek. Çözümü her zaman katletmekte bulan faşist devlet, 2004 ve 2021 yıllarında çıkan yasaların ne kadar uygulanıp uygulanmadığını denetledi mi? Eğer denetledi ise sokak köpeklerinin ne kadarı kısırlaştırıldı, bakım evlerinde tedavi edildi veya kuduz aşısı gibi yıllık aşılarının ne kadarı gerçekleştirildi, sahiplenen köpeklerin kaçına çip takıldı ve takibi yapıldı, evcil hayvanlarını sokağa terk edenlerin ne kadarı tespit edildi ve ne kadarına caydırıcı ceza uygulandı, bin 400’ün üstünde yerel yönetimin yapması gereken bakımevlerinin ne kadarı kontrol edildi? Bütün bunlar denetlenmedi, yapılmadı ve de yapılmayacaksa her zaman olduğu gibi göz boyamak için mi o kadar yasa çıkarılıp fon kararları alındı?
Türkiye Veteriner Hekimler Derneği’nin, 2023 tarihli “Sahipsiz Sokak Hayvanları Raporu”na göre Türkiye’de 6.5 milyon civarı sahipsiz köpek olduğu gözüküyor. Ayrıca raporda Türkiye’de her yıl, 200 binden fazla insanın sokak köpekleri tarafından saldırıya uğradığı ifade ediliyor.
Adalet Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan etki analiz raporunda köpeklerin yarattığı “sorunlar” insanların günlük yaşantılarının kısıtlanması, trafik kazalarının yaşanması, vatandaşların sokaklarda hayvan besleyen kişilerle kavga etmeleri sebebiyle toplumsal huzursuzluk ve sosyal sorun yaşanması, çiftlik hayvanlarının telef olması ve devlet kurumlarına güvenin azalması olarak sıralanmış.
Doğru okudunuz bir “sokak köpeği” saldırısı devlet kurumlarına olan güveni azaltıyormuş. Faşizmin, kendi sorumsuzluklarının sonucunu bir köpeklere yüklemediği kalmıştı, o da oldu! Ayrıca söz konusu sosyal sorun sokak hayvanlarından değil, parayla özel cins alma hastalığı olan; hayvana tecavüzü normalleştiren; arabalarının arkasına bağladıkları hayvanları yollarda sürükleyen; bilinçli olarak onları zehirleyip öldürülmesine izin veren; belediye bölgelerinde düzenli olarak besleme yapmayan, ücretsiz veterinerlik hizmeti vermeyen ve bakımevlerini usulüne uygun çalıştırmayan; halen hayvan üretim çiftliklerine ve petshoplara göz yuman; kısırlaştırma ve aşı ihtiyaçlarını karşılamayıp itlafı makul bir yöntem olarak gören sorumsuz belediyeden, doğa-çevre sorumluluğu bilincinin halkta yetersiz oluşuna dayanan, itlaf ve kısırlaştırma işlemleri aynı ücrete tekabül ederken yıllardır sahiplenilmeyen görev ve sorumluluklardan kaçmak için kestirme bir yol olarak çözümü yine en ucuz, riyakâr ve alçak yöntemlerde bulan sistem siyasetçilerinden kaynaklanıyor.
Aynı zamanda söz konusu rapora göre son 5 yılda hayvana çarpma nedeniyle gerçekleşen 3 bin 534 trafik kazasından 55 kişi yaşamanı yitirmiş ve 5 bin 147 kişi de yaralanmış. Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, 27 Mayıs’ta sanal medya üzerinden yaptığı bir paylaşımla evcil hayvanlarda dâhil olmak üzere 2018-2022 yılları arasında kuduz riskli temas sayısı ortalama 267 bin iken, 2023 yılında 438 bine çıktığını duyurdu. Dilleri olsaydı da kuduz riski taşıdıkları için özür dileseydiler!
Hayırsız Ada’dan bugüne hayvanların yaşam kalitesini artırmak bir yana insana düşmanlığını örtmek için hayvanlara yönelik bir tutum ve tartışma gerçekleşmektedir. Hiçbir şey yapmamışken, sorumluluk ve görevler yerine getirilmemişken salt bu raporlardan yola çıkarak “sokak köpekleri itlaf edilsin” yaklaşımı egemen sınıfların bildiği ve hayata geçirdiği en iyi yol olarak görülmelidir.
Öncelikle 20 küsur yıldır yapılması gerekenler yapılmadı diye suç köpeklere atılamaz. Bilimde, bir bölgedeki canlı popülasyonlarını inceleyen matematiksel biyoloji sahasına popülasyon dinamiği denir unutulmamalı ki popülasyon yönetiminin merkezine itlaf değil bilim konduğu takdirde başarılı olunur. İtlafın, popülasyonu azalttığı doğrudur ama yapılan bütün çalışmalarda görüldüğü gibi hem kısa vadeli bir “çözüm” hem de uzun vadede masrafları artırıyor. Çünkü bir köpeği öldürdüğünüzde o köpeği ortadan kaldırmış oluyorsunuz ama aynı zamanda o köpeğin sokakta doldurduğu yaşam alanını boşaltırsınız.
WWHenüz toplanmayan diğer köpekler bu açılan boşluğu çok hızlı bir şekilde doldurup eksponansiyel bir şekilde popülasyonu artırır. Bu nedenle kısırlaştırılmış köpekler uzun vadede kademeli olarak bir azalma sağlayarak popülasyonu tümden kontrol altına almış oluyor. Avrupa’da kişi başına düşen köpek sayısı bakımından rekortmen olan Romanya, 2002 yılında itlafı yasallaştırdı ve aradan geçen 22 senenin sonunda sokak köpeği sayısının azalması yolunda bir adım bile ilerleyemedi. Unutulmamalıdır ki bu işin merkezine kısırlaştırılma aktif olarak dahil edildiği takdirde başarılı bir sonuç alınabilir.
Son sözü sokak hayvanlarını siyasete alet etmeyin, politik bir yönü yoktur diyenlere söylemek gerek. Sizi Gezi’den tanıyorlar! “Bir ağacı bu kadar büyütmenin anlamı yoktu, altı üstü bir ağaçtı” demenizden tanıyorlar. O zaman da meselenin 3-5 ağaç olmadığı gibi şuan da mesele 3-5 köpek değil. Mesele faşist sistemin kitleler üzerinden ideolojik hegemonyayı da pekiştirmek için her şeyi yok etmeye yönelik politikaları. Hayvan cinayetleri birer politik saldırıdır. Bu saldırılara karşı politik olarak örgütlenip mücadele edilmelidir.