[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Baskı ve yasakların yelpazesi ekonomik ve siyasi kriz koşullarının ağırlaşmasına paralel olarak genişliyor. Öyle ki gelen her yeni gün gideni aratıyor. Hâkim sınıflar ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel saldırganlığın zirvesine doğru tırmanmayı sürdürüyor. Kuşkusuz bu sadece Türk hâkim sınıflarına özgü bir durum değildir. Emperyalist kapitalist sistemin derinleşen krizi dünyayı yeni gerilimlerin, çatışma ve savaşların yatağı haline getiriyor. Yerküreye egemen olan bu baskı ve zorbalık iklimi değme burjuva demokrasilerinin ipliğini pazara çıkarıyor. Burjuva demokrasisiyle yönetildiği söylenen devletlerin ikiyüzlülüğünü gözler önüne seriyor. Hiç şüphe yok ki bu baskı ve zorbalık ikliminden en çok yararlanmaya çalışanlar arasında Türk hâkim sınıfları yer alıyor. Halkın ilerici, devrimci, yurtsever ve muhalif kesimlerini hedefleyen sistemli baskı, yasak ve saldırıların dozu ekonomik ve siyasi kriz koşullarında artarken toplumun ezilen bütün kesimleri de payına düşeni fazlasıyla alıyor. Baskı, saldırı ve yasakların nefes aldırmayacak düzeyde gelişmesi ise nedensiz değildir. Ekonomik ve siyasi kriz koşullarının yönetilemeyecek biçimde kötüleşmesi saldırıların kaynağı durumundadır. Gelinen aşamada halkı sindirmek için türlü baskı ve zorbalığa başvurmanın biçimi tüm toplumu hedefleyerek iç içe geçmiş ve yaygınlaşmıştır.
Pandemiyle tüm yaşamın karantinaya dolayısıyla yasaklar parantezine sokulmaya çalışıldığı bir dönemin ardından çoğunlukla gençliğin yoğun katılım gösterdiği çeşitli festivaller keyfi yasaklarla engellenmeye çalışılıyor. Ne çeşitli türden icat edilmiş yasaklar ne de festival ve konser yasakları yenidir. “Yeni” olan düzenlenecek her festival ve konser etkinliğinin üzerine yasakların dolu gibi yağmasıdır. Yasak grafiği son aylarda tavan yapmış durumdadır. Son 4 ayda toplamda 14 festival, konser ve kültürel etkinlik yasaklanmıştır. Son yıllarda üniversitelerde yapılan festivallerinin ve mezuniyet törenlerinin yasaklanmasıyla başlayan festival ve konserlerin yasaklanması son aylarda neredeyse genelleşmiştir. Munzur Kültür ve Doğa Festivali gibi geleneksel ve muhalif olan kimi festivallerin parça parça ya da tamamen yasaklanmasının yanında yasaklananların çoğunlukla müzik festivallerinin olması topyekûn saldırının bir ayağı olarak gelişmesinden kaynaklıdır. Festivallerin ya da konserlerin yasaklanmasının bu düzeyde yaygınlaşması belli ki bir korkunun ürünüdür. İçerikleri ve yasaklama gerekçeleri farklı olsa da engellenmek istenen halkın ve onun ağırlıklı gövdesini oluşturacak gençliğin bir araya gelişidir. Burjuva-feodal düzenin dayandığı sınırlar festivallerde ya da konserlerde binlerce kişinin bir araya gelmesine, üç kişinin yan yana yürümesine tahammül gösteremeyecek kadar zayıftır. Buradan hareketle asıl olarak yasaklanan halk kitlelerinin bir araya gelişidir. Halkın, gençliğin bir araya gelişinden “doğacak” isyan duyulan en büyük korkudur. Gezi İsyanının salyalı ağızlara pelesenk edilmesi, göstermelik yargılamalarla cezalar yağdırılması bu yüzdendir. Yasaklarla ve türlü cezalarla verilmek istenen mesaj halkın burjuva-feodal düzenin egemenliği dışında bir seçeneğe sahip olmadığıdır.
Yasakların halkın ve onun en dinamik kesimini oluşturan gençliğin bir araya gelişini engellemeye yönelik olduğu açıktır. Bu yasakların dayandırıldığı gerekçeler ise uydurulmuş aynı keyfiliklerle doludur!
Yasakların gerekçesi üç aşağı beş yukarı “kamu güvenliğini bozmak ve toplumun huzurunu kaçırmak” gibi benzer gerekçelere dayanıyor. Mesele elbette ki toplumun sadece bir araya gelmesinin, müzik dinleyip dans etmesinin, her türlü eğlencelerinin tehlike olarak görülmesinin ötesindedir. Devletin valilerinin, kaymakamlarının “vatandaşlarımız tarafından yapılan yoğun şikâyet ve yakınmalar göz önüne alınarak, kamu güvenliği ve sağlığı, toplumun huzuru, çevrenin korunması amacıyla uygun görülmemiştir” biçimindeki benzer açıklamaları keyfi yasakları meşrulaştırmaya yöneliktir.
“Vatandaşlar” diye özneleştirilmeye çalışılan çoğunlukla İlim Yayma Cemiyeti gibi kaptan köşkünde oturan iktidarın uzantısı olan kişi, dernek ya da cemaatlerdir. Yasaklarla bir yandan halkın çeşitli biçimlerde bir araya gelişi engellenirken oy deposu olarak görülen muhafazakâr, milliyetçi kesimlerin hassasiyetlerinin gözetileceği mesajı verilmektedir. İktidardan kopma eğilimi taşıyan kesimlerden böylelikle rızalık istenmektedir. Önümüzdeki genel seçimlerin erken ya da zamanında yapılacak olması fark etmeksizin hâkim sınıfların bu türden politikalara daha sık başvurduğuna tanık olacağız. Her şeyden önce kriz koşulları hâkim sınıfları baskıya, yasaklara ve toplumu kutuplaştırmaya mecbur bırakmaktadır. CHP’nin çıkar birliği yaptığı blok ise ülkenin seçim atmosferine sokulmuş olması nedeniyle keyfi yasaklara geçiştirmeci ve genel geçer bir yaklaşımla “karşı çıkmaktadır”. Yasaklardan etkilenen kesimleri çantada keklik sayarken iktidar bloku hassasiyetlerini gözettiği muhafazakâr ve milliyetçi kesimleri karşısına almaktan kaçınmaktadır.
Hâkim sınıfların ittifak halinde olduğu çeşitli bloklarla iktidarda kalma ve iktidar olma mücadelesi halkın üzerine basarak, özgürlüklerini, en temel taleplerini yok sayarak ve geleceklerini çalarak gelişmektedir. Halka baskı ve yasaklardan başka vadedecekleri bir gelecek yoktur. O sebepledir ki halkın yasakları parçalayacak birliği ve mücadelesi gelişmek zorundadır ve gelişecektir.