[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
“*Sizleri tutuklayan, kırbaçlayan kanunlar Hırsızlığa yol verirler bütün hısımlarıyla” *Shakespeare
Bütçe görüşmeleri Meclis’te yoğun tartışmalara sahne oldu. Meclis kelimenin gerçek anlamıyla yalnızca “sahne” işlevini kusursuz bir şekilde yerine getirdi.
Ülke gündemini işgal eden konular Meclis’te hararetli, dahası küfürlü, kavgalı tartışmalara neden oldu. Görüşmelerin son günü mutat “torba yasa” ile 200 milyar ek borçlanma yetkisi talebinde bulunuldu. Bu borçlanma talebi 2022 bütçesi içindi. Yani 293 milyarlık ek bütçeye yeni bir borçlanma talebi iliştirildi. 2023 bütçesinin akıbetinin farklı olmayacağını söylemek/iddia etmek için kâhin olmaya gerek yok!
Önceki sayımızda bu bütçenin bir savaş bütçesi olduğuna dikkat çekmiştik. 2023 bütçesi Cumhur İttifakı’nın koalisyon yapısına uygun, bu koalisyonun temsilcisi olduğu iş birlikçi sermaye kesimlerinin çıkarlarını gözeten, esası bu olan bir niteliğe sahiptir. Kuşkusuz bu bir sınıfsal tercihtir.
2023 bütçesi yalnızca aktaracağı kaynaklarla sınıfsal niteliğini ele vermiyor, vazgeçtikleriyle de sınıfsal niteliğini çok net bir şekilde göstermektedir. Toplanmaktan vazgeçilen 993 milyarlık vergi dolaylı yoldan sermayeye kaynak transferi anlamına gelmektedir; çünkü bu vergilerin çok büyük kısmı sermaye kesimlerinden alınmaktadır. Söz konusu halktan toplanan vergiler olunca devletin bütün hışmıyla nasıl borç takibi yaptığı herkesin malumudur.
2023 bütçesi bir savaş bütçesidir; çünkü bu bütçe 400 milyarı aşkın bir tutarı güvenlik bürokrasisinin hizmetine sunmuştur. Bu kaynak Türkiye Kürdistanı’nda, Irak Kürdistanı’nda ve Suriye Kürdistanı’nda Kürt halkına karşı yürütülen doğrudan savaş için kullanılacağı gibi ülkemizin tamamında işçilerin, köylülerin, emekçilerin hak taleplerini, demokrasi mücadelesini bastırmak ve sindirmek için de kullanılacaktır.
Seçime giderken siyasal iktidarın daha fazla saldırganlaşacağı, toplumu kutuplaştırarak siyaset üretmeye çalışacağı konusunda hemen herkes hemfikir. Dahası Cumhur İttifakı için 2023 seçiminin yakıtı Kürt halkının oyu olamadığı ölçüde kanıdır! Rojava’ya dönük müdahale naraları da Meclis kürsüsünden sarf edilen, Kürtleri hedef alan hakaretler de aynı duyguyu milliyetçi, şoven tepkileri körükleyip geniş yığınları kendi politikaları etrafında birleştirmeyi amaçlamaktadır. Böylelikle muhalefetin eleştirileri de sınırlanmış, dizginlenmiş olacaktır. Söz konusu Kürtler olunca burjuva-feodal partiler hemen falanks düzeni almakta, ara sınıfların bazı kesimleri şoven yüzlerini sergilemekten geri durmamaktadır.
2023 bütçe tartışmaları İçişleri Bakanlığı bütçesi görüşülürken ağzı lağım çukurunu kıskandıran Süleyman Soylu’nun şovuyla sert tartışmalara sahne oldu. Bağırıp çağırmaktan, hakaret etmekten başka bir meziyeti bulunmayan -gerçi diğer bir meziyeti de suç dünyası ile fotoğraf albümünün olması- Süleyman Soylu eleştirileri bu şekilde karşılıksız bırakabilirdi, öyle de yaptı.
Kayyım atanan belediyelerin haklarında yürütülen soruşturmalarda tek bir somut belge bulunamaması kendine hatırlatıldığında Soylu gerici, cinsiyetçi, şoven, faşist dilini kendine kalkan yaparak şovunu sergilemekteydi. Tartışmalar sıcaklığını korurken İBB Başkanı İmamoğlu’nun yargılandığı davadan ceza çıktı. Kürt belediye başkanlarının yerine kayyım atanırken görmezden gelenler bir anda halk iradesini ve bu iradeye darbe yapılamayacağını hatırladılar. Kürt siyasetçiler haklı olarak kendilerine dönük saldırılara dikkat çektiler; ama nafile. Çünkü şovenizm yalnızca gerici duyguları besleyip körüklemez; gözleri kör, kulakları sağır eder! Yaşanan tam da budur.
Soylu’nun dili, tavrı, şovu bu bütçenin özetidir aslında. Soylu şovuyla, söyledikleriyle yalnızca 2023 bütçesinin provasını sunmuştur. Bütçeyi nerede ve nasıl kullanacaklarını kendi “dar şovunda” sergilemiştir… Güvenlik bürokrasisinin bu en pespaye karakteri her şeyden önce Kürt karşıtlığını kendine görev edinmiş, Kürt kanını seçimin, haliyle siyasal iktidarın yakıtı yapan geleneksel devlet politikasının eldeki en işlevli; fakat en düşük profilli karakterlerinden birisidir.
Bütçe görüşmelerine damgasını vuran diğer bir gündem de Hiranur Vakfı’nın adının karıştığı olayda bir kız çocuğuna yıllarca tecavüz edilmesidir. Bu tecavüz olayı ülke gündemini sarsmıştır fakat siyasal iktidar başta tepkisiz kalmış akabinde üstünü örtme niyetli açıklamalarla geçiştirmeye çalışmıştır.
İsmailağa Cemaati bağlantılı, Hiranur Vakfı başkanı baba Yusuf Ziya Gümüşel’in 6 yaşındaki kızını müridi ve iş ortağı, damadı olması nedeniyle ayrıca halefi Kadir İstekli ile “evlendirdiği” haberi Diyanet’in bütçesinin yüzde 123 artışla yaklaşık 36 milyara ulaştığı bir sürece denk geldi. 2023 bütçesinde Diyanet’in yanı sıra “Din Hizmetleri ve Yaygın Din Eğitimi Programı” için 31 milyar, MEB’e ayrılan bütçeden “kâr amacı gütmeyen vakıflara” 4 milyar, ayrıca yine MEB’in bütçesinden ilköğretim ve lisede “din eğitimi” için 33 milyar kaynak ayrılmıştır. Cumhurbaşkanlığı bütçesinden de “kâr amacı gütmeyen vakıflara” kaynak ayrıldığını hatırlatmakla yetinelim. Bu kalemlerin önemli bir kısmının gerek hizmet alımı yoluyla gerekse doğrudan tarikat/vakıflara aktarılacağına kuşku yok.
H.K.G’nin yıllarca sistematik tecavüze uğraması hem Diyanet’in bütçesini hem de tarikatları tartışmaya açtı. Tarikatların tartışılması olumlu olsa da yeterli değildir. Her şeyden önce bu oluşumların hangi ilişkilerin ürünü olduğunu ve bunların hangi ilişkileri sürekli, yeniden ürettiğini ifade etmek gerekiyor. Bu örgütlenmeler tepeden tırnağa feodal örgütlenmelerdir. Engels bir keresinde “Hukuki, felsefi ve dinsel düşüncelerimiz belirli bir toplumdaki egemen iktisadi ilişkilerin daha yakın ya da daha uzak filizleridir.” diyordu. Kısacası belirli bir sosyal ilişkiye dayanıp o ilişkiyi yansıtmaktadırlar.
Burjuva-feodal partilerin hepsi bu tarikatlarla ilişkilidir. İkinci klik bu kesimlere daha fazla yaslanmakta, onların sözcülüğünü daha “tutarlı” bir şekilde yürütmektedir. Yani AKP’nin sosyal tabanının önemli bir kesimini bunlar oluşturmaktadır. AKP döneminde tarikatların daha fazla görünür olması kuşkusuz AKP’nin bu kesimlere daha fazla alan açması, olanak sunması ile alakalıdır.
Bu örgütlenmelerin salt dini yapılanmalar olmadığı, istisnasız her tarikatın ticari faaliyette bulunduğu gerçeği tarikatların özellikle tüccar sermayesi ile ilişkisini yansıtmaktadır. Kısacası simbiyotik bir ilişki söz konusudur. Siyasal iktidar ve tarikatlar arasındaki ilişkinin özeti budur.
