Halkların İhtiyaçlarına Karşılık Vermek Üzere Ayağa Dikilelim

[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]

Bir komünist partisinin gerekliliğinden söz ettikten kısa bir süre sonra birlik temalı bir tartışma içine girdik. Bu tartışmanın, amacımız dışında gerçekleşmesi bir yana komünist partilerinin ilkeleri, temel anlayışları, örgütsel kuralları, tarihindeki belli başlı olayların değerlendirmesini içermesi bakımından faydalı olduğunu düşünüyoruz. Elbette bir tartışma kapsamında gerçekleşmesi muhataplara dair yorumları da muhatapların yorumlarını da konu etmemize neden oldu. Bu yorumların genellikle subjektif yargılar içerdiği açıktır. Böyle olmaları nedeniyle geliştirici bir etki yaratmaları pek de olası olmamaktadır. Buna rağmen küçük burjuva dar bakış açısının örneklerini vermeleri bakımından bunlar da incelenmeye değerdir.

Komünist partisi ilkelerini ve temel anlayışları tarihimizdeki bazı önemli olaylar bakımından konu etmemiz bunları somut olgular içinde kavramamız için özel önemdedir. Tartışmaların somut gerçeklik içermeleri onları genellikle cazip kılan bir özelliktir. Proleter devrimlerde komünist partilerinin olmazsa olmaz önemi genel bir teorik anlatımda ilgi çekici olmayabilirken komünist parti içindeki bir çizgi mücadelesinden hareketle bir ilkeyi ya da bazı ilkeleri tartışmak ilgi çekici olabilmektedir. Bunun en önemli nedeni tartışmanın somut olmak bakımından daha güçlü olmasıdır. Somut koşulların, durumların, gereksinimlerin teorik meseleleri anlamamıza olanak vermesi, “bir musibet bin nasihatten yeğdir” denmesi bir öğrenme yöntemi olarak pratikten hareketle tartışmaya önem vermemiz gerektiğini öğretir.

Kampanyaların da somut olgulara dayanması bu bakımdan önemlidir. Bilindiği üzere kampanyalar komünist partilerinin örgütlenme çalışmalarındaki temel biçimlerden biridir. Dönemlerin analizinden hareketle belirlenecek hedeflere belli ilkeler ve örgütlenme modelleri ile ulaşmaya çalışmak hem kolektif çalışmayı geliştirmek hem de devrimi somut biçimlerde kitlelere taşımak bakımından önemlidir. Bir kampanya söz konusu edildiğinde mutlaka belli hedeflerimiz ve belli örgütlenme modellerimiz olmalıdır. Kampanya sürecindeki hedefler ve örgütlenme biçimleri bir sonraki sürecin üzerine inşa edileceği temeller olmalıdır. Geleceğe aktarılmayan hedeflerin ve örgütlenmelerin bir kampanya ile başlayıp kaybolması bunların stratejik düşünülmediğini gösterir. Stratejik düşünmek demek aslında devrim için düşünmektir. Bugünün kazanımları ve örgütleri devrime doğru hareketin ürünleri olmalıdır. Reformizmle, burjuva liberalizmi ile ve bunların çocuğu olan her türden tasfiyecilikle aramızdaki farkı gösterecek olan da bu özelliktir. Bunların temel argümanı bugünün kazanımlarını ve örgütlenmelerini abartmaları ve devrimin yerine ikame etmeleridir. Kuşkusuz bunu yaparken açıkça “devrim yerine reform” şiarını tercih ederek hareket etmezler. Bunun aksi şiarlara yer vermekle beraber devrime dair görevlerle aralarına açık, ısrarlı mesafeler koyarlar.

DOĞRU SİYASET İLKELERE DAYANIR

Bu süreçte özellikle komünist partisinin niteliğine, ilkelerine, örgütlenme anlayışı ve biçimine ağırlık vermek gerektiğine, “ilkeleri üzerinde ayağa dikilmiş” bir parti özelliğine kavuşmak amacına dikkat çektiğimiz biliniyor. Israrla yolun başında olunduğunu da özellikle vurguluyoruz. Komünist partisinin ilkelerini, temel anlayışlarını küçümsemenin, ihmal etmenin yanlışlığından bahsettiğimiz her durumda neredeyse mutlaka burnundan kıl aldırmayan kibirliler olduğumuz değerlendirmeleri çıkmaktadır. Oysa bu ilkeler ve temel anlayışlar komünist partisinin birikimidir ve iddiamız bunlara sahip olduğumuz değildir, bunlara sahip olmak zorunda olduğumuzdur. Bu ilkelere ve temel anlayışa aykırı olanlarla, karşı olanlarla ve hatta bunları ihmal edenlerle aramıza mesafe koymak isteyişimiz bunlara ulaşmak için çaba harcıyor olmamızdandır. Bunlar amacımızdır. Bunun bir mücadele konusu olduğunu bazı yoldaşlarımız, dostlarımız ısrarla anlamamaktadır. Doğru fikirleri savunmak onların benimsenmesinde, yayılmasında, bir örgütlü güce dönüşmesinde zorunlu bir hamledir. Bize “kibir”den söz edenlere şunu söylemeliyiz: Doğru fikirleri savunmak, doğru fikirlerle uyumlu olmayan pratik olguların tasfiyesi için olmazsa olmaz bir adımdır. Bize, doğru fikirleri savunduğumuzda “kendi gerçekliğimizi” hatırlatanlara bu gerçekliği ancak doğru fikirlerle değiştirebileceğimize inandığımızı söylemeliyiz ve bunu herkese, devrim için çalıştığına inanan herkese de önerdiğimizi eklemeliyiz…

Doğru fikirleri savunmak, ilkelerimiz üzerinde ayağa dikilmemiz için en önemli ilk adımdır. Kampanya için yapacağımız planlamada ve çalışmalarda doğru fikirleri temel almak ilk işimiz olmak zorundadır. Nedir doğru fikirler? Komünist partisinin devrimdeki rolü, görevleri ve örgütlenme perspektifi hakkındaki doğrulardır. Bunlar kampanyanın hedefleri ve örgütlenme biçimleri kapsamında ele alınmalı, tartışılmalı ve günün zaafları, yetmezlikleri, yanlışları karşısında yeniden benimsenmelidir. Bu yapılırken karşılaştığımız en büyük zorluk bunların zaten bilindiği ve ayrıca tartışmaya, öğrenmeye, eleştiri konusu yapmaya ihtiyaç olmadığı iddiası veya görüşüdür. Proletaryanın çıkarlarının anlamı, komünist partisinin bu çıkarlar bakımından zorunluluğu basit veya geçiştirilebilir bir konu değildir ve komünist hareketin tarihi boyunca da olmamıştır. Bugün de dün gibi bu mesele özel önemdedir. Üzerinde çalışmamız gereken ilk konu bu olmalıdır. Bugün koyacağımız her hedefin ve her örgüt modelinin öncelikle komünist partisinin rolü kapsamında, proletaryanın çıkarları temelinde oluşmuş ilkeler kapsamında ele alınması, değerlendirilmesi ve kavranması gereklidir. Proletaryanın tarihsel birikimi ve rolü ile bütünleşmek her komünistin, komünist adayının ilk işidir. Daha önce de vurguladığımız gibi ezilen diğer sınıfların ve örgütlenme alanlarının devrimdeki rollerinin açığa çıkması ve doğru bir biçimde konumlanmaları ancak bu işin devamında olanaklıdır ve kavranabilirdir ve doğru biçimde hayata geçirilebilirdir.

Uzun bir süredir örgütsel gerçekliğin, ideolojik ve politik gerçekliklerden ayrı değerlendirilemeyeceğini söylüyoruz. Proletaryanın ve hatta genel olarak halkın çıkarları doğrultusunda örgütlenmekten ve mücadele etmekten söz ediyorsak bakış açımızdaki problemlerle cesurca yüzleşmek zorundayız. Pratiğimizin, ideolojik ve politik yetmezliklerden hiç de bağımsız olmayacak biçimde zayıf olduğunu, birçok yetmezlik taşıdığını vurguluyoruz. Bu ikisi arasındaki ilişkinin yukarıda vurguladığımız meseleyi içerdiği ve kampanyamızın ilk işinin bu meseleyi, bu yöndeki eksiklikleri gidermek üzere ele almak olduğu açık olmalıdır.

Proletaryanın sınıf mücadeleleri tarihindeki yerini incelemek için elimizde yeterince malzeme var. Bu incelemenin önemi bize komünist partisinin rolü, ilkeleri hakkında en detaylı bilgilere ulaşma olanağı vermesidir. Israrlı biçimde proletaryanın çıkarları temelinde örgütlenmenin proletarya içinde örgütlenmekle başladığını ve bu örgütlenmenin komünist partisinin hedefleri ve ilkeleriyle gerçekleşmek zorunda olduğunu söylüyoruz. Günün gerçeklikleri ile bu ilkeyi birleştirmek için özel bir çaba içinde olmak gerekir.

KRİZ KOŞULLARINDA İLKELERDE ISRAR

Dünya çapında bir ekonomik kriz yaşanmaktadır. Bu artık tartışma götürmez bir gerçekliktir. Kriz koşullarında hemen her gelişme de ancak krizle beraber ele alındığında anlaşılabilirdir. Ukrayna’nın Rusya tarafından işgalinin sadece “NATO tarafından kuşatılan Rusya’nın bir refleksi” olmadığını, esas olarak kriz koşullarında biçimlenen farklı emperyalistlerin çıkarların bir hesaplaşması olduğunu ileri sürdük. “Kuşatma ve karşı refleks” sürecin görünen yönüdür ve kuşatılanla kuşatanın halklar karşısındaki birliğini, aynılığını, emperyalist karakterini görmek için yeterli bilgi vermez. Olgunun bütün yönlerinin incelenmesi ve gelişim sürecindeki temel adımların hesaba katılması bize gerçek bilgiyi ve durumu açıklar.

Bu işgal Rusya’nın da ABD’nin de özde aynı olan ama farklı yönde gelişen emperyalist çıkarları için fırsatlar sundu. Rusya’nın gerileyen ABD hegemonyasına koşut nüfuz alanlarını genişletmek ve dünya ölçeğindeki rezerv para sorununu gücü ölçeğinde derinleştirmek için yaptığı hamlelerin bu işgalle bir üst seviyeye çıktığını gördük. Aynı işgalde Avrupa devletlerinin Rusya ile anlaşmaları ve çıkar birliklerini rafa kaldırıp ABD yanında tavır almak zorunda kaldıklarını da gördük. Ukrayna halkı Rusya işgali ile birlikte sözde bir kurtuluş savaşına sürüklenirken Avrupa devletlerinin de ABD ile birlikte bu savaşın başarıyla sonuçlanmasına değil ama sürgit olmasına tam katkı sunması bu işgalin gerçek karakteri hakkında açık bir veri sunmuştur. Emperyalizmin içinde hatta tam göbeğinde yer aldığı bir savaşın gerçek bir kurtuluş savaşı olamayacağını biz kendi tarihimizden de biliyoruz. Ukrayna işgalinin hem Avrupa halklarına hem de çevredeki ülke halklarına benimsettiği şey emperyalizmin çıkarları olmuştur. Halklar esas olarak burjuvazilerinin, yönetimleri altında oldukları devletlerin propagandaları doğrultusunda bu savaşın tarafları olarak konumlandılar; kendi çıkarları doğrultusunda bir tavır takınamadılar, farklı uluslar, devletler, halklar arasındaki savaşlarda kendi çıkarlarının korunmasının veya gerçekleştirilmesinin söz konusu olamayacağını görmediler. Kendi burjuvazilerinin çıkarlarına hizmet eden politikalara bağlı kaldılar. Ukrayna işgalinin ve bu işgale diğer emperyalistlerin sözde karşı çıkmasının gerisinde sürgit devam edecek bir emperyalist çıkar dalaşı olduğunu göremediler. Kuşkusuz bu, halkların kendiliğinden çözebilecekleri bir olgu değildir. Örgütlü olmayı, politik düzlemde kendi çıkarlarını açığa çıkarmalarını ve bu doğrultuda mücadele etmelerini gerekli kılar. Emperyalistlerin veya her ülke özgülünde burjuvazilerin çıkarları ile halkların çıkarlarının karşıtlığını açığa çıkarmanın koşulu esas olarak halkların politik olarak örgütlenmeleri ve mücadele içinde olmalarıdır. Bunun her ülkede bastırılan bir örgütlenme ve mücadele olduğu açıktır.

Emperyalistlerin bu işgalle birlikte gerçekleşen çıkarlarının ne olduğunu görmeleri halkların tarihsel konumlarını da anlamaları bakımından belirleyicidir. Bu çıkarların gerileyen kâr oranlarının korunmasında, yarı sömürgelerdeki anti emperyalist eğilimlerin bastırılmasında, iflas etmiş neoliberal politikaların yeni biçimler altında ve zorunlu uygulamalarla hayata geçirilmesinde kendisini gösterdiğine tanıklık ettik. Halkların kendi çıkarları temelinde örgütlenme ve harekete geçme olasılığı, devrimci hareketlerin bu olasılık içinde örgütlenme olanakları bir süre için de olsa kısıtlanmış oldu.

Bu gerçekliğin anlaşılması bakımından sınıf bakış açısında olmak belirleyici önemdedir. Sadece bu bakış açısında olmak bunu görmeyi sağlar denemez elbette. Buradaki temel mesele emperyalist devletlerin ve politikaların ilerici hiçbir özellik içermediğini ve içermeyeceğini bilmektir. Proleter sınıf bakış açısının bize öğrettiği temel anlayışlardan biri de budur. Troçkizmden etkilenmiş ya da Troçkizmle arasına kalın bir çizgi çekmekte başarısız olmuş tüm “devrimci” hareketlerin bu bakımdan problemler yaşadığını tarihsel olarak da günümüzde de görüyoruz.

Önümüzdeki görevin ve sorumlulukların anlaşılması bakımından bu işgal deneyimini örnek verdik. Bunun gibi yığınla örnek verilebilir. Bugün bütün ülkelerde, demokrasinin en gelişkin olduğu ülkeleri de vurguluyoruz. Proletaryanın politik mücadelesi ve bu politik mücadeleyi koşullayan ekonomik mücadelesi de burjuvazinin çıkarları uyarınca bastırılmakta, maniple edilmektedir. Avrupa’nın belli başlı devletlerinde, İngiltere’de, ABD’de hayat pahalılığına, sosyal hakların kısıtlanmasına, örgütlenme, hak talep etme eylemlerine, sistemin protesto edilmesine karşı kitlelerin önüne konan neredeyse tek seçenek parlamentolarda somutlaşan siyasetlerin, yani düzen partilerinin destekçileri olmalarıdır! Demokrasinin sınırları buralarda da sonuç olarak egemen sistemin, devletin sınırlarına kadardır. En son İngiltere’deki grevler ve bu grevlere yönelik devlet politikaları da bu gerçeği göstermiştir. Halihazırda sistem içi mekanizmalar olan sendikaların, görünürde hükümet ama aslında devlet tarafından topluma zarar veren kurumlar gibi değerlendirilmesi, ifşa edilmesi, daha güçlü olası grevlerin engellenmesine yönelik yasalardan söz edilmesi burjuvazinin çıkarlarıyla proletaryanın, genel olarak çalışan kesimlerin çıkarlarının uzlaşmazlığının vardığı düzeyi göstermektedir. Kriz koşullarının devamında bu düzeyin ilerleyeceğinden şüphe etmek için bir sebep yok.

SUNULAN SEÇENEKLER VE BİZİM YOLUMUZ

Bu örnekler incelendiğinde hem kapitalist dünyanın tüm ezilenlere derin bir karanlık sunduğu hem de bu karanlık karşısında dayatılan boyun eğdirme çabaları görülür. Komünist partisinin ayırt edici özelliklerinden biri bu iki olguyu da proletaryanın kurtuluş için mücadelesi zorunluluğuna ve bu mücadelenin zafere muktedir olduğu bilgisine taşıyabilmesindedir. Komünist partisi sadece “öncülük” lafzına sahip değildir, olamaz. O aynı zamanda ve tabii ki esas olarak proletaryanın sınıf karakterinden hareketle öncülük görevini omuzlar. Komünist partisinin öncülük problemleri ve dolayısıyla örgütsel yetmezlikleri proletaryanın sınıf karakterine/niteliğine dayanan bakış açısından uzaklıkla ilgilidir. Bundan bağımsız, ayrı yetmezlik tartışmalarının hiçbir yere götürmeyen tartışmalar olduğunu unutmamak gerekir.

Sadece tüm ezilenlere sunulan karanlık değil, aynı zamanda bu karanlığa boyun eğdirme çabalarından söz ettik. Bu çabaların çok boyutlu, çok çeşitli olduğunun altını çizmek zorundayız. Komünist partisinin ayırt edici özelliklerinden biri olarak konu ettiğimiz sınıf karakterinden hareketle öncülük görevi bu boyun eğdirme çabasına karşı tavırda somutlaşır örneğin. Söz konusu çabaların egemen sınıfların “seçenekleri” arasında sıkışıp kalmaya hizmet etmesi bu çabaların bu kesimlerle sınırlı olduğu anlamına gelmemeli. Egemen sınıfların karşısında konumlanıp, ezilenlerin haklarından, taleplerinden, bir ölçüde çıkarlarından söz eden birçok “devrimci örgütlenmenin” de bu çabaların bir parçası olduğunu bilmek gerekir. Fransa’daki seçimde Melenchon tarafından temsil edilen “sol kanat” da örneğin bu çabaların bir örneğidir. Yakın geçmişte Yunanistan’da yaşanan deneyimde de benzerini gördüğümüz “sınıf uzlaşmacı ittifak” politikalarının güçlü bir “halk hareketi” imajı vermekle birlikte emperyalist sistemin dayatmalarına boyun eğmenin, hatta eğdirmenin bir parçası hatta tam kendisi olduğunu gördük, yaşadık. Syriza deneyimi proletaryanın çıkarlarının gene proletarya adına nasıl ayaklar altına alınabildiğini çırılçıplak gösterdi. Komünistlerin bu deneyime dair değerlendirmeleri de gene dikkate değer ölçüde incelenmelidir.

Günümüzde gene seçim tartışmaları, buna bağlı sınıf uzlaşmacı ittifak politikaları revaçtayken deneyimleri bu yolla incelemek propagandamızın genişlemesi, zenginleşmesi bakımından çok değerli olacaktır. Syriza özgülünde yaşanan deneyim -ki bu ondan ibaret bir deneyim değildir: Kriz koşullarında kendi çıkarlarını korumak ve bir üst düzeyde gerçekleştirmek isteyen, daha doğrusu buna zorunlu olan burjuvazinin ezilenler üzerindeki tahakkümü arttığında, üstelik bu, emperyalist devletlerin borçlandırmaya dayalı talan-yağma sisteminin de krize girmesiyle milli baskıları da içerdiğinde hemen her yerde halklar kendi çıkarlarını korumak üzere çeşitli biçimlerde hareketlenirler. Bu koşullarda “salt öncülük” görevine hazır çeşitli burjuva güçler onları “kendi” yönelimlerine çağırırlar. Komünist partilerinin olmadığı ya da esasen yetersiz oldukları durumda bu çağrılar karşılıksız kalmaz. Kitleler bu çağrılara neredeyse her zaman kulak verirler. Sonu hayal kırıklığı olan bu çağrıların taşıdığı temel problem proleter sınıf bakış açısından uzak olmalarıdır. Gene benzer koşullarda olduğumuz için bu çağrıların yükseldiğini duyuyoruz. Bu çağrıların zaafına dikkat çekmeye devam etmeliyiz; ama bundan fazlasına zorunlu olduğumuzu da görmeliyiz.

Emperyalist sistemin krizlere gebe olduğunu, bu krizlerin her defasında halklar aleyhine gelişmelerle sonuçlandığını ifade ediyoruz. Yakın zamanda yaşanan birçok işgal ve egemen devletlerin nüfuz dalaşları halkların önüne “ulusal davaları” çıkarmaktadır. Ezilen ulusların kurtuluş mücadelesinde somutlaşan “ulusal davaların” anti emperyalist ve dolayısıyla demokratik doğasını reddetmemekle birlikte bu mücadeleler de dahil olmak üzere ulusal davaların proleter bakış açısıyla kavranmadıkları her durumda halklar lehine sonuçlanmayacağını savunuyoruz. Bu ne demektir? Kendi burjuvazileriyle hesaplaşmayı göze almayan halk hareketlerinin ulusal kurtuluşları burjuvazilerin bağımsız hareket yaratma, sistemden kopma özellikleri nesnel bakımdan olmadığı için olanaksızdır. Her türden ulusal burjuvazinin sistemden kopamayacak olması onlar için kapitalizm dışında bir seçeneğin olmamasıdır. Elbette kapitalizmin türlü biçimlerinden bahsedilebilir. Hatta “ulusal dava” için mücadele eden birçok ezilen ulusun bu türlü biçimlere yöneldiğini biliyoruz. Gelişmiş ülkelerde de gündeme gelebilen bu türlü biçimler bir yönüyle kriz koşullarında ama kapitalizm içinde çözüm arayışlarını içermekte, diğer yönüyle halk kitlelerini “ulusal davaya” bağlamanın yolu olarak ileri sürülmektedir. “Ulusal dava” kavramının ideolojik özü bu bakımdan özel önemdedir. Emperyalizme ve feodal kalıntılara karşı ulusal nitelikte bir savaşım vermek zorunda olunduğu açıktır. Bu savaşımın genel “ulusal davalardan” farkı enternasyonal karakterleridir. Dolayısıyla her türden davada olduğu gibi ulusal davalarda da proletaryanın çıkarlarına dayanmanın belirleyici derecede önemli olduğu açık olmalıdır. Bu mesele önümüzdeki günlerde daha fazla gündeme gelecektir. Uluslararası kriz koşullarında daha çok bölgesel ama dünya çapında da savaş olasılığı güçlü olarak vardır. Bu olasılık “ulusal dava” kavramının sıklıkla karşılaşacağımız bir kavram olabileceğini ifade eder. Halkların bu kavrama fazlasıyla alışkın ve eğilimli olduklarını bilerek bilincimizi deneyimlere yönelerek geliştirmemiz gerekir.

Gündemdeki kampanyanın bu meselelere yönelik yaklaşımlar ve anlayışlar sunması bize hareket edeceğimiz eksenleri göstermektedir. Bunlar üzerinden kolektif bir bilinç edinmek ve bu bilinci başta proletarya olmak üzere halka doğru örgütlemek, genişletmek ilkeleri üzerinde ayağa dikilme amacımızın yolu olarak değerlendirilmelidir.

Komünist partisine duyulan ihtiyaç her bakımdan daha güçlüdür diyoruz. Onun özelliklerinden uzak olmak bu güçlü ihtiyacın karşılanamayacak olması anlamına gelir. Komünist partisinin sadece “öncülük” iddiasıyla gerçek bir parti olamayacağı açıktır. Onu farklı kılan özellikler iddia olmaktan fazladır. MLM ve doğru genel siyasi çizginin ışığında, bir parti bütünlüğü içinde hareket etmek bize bu fazlanın ne olduğunu göstermektedir ve göstermeye devam edecektir. Bu fazlanın, komünist partisi öncülüğünde güçlü bir halk kurtuluş hareketi yaratmanın bilincine denk olduğunu unutmadan kızıl güzergâha sarılalım…