2 Haziran 2020’de Dersim Ovacık’ta ölümsüzleşen Halk Savaşçısı Hasan Ataş’ın (Şerzan) kaleme aldığı yazıyı paylaşıyoruz.
2018-19 kampının ufak bir penceresi var. Yeşilli, siyahlı, beyazlı, sarılı renkleriyle bir parmak kuşu pencerenin önüne konup duruyor. Konup havalanıyor. Gözlerim parmak kuşun ardına takılıp gidiyor beyaz karların üzerinde… Beyaz, alçalıyor, yükseliyor, eğiliyor, bükülüyor, uzayıp gidiyor göz alabildiğine. Beyaz, gözümü alıyor, kamaştırıyor, üşütüyor. Yalnızlık hissi uyandırıyor. Ürkütüyor beyaz. Sonra çaresizlik hissi, beyaz. Kasılıyorum, dertop olup içe çekiliyor derim, küçülmüş gibi hissediyorum bedenimi… Göz alabildiğine uzayıp gidiyor, umarsız beyaz.
Bir yerde maviye değiyor, bozuluyor büyü. Bir yerde kayalar, örtememiş beyaz, kayaların üzerinde yosun, bozuluyor beyaz. Sonra birçok yerde bir anıt gibi beyazın bağrına saplanmış duruyor yapraksız ağaçların gövdeleri. Kahverengi bir anıt, kökü toprakta, bozuluyor beyaz…
Beyaz, boşuna burjuvaziyle özdeşleşmemiş diye düşünüyor insan. İnsanlar öldürülüyor. Kimi hafriyatın altında kalıyor havalimanı inşaatında. Havalimanı reklamı gırla haberlerde. Hafriyatın altında unutulan Hop Hop amcadan haber yok. Havalimanının reklamı gırla, dökülen işçi kanlarından haber yok… Hortum çıkıyor bir şehirde, çatıdan bir şeyler düşürüyor, şans bu ya; o da gelip mevsimlik işçiyi buluyor Antalya’da. Sel geliyor, mevsimlik işçiyi alıp götürüyor yine, kader! Uçaklar kalkıyor, gidip veya geliyor, gidip vurup geliyor. Durmadan uçaklar kalkıyor, durmadan Kürtler katlediliyor…
Haberlerde insafsız bir insandan bahsediliyor. Bu insafsız insan aracının ardına köpeğini bağlamış, işkence ediyor. Karşı çıkılacak, cezalandırılması gereken bir olay aslında. Ey insanlık! İşkence yapılan köpeğe neden ses çıkarmıyorsunuz! diyor spiker, radyoda. Kürtler ölüyor sürekli… Her saat başı haberinde “şu kadar terörist, şu kadar silah, terörist, silah, terörist, Kürtler…”
Ey insanlık! diyesi geliyor insanın. İnsanlar, durmadan zindanlara atılıyor, sürüsüne bereket! İşin aslı seviniyorum, bitmiyor demek ki insan!
Suriyeliler sonra, kadınlar… Üç nokta yeter mi örneklere diye düşünüyor insan. Dünya, ülkemiz beyaz beyaz, göz alabildiğine uzayıp gidiyor…
Sonra bir kaya, Hop Amca, bozuluyor beyaz. Bir nehir, yaşam kaynağı olan bütün suların ana kaynağı, bozuluyor beyaz, kızıl bir nehir, işçilerin kanı, bozuluyor beyaz. Maviye değiyor bir yerde, Kürtler, bozuluyor beyaz. Bozuluyor beyaz, sonra anıt gibi dikilmiş; hemen her yerde, insanlık uğruna düşenlerin, önce hepsi sonra tek tek her giden… Sonra Taylan, sonra Yusuf, sonra Mahir, Samet, Yetiş sonra Haydar, bir anıt gibi… Bozuluyor beyaz, bozulur beyaz, bozulacak beyaz!
Gevşiyor vücudum, kan yürüyor, ısınıyor, büyüyorum. Parmak kuşu pencerenin önüne gidip gelmekte hâlâ. Takıyorum arada gözlerimi yine… Beyaz… Karda ayak izleri, kanlı. Mercanlara uzanıyor izlerden biri, takip ediyorum.
Daha önce hiç bulunmadığım bir şehre iniyorum. 2010 yılının serin bir yaz sabahı. Bir kahveye giriyorum, Taylan’ı ilk orada görüyorum. Bir kaç gün sonrasının akşamında Dersim’deyiz, gerillada…
2012 yılı oluyor. Akşam vakti bir grup gerilla geçidi tutuyoruz. Gelecek olan grubun güvenliğini alıyoruz. Gelecek grupta yeniler var. Yakın uzak tepelerde ışıklar yanıp sönüyor, çoban sesleri ışıkların eşliğinde uzayıp kısalıyor, gökte yıldızlar. Grup geliyor, yeni yoldaşlardan biri Yusuf, biri Bakış, biri Munzur, biri Aşkın biri de Orhan… Islık sesleriyle uyanıyoruz. İşaret olan bu seslere karşılık veriyoruz. Ardından noktaya yoldaşlar giriyor, yanlarında iki yeni yoldaş, biri Nergiz, biri de Mahir. Kucaklaşıyoruz… 2014 yılında katılanlardan biri de Samet yoldaş, onunla tanışmak 2015 baharına nasip oluyor.
2016 yılı… Yoğun bir çalışmanın içerisindeyiz. Malzeme geliyor, kaldırıyoruz, taşıyoruz, yığıyoruz, gidip geliyoruz, sonra gömeceğiz. Büyük cihazdan bir haber alıyoruz. Yoldaşlar randevu veriyorlar. Randevuya yedek silah da getirmemizi istiyorlar. Yeni yoldaşların olduğunu anlıyoruz. Öğlen saatlerinde Aşkın yoldaşla düşüyoruz yola. Yanlarında yeni yoldaşlar var biri Yetiş. Yetişi de yanımıza alarak dönüyoruz. Aradan bir ay ya geçiyor ya geçmiyor. Yetiş eğitimli bir gerilla artık. Bir görev için yola düşüyoruz yine bu kez Yetişle. Yolda bulunduğumuz alana gelen bir grup yoldaşla karşılaşıyoruz. Yanlarında yeni bir yoldaş var. Uzun boylu, uzun saçlı… Adı Haydar…
2018… Radyoda öğlen haberlerini dinliyoruz. “Tunceli’nin Ovacık kırsalında 6 teröristin ölü olarak ele geçirildiğini söylüyor” radyo. Ağustosun altısı. Bir kaç gün içinde netleştiriyoruz. Altı yoldaşın şehit düştüğü doğru. Taylan, Yusuf, Mahir, Samet, Yetiş, Haydar…
Yine pencerenin önü yine parmak kuşu yine gözlerim yine beyaz… Karda kanlı ayak izleri. Birçok yerde birçok yönde birçok kere. Bizim ayaklarımız, işçilerin, köylülerin, yoksulların, Kürtlerin… Üç nokta yetmez ki! İnsanlığın ayak izleri, kanlı, karda… Bozuluyor beyaz, bozulur beyaz, bozulacak beyaz!
2015 yılının sonbaharı, ekim ayı. Yine Mercanlar, Yurdal, Ünal, Sefkan. 2015 sonbaharı bu sefer ya. Kasım sonu ya. Aralık beşi, bu sefer intikam. Bu sefer eylem. Munzur, Mahir düşman operasyonuna darbe vuran gücümüz. Düşmanın iki ölüsü bir de yaralısı. Bizim de bir yaralımız, Mahir. Yara sarılır olsun ki sarıldı. Bu sefer intikam, bu sefer eylem… derdi ya!
2016 yılının baharı, aylardan mayıs günlerden altısı. Sinan ve Rıza. Yine ayak izleri… 2016 baharı bu sefer Mayıs sonu yine intikam yine eylem. Yusuf’un komutasında düşmana darbe vuran güçlerimiz. Düşmanın dört ölüsü, bizimkiler kazasız belasız bu sefer…
2015 yılı, Ankara Katliamı. Ayak izleri sonra. 2015 yılı bu sefer Taylan’ın komutasında yine intikam yine eylem. Düşman ölüleri, imha edilen mevziler.
Gidip geliyor gözlerim pencerenin önündeki parmak kuşunun ardı sıra. İzleri sürüyor gözlerim. Birbiri ardı sıra çok kere basılmış, belirgin izler. Karda, kanlı, birbiri ardı sıra…
2011 2 Şubat. Göçük altında kalan beş yoldaşın ardından Taylan. Daha hızlı daha tereddütsüz daha fedakar kendinden vazgeçip doğan boşluğu doldurma çabası. Adım adım görev ve sorumluluklarını büyütmek. Yusuf sonra. 2015 Mercan’ı. Yurdal’ın ardından 2016 senesinde komutan olarak Mercan’da görev alması… Haydar ve Yetiş sonra. İki yıllık gerillacılık faaliyetleri. Böylesi zor süreçlerde mücadeleye atılmaları. Sürekli ölümlerin duyulduğu savaş cephesinde, düşmanın gerillayı zorladığı, sonuç aldığı bir dönemde gerillaya katılmak, cüret ve amasız bir vazgeçiş ister herhalde. Kuşkusuz daha zor süreçler olmuş ve olacak. Kim bilir daha beter beyaz, belki de… Üşüten bir süreçte iz bırakıyor onlar… Ya da gerillada yeniliği yaşamak. Zira ikisi katılalı iki ay olmamıştı. On iki yoldaşı kayıp verdik. Bu demektir ki onların yeniliği ya çok kısa sürecek ya da hiç olmayacaktı. Bu da hızlı öğrenmek, tahammül hakkının olmaması ve boşluğun doldurulması için çabanın kat kat artması. Şimdi bakılınca, ikisi de bunları layıkıyla ya da yapabileceklerinin en iyi biçimiyle yerine getirdiler diyebilirim sanırım. Sonra hepsinin de Sinanlardan, on ikilerden, Çiğdemlerden sonra tereddütsüz göreve hazır oluşları…
Kimileri yan sürerken izi, koşar adımda yokuş aşağı, onların zorluğun üstüne üstüne gidişi… Sonra 2018, ağustos, beşi…
Oysa ne çok düşünürdü anasını Yetiş. Onun anasına özlemi, özlemi sineye çekip üstüne üstüne gidişi düşmanın.
Samet’in ısrarı… Onunla bir yan yana kalamadık. Şanssızlık!
Mahir’in çabası. Bir anne titizliğiyle dağınıklığı toplaması. Onun, savurganlığa eleştiri olan yaşamı. Eski noktalarda unutulmuş işe yarar malzemeleri toplayıp örgüte teslim etmesi. Onun emeğe olan yakınlığı. Kendi ailesinin yoksulluğundan damıttığı bu özelliği kişiliğine yerleştirmesi. İçinde bulunduğu yoksulluğu bütün yoksulların yaşamlarıyla birleştirip mücadeleye katılması, bu yoksulluğu öykülerini de anlatması, Mahir’in öyküleri…
Tam da bu satırlar sırasında Partizan dergisinin 89. sayısında yayınlanan MK açıklamalarının birindeki şu satırları anımsıyorum: “Dışarıda ölümleri izleyen insan örneklerini, içeride can bedeli yaratılan parti değerlerinin çarçur edilmesini izleyen ‘militanlar’” açıklamanın bu satırlarından sonra bu konuda Mahir’in izini sürmek gerekir. Zira ondan önce bu konuda atılan doğru adımları o da kendinde cisimleştirmişti. Açıklamanın diğer satırlarına bakıyorum: “Dışarıda yabancılaşan toplum ilişkilerini, içeride yabancılaşan ‘yoldaşlık ilişkileri’”. Bu satırlardan sonra Taylan. Onun yoldaşlarına çabası. Kendinde olan doğruyu yoldaşlarla çoğaltma onlarda olan doğruları kendinde çoğaltma, yoldaşlarına zaman ayırma, yoldaşlarının sorununu dinleyip çözüm üretme çabası… İşte diyorum bu konuda süreceğimiz izin sahiplerinden biri Taylan.
Sonra son yılların ayrılmaz ikilisi olan daha doğrusu sürekli aynı alanda faaliyet yürüten Yusuf ve Taylan. Onların yıllardır dağlarda akan teri, emekleri, devrim hamallıkları, sonra da açıklamanın şu satırları: “Dışarıda kendisi için her şeyi yapanlar, içeride “ben yarattım”, “benim değerim” deyip her yolu mübah görenler.” İkisinin yıllardır mücadele içinde oluşu maddi ve manevi anlamda harcadıkları emek ve ikisinden de böyle sözlerin işitilmemesi. Ki işittiğimiz kişiler oldu. Bu konuda örnek alacağımız yoldaşlardan ikisi de onlar kuşkusuz!
“Dışarıda kimliğine ve özüne yabancılaşmış sınıfı, içeride taşıdığı kimliğin ağırlığını hissetmeyen ve bilmeyen ‘militanlar’” Onlara dair sürülmesi gereken en belirgin izlerden biri de yukarıdaki satırda dile geliyor. Taşıdıkları kimliğe layık olmak, ona yakınlaşma çabası. Bir yanda bahsedilen yabancılaşma, uzaklaşma, çelişkinin keskin olduğu bir süreç. Bir yanda Taylan, Yusuf, Mahir, Samet, Haydar, Yetiş. Taylan’ın yoldaşlarına çabası, Yusuf’un görev ve sorumluluk noktasında öne çıkışı, Mahir’in emeğini gitgide yoğunlaştırması, Samet’in ısrarla bu kimliğe sarılması, Yetiş ve Haydar’ın yenilikleri bir yana hızla öne atılmaları çok kısa süre tanıdıkları şehit yoldaşların on ikilerin, Çiğdem ve Nergiz’in bıraktığı boşluğu doldurma çabaları…
Hepsi birden yine, böylesine yoğun saldırıların olduğu ve kesinkes düşmana etkili darbelerin vurulması, yine halklaşmanın en gerekli olduğu dönemde örgütte yaşanan hizip süreci… Haydar ve Yetiş yoldaşlar etkilenebilirlerdi. Mahir ve Samet’te sorular oluşabilirdi. Yusuf ve Taylan yıllardır harcadıkları emeğin peşine düşüp kendilerine harcanan emeği unutabilirlerdi. Yahut başka başka ihtimaller. Olmadı. Ki bu ihtimallerin yaşandığı kişiler oldu. Onlar da yan çizebilirlerdi ki çizenler oldu. Onlar çizmedi ama. Sonra Mercanlar, 2018, ağustos, beşi. Bir iz de bu ama onlara dair? Kuşkusuz onlara dair bir sürü iz de var. Ve başka başka satırlarda söylenecektir de.
Yine pencerenin önü yine parmak kuşu yine kuşun ardına takılan gözlerim. Yine beyaz. Yine bizimkiler. Bir şarkıdır, “bir insan ömrünü neye vermeli” sorusu. Yarım yamalak hatırladığım bir cevap sonra monoton insanlığa adanmış bir çabanın gerçek mutluluk gerçek yaşam olduğuna dair. Sonra yine beyaz yine ayak izleri. Onların, insanlığın izlerine karışmış izleri. Hemen her yerde, her yönde, birçok defa, birbiri ardı sıra insanlığın izleri. İşte gerçek hayat, gerçek yaşamak. İşte Taylan işte Yusuf işte Mahir işte Samet işte Yetiş işte Haydar!
Yine pencerenin önü sonra yine parmak kuşu yine kuşun ardına takılıp giden gözlerim yine beyaz yine bizimkiler. Yine yine… Bıkıp usanmadan onları anlatmak, onlarla yaşamak, onların ardı sıra izlerinden yürümek, onların adlarıyla yaşamak… Yine nice… Yine çoğaltmak Taylan’ın yoldaşlığını, Yusuf’un emeğini, Mahir’in çabasını, Samet’in ısrarını, Yetiş ve Haydar’ın yeniliğini kuşanmak. İşte gerçek hayat işte yaşamak!
Nice Beyaz’ın böğrüne kökü toprakta olan kızıl bir anıt gibi saplanmak…
Bozuldu beyaz, bozuluyor beyaz, bozulur beyaz, bozulacak beyaz!