Meclis’teki tartışmalarda da tarikat gerçekliği bir ölçüde; ama hâkim sınıfları deşifre edecek düzeyde gündem oldu. Cumhur İttifakı H.K.G’nin yıllarca sistematik tecavüze uğramasının gündemi işgal etmesinden oldukça rahatsızdı. Ensar Vakfı’ndaki tecavüz olayından sonra bakan Ramazanoğlu “Bir kereden bir şey olmaz.” demişti. Başka bir tecavüz olayından sonra Bozdağ “Küçüğün rızası var.” diyerek tecavüzcüye yardım elini uzatarak hukuki güvence sağlamıştır. H.K.G’nin yaşadıkları konusunda ise siyasal iktidar sözcüleri ve bu konuda pek sabık olan Temel Karamollaoğlu da çocuğun yaşadıklarından değil tarikatların tartışılmaya açılmasından rahatsızlık duydular.
Karamollaoğlu bu konudaki rahatsızlığını “Hukuk önünde net bir şekilde belirlenene kadar gündeme gelmemesi”ni temenni ederek dillendirdi. H.K.G’nin yaşadığı sistematik tecavüzü tarikat gerçeğinden bağımsız tartışmak tarikatları aklama çabasıdır. Bir kez daha tekrarlıyoruz: Burjuva-feodal partilerin hepsi o ya da bu düzeyde bu tarikatlarla ilişkilidir.
AKP yalnızca bu ilişkiyi görünür kılmıştır. Çünkü ikinci kliğin sözcüsü olarak AKP bu kesimlerin çıkarlarını belli oranda savunmakta, korumaktadır.
Gündemde yer edinen haliyle bütçe görüşmelerinde tartışmalara konu olan diğer bir başlık da zincir marketlerdi. Cumhur İttifakı bir süreden beridir ülkedeki hayat pahalılığının, enflasyonun sorumlusu olarak başta BİM olmak üzere zincir marketleri gösteriyordu. Gülencilerle yaşanan kapışmanın ilk kıvılcımı da dershanelerden alevlenmişti. Tabii ki meselenin özü bu değildi. Sonrasında yaşananlar da bunun kanıtıydı.
Cumhur İttifakı enflasyonun sorumluluğunu zincir marketlere yükleyerek esasta neyi amaçlamaktadır? İlgili marketlerin Cumhur İttifakı’nı destekleyen haliyle ondan beslenen marketler olduğu herkesin malumu. Dahası BİM, ŞOK, A101 tarikat bağlantılı marketlerdir. BİM, Erenköy Cemaati’nin ticari kuruluşudur. ŞOK, Ülkerlerindir ve İslami sermayenin önemli bileşenlerinden biridir. A101 de Erenköy Cemaati orijinli, sonrasında Gülencilerle ilişkili Aydınlar grubuna aittir. Migros, Özilhan’ındır. Yani TOGG’un “babayiğitlerinden” biridir. AKP destekçisi bu sermaye gruplarının bir anda hedef alınması, BİM CEO’su Galip Aykaç’ın -istifa etmek zorunda kaldı- hem MHP hem de sokak ayağı mafya tarafından açıkça tehdit edilmesi meselenin özünün görünenden farklı olduğunu anlatıyor.
Zincir marketlerle başlayıp BİM’in üzerine kalan kavga bize ne anlatıyor? Binlerce mağazası olan bu marketler seçime giderken ucuzluğa zorlanıyorsa kelimenin gerçek anlamıyla Cumhur İttifakı politik olarak tükenmiş demektir. Bu alandaki sermaye büyüklüğü dahası Tarım Kredi Kooperatifleri’nin de pastadan pay koparma çabası da unutulmamalıdır. TTK’lerin istenen ilgiyi, başarıyı yakalayamadığı malum. Ayrıca seçim öncesi tarikatlara, yandaş sermaye gruplarına bir mesaj da söz konusu. Cumhur İttifakı etrafında kenetlenme talebi, aykırı eğilimleri tehditlerle hizaya sokma, had bildirmeden de bahsedebiliriz. Meselenin yüzeye vuran görüntüleri şimdilik kavganın kontrollü yürütüldüğünü, neler yapılabileceğinin gösterilerek diş bilendiğini gösteriyor.
Bir türlü çözül(e)meyen EYT sorunu da gündemde. Haliyle Meclis’teki tartışmalara konu oldu. Söz konusu sermayenin çıkarları olunca 993 milyarın üstüne çizgi çeken siyasal iktidar, emekçilerin emeklilik hakkını, sermayeyi mağdur etmemek için nasıl gasp ederim diye taklalar atıyor. Nebati’nin kendisine yöneltilen EYT’liler sorusunu anlamamış gibi alaycı bir şekilde “EYT,(…) EYT mi?” diye karşılık vermesi her şeyin özetidir aslında. Güvenlik bürokrasisine, Diyanet’e garanti kapsamındaki projelere, tarikatlara milyarlarca lirayı akıtan, aktaran siyasal iktidar emekçilerin emeklilik hakkını sermayeye yük olmasın diye budadıkça buduyor. Erdoğan’ın daha önceleri “çift dikiş olmaz” diyerek tepki gösterdiği EYT’lileri hatırlaması tam bir ikiyüzlülük örneğidir. Seçime giderken sermayeyi üzmeden EYT’lilerin gönlünü çelmek Erdoğan’a cambazlık hünerini sergilemeye zorluyor. Erdoğan’ın işinin kolay olmadığı aşikâr. Sermayenin yükünü hafifletmeden EYT’liler için adım atmak imkânsız.
Türkiye Varlık Fonu da tartışmaların odağıydı. Denetim dışı özelliğiyle merkezi bütçenin yanında ikinci bir bütçe niteliğine sahip TVF kara delik gibi kamu kaynaklarını yağmaya açtığı, kamu kaynakları toplanarak borçlanmalarda bu varlıkların teminat gösterildiği, şeffaflık ilkesinin uygulanmadığı, bütçe dışı olup merkezi bütçeden nemalanan bir yapıya sahip olduğu eleştirileri yanıtsız bırakıldı.
Bütçe görüşmeleri hem seçim atmosferine dair işaretler verdi hem de Cumhur İttifakı’nın esasta hangi kesimlerin çıkarlarını koruyup kolladığına, Kürt karşıtlığının hâlâ en popüler, işlevli hizaya sokma, muhalefeti dizginleme argümanı olduğu da anlaşıldı. Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza halk iradesinin gaspı diye muhalefeti birleştirirken seçilmiş Kürt siyasetçilerin yerine kayyım atanması, vekilliklerinin düşürülmesi, tutuklanmaları geçiştirilen ifadelerle gündem olabildi ancak. Muhalefetin demokrasi ile sınavı bu iki örnek karşısındaki refleksleriyle doğrudan ilintilidir. Kuşkusuz farklı bir refleks beklemek de ahmaklık olur(du).
Tarikatlar tartışması da muhalefetin sinir uçlarını ele veriyor. AKP sonrası bu ilişki muhalefet lehine düzenlenerek hizaya girmeyen tarikatlar devletin refleksleriyle tanışacaklardır. Tarikatlar tartışmasını ilgili örgütlenmelerin hangi ilişkilerin ürünü oldukları ve hangi ilişkileri ürettiklerinden bağımsız tartışmanın isabetli olmadığına dikkat çekmiştik. Bu bağlamda tarikatların doğrudan DHD’nin tasfiye etmeyi amaçladığı ilişkileri, güçleri temsil eden oluşumlar olduğu unutulmamalıdır.
2023 bütçesi emekçi kitlelere açlığı, sefaleti reva görürken sermaye kesimlerine, asalaklara, tarikatlara milyarlarca lira akıtacaktır. 2023 bütçesi hâkim sınıfların kendi çıkarlarını halkın çıkarıymış gibi gösterilmesine iyi bir örnektir. Rıza üretme kapasitesini yitiren AKP savaş çığırtkanlığı yaparak bir kez daha Kürt karşıtlığını seçimin dinamosu yapmayı amaçlamaktadır. Cumhur İttifakı kitleleri saflaştıracağı, gücünü konsolide edeceği en gerici argümana sarılarak şovenizmi kışkırtıp hem muhalefeti dizginlemeyi hem de Kürt hareketini kriminalize ederek zayıflatmayı amaçlamaktadır.
Yazıyı Shakespeare’in sözleriyle bitirelim: “Yüreğiniz ferah olsun olabildiği kadar/ En uzun gecelerin de bir sabahı vardır.”