Türkiye’de TV kanalları RTÜK aracılığıyla devletin özelde ise AKP siyasetinin kolları olmaya devam ediyor. 2002’den beri artan oranlarda AKP hükümetlerinin izlediği politikalara göre içerik belirleyen TV kanalları bugün liberallere dahi kapısını kapadı. RTÜK, faşist düzen medyasının bir parçası olan FOX TV’nin ana haber bültenine tam 3 kez yayın durdurma cezası verdi. Bu durumu bir RTÜK üyesi şöyle dile getirdi: “Erdoğan hedef gösteriyor, RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin de vazife çıkarıyor. Yayıncılık hayatımızın en ağır cezalarından birisiyle karşı karşıyayız programı üç kez durdurmak hukuki değil siyasi bir karardır.” Bugün artık liberalleri dahi “özgürlük” derken iki kere düşündüren Erdoğan, TV’leri politik amacına uygun ve etkin kullanıyor.
2015’teki darbe girişiminin ardından kahraman asker (!) dizileri çekilmeye başladı. Bunları iktidar siyasetinin her seferinde diğer siyasetlere üstün geldiği (!) tartışma programları izledi. Burjuva muhalefete yakın gazeteci veya köşe yazarları “tokatlandı”, AKP’nin safına geçti. AKP ile ekonomik çıkar ortağı Demirören Grup, burjuva muhalefetin safındaki Doğan Medya Grup’u satın aldı. AKP bütün toplumsal tepkilerin önