Halkın Öfkesini Örgütleyelim!

[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]

Tayyip Erdoğan, seçimleri 14 Mayıs tarihine çekerek seçim sürecine nispeten bir ivme daha kazandırdı. Sandığın kurulma tarihi aynı zamanda kendisi için en avantajlı tarihi de belirlediği anlamına geliyor. Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP-MHP faşist bloku var olan egemenliklerini sürdürmek için en ince ayrıntısına kadar hesap yapıp, tüm güç ve olanaklarını seferber eden bir teyakkuz halindedir.

Sandıklar gelene kadar, çökmüş olan sosyal ve ekonomik sistemi var güçleriyle ayakta tutmak birincil hedef olacaktır. Bu eksende enflasyonun baskılanması, ekonomik kriz içinde boğulan halka geçici de olsa bir ferahlık sağlanması kilitlenilen konuların başında gelmektedir. Zira sosyal ve ekonomik sistem yönetilebilir, kontrol edilebilir olmaktan çıkmış, halka kesilen ağır fatura güçlü bir öfke ve tepki yaratmıştır. Oluşan ve gün gün büyüyen öfke ve tepkinin siyasal baskıyla, yasaklarla dizginlenmesi olanaklı değildir. Faşist diktatörlük tüm düşünce, fikir ve ifade özgürlüğünü ağır bir cendere altına almaktan geri durmamaktadır; ancak egemen sınıf kliklerin yönetme yarışı olan seçimlerin sonucu için sadece bu yetmeyecektir. Ekonomik yaşamda seçimlere kadar bir rahatlama ve canlanma yaratılmak zorundadır. Yapılacak zamların seçim sonrasına bırakılması, vergilerde düzenlemeler, KDV ve ÖTV’de geçici indirimler, EYT düzenlemesi, devlet memurluğunda yoğun atamalar yapılması vs. bir dizi adım atılmış ve atılmaya devam edecektir.  2022 yılında konut, otomobil ve ihtiyaç gibi tüketici kredisi kullanımında 243 milyar TL, kredi kartından kullanımında 182 milyar TL, esnaf kredi borçlarında 28 milyar TL, ticari krediler de ise 1,9 trilyon TL bir borçlanma artışı yaşanmıştır. Bu yoğun borçlanmanın belli düzeyde ödemelerinin düzenlenmesi ve daha fazla borçlanmaya yönelik bir teşvikin oluşturularak merkez bankasının para basmak için daha fazla mesai içine sokulacağı görülmektedir.

Gelir dağılımında oluşan uçurumun oluşturduğu sosyal krizin “seçim ekonomisi” ile üstünün örtülemeyeceği açıktır. Emperyalist sermayenin ve onların uşağı egemen sınıfların çıkarlarına uygun hale getirilmiş ekonomik sistemin hangi düzenleme yapılırsa yapılsın halkın yoksullaşmasına bağlanmış çarkları frenlenemeyecektir. Patronlardan beklenen “fedâkarlığın” kâr hırsının zorunluluğu karşısında bir hükmü olmayacaktır. Borçlanma teşvik edilerek ve para bolluğu yaratılarak bir rahatlama oluşturulması ve geleceğin satın alınması olanaklı gözükmemektedir. Seçimlere bağlı yürütülen politikanın gelecek için halka vadettiği tek şey daha büyük bir yıkım, daha fazla derinleşen bir ekonomik buhran ve seçimlerin sonlanmasıyla olabilecek en kapsamlı saldırı paketlerinin hayata geçmesi olacaktır. Seçimler sonrasında hangi egemen klik yönetme yarışını kazanırsa kazansın halkı bekleyen şey daha ağır bir ekonomik buhran olacaktır. Bu buhranın yönetilmesi ise kuşkusuz faşizmin sopasını daha güçlü sallaması, baskı mekanizmalarını daha fazla sıkılaştırması anlamına gelmektedir.

Seçim süreci ve ona endeksli yoğunlaşan siyasetin ana odağı gerçekleri karartmak ve halkı kandırmak üzerinedir. Egemen sistemin tüm güçleri ellerinde bulunan tüm aygıtlarıyla halkın desteğini yanlarına almak için bir yandan sorunlarını dillendiriyor ya da farkında olduğunu söylüyor, diğer yandan ise halkın kendi çıkarları doğrultusunda harekete geçmemesi için onlara seçimlerde ya da parlamentoda temsil hakkı vermenin yeterli olduğunu anlatıyor. Seçim süreçleri halkın örgütsüz, dağınık kalması ve çıkarlarının ne olduğunu anlamaması üzerine kurulu, onları kimin daha iyi sömüreceği üzerine bir mücadelenin ötesine geçmemektedir. Temsiliyet adı altında örgütsüzlüğün, hareketsizliğin ve bağımlı hale getirilmiş nesne durumunun sürmesi amaçlanmaktadır.

Hâkim olan faşist Cumhur İttifakı bu amaç için faşist devlet mekanizmasını da en güçlü, işlevli ve etkili şekilde kullanarak hareket etmektedir. İşçi sınıfı ve emekçilerin ekonomik ve demokratik istek ve taleplerine, hak arayışına en ufak tolerans göstermeksizin kolluk güçleri ve yargı mekanizması ile saldırmaktadır. Grevleri yasaklamakta, örgütlenme haklarını sınırlamakta ya da var olan örgütlenmeleri iğdiş etmektedir. Tüm demokratik hak arayışları “terör ve milli güvenlik” parantezine alınarak ya doğrudan saldırıya ya da toplumdan tecrit edilerek yalnızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu eksende en işlevli ideolojik argümanı ise şovenizm ve din olmaktadır. Her gelişme ya şovenist bir histeriyle saldırıya uğramakta ya da dini, ailevi ve kültürel değerlere saldırı adı altında kitlelerin gerici yanlarının basıncı altına alınmaktadır. Kuşkusuz tüm bunlar aynı zamanda seçim argümanı olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu durum kitlelerin gericilik etrafında kenetlenmesi, sisteme yedeklenmesi ve farklı düşünen ve yaklaşan herkese düşmanlaştırılmasını getirmektedir.

Millet İttifakı ise kitlelerin yaşadığı sorunları bir kaldıraca çevirmekte, halkın sorunlarını dillendirirken özgürlük, demokrasi, zenginlik ve huzur vadetmekten geri durmamaktadır. Bu faşist blok da işçi ve emekçilerin hak arama mücadelesini ise “seçim güvenliği”, “provokasyon” risklerini öne sürerek boğmakta, sokakları ve meydanları tehlikeli araçlar olarak tanımlamakta ve çözüm gücü olarak ise sandıkları işaret etmektedir. Halkın örgütlü hak arama çabasını, isteğini sadece sandıklara yönelmesiyle, orada kendini gerçekleştirmesiyle sınırlamaktadır. Şovenizm histerileri ve din argümanını ise Cumhur İttifakı’yla bir yarış kategorisinde ele almaktadır. Böylece halka diğer cepheden açık ve kararlı bir saldırı organizasyonu içinde olmaktadır.

İşçi ve emekçilere açık düşmanlık yapmakta, onların örgütsüzlüğü ve dağınıklığını kendileri için bir güç ve olanak olarak tanımlamaktadırlar. Bunun devam etmesi hatta daha da sağlamlaşmasında ise seçimleri bir fırsat olarak kullanmaktadırlar.

İşçiler, emekçiler, ezilen Kürt ulusu ve diğer milliyetler, ezilen inançlar, ezilen cins olan kadınlar ve tüm bu ezilmişliğinin farkında olan ve eşitlik isteyen kesimler ise büyük bir reformist kuşatma altındadırlar. Reformistler, bu kesimlerin değişim isteğinin ancak seçim ve parlamento yoluyla olacağını ellerindeki tüm olanaklarla propaganda etmektedir. Seçimlerin ve parlamentonun faşist kliklerin çıkarlarına hizmet eden bir araç olarak değil, hangi egemen kliğin halkı yönetmesine karar verecek bir mekanizma değil; gerçekten bir temsil, değişimi sağlayacak bir araç olarak halka anlatılması rolünü üstlenmiş durumdalar. Bunun için ittifaklar kuruyor, seçim çalışmaları örgütlüyorlar. Halka yaslanma, halkın çıkarlarını savunma istekleri ve nitelikleri ile halkın devrimci temelde bağımsızlığı ve hareketi arasında kalmış ve nihayet halkın örgütlenerek kurtuluş mücadelesini yükseltme aciliyetini parlamentoda temsil isteğinin gerisine atmış bir konumlanış almaktadırlar.

Seçimler bir kampanya olarak düşünülürse çok açık ve güçlü bir şekilde halk kitlelerinin dağınık ve örgütsüz durumunun sürdürülmesi ve derinleşmesine hizmet eden bir süreç olarak işlemektedir. Komünistler halkın kurtuluş programını, onun mücadele araçlarını, örgütlenme ve harekete geçme zorunluluğunu seçimlerin mutlak şekilde karşısına koyma görevi vardır. Halkı tam kurtuluşa götürecek programı propaganda etme ve halkın devrimci bağımsızlığını örgütleme sorumluluğunu yerine getirme zorunluluğu komünistlerin omzundadır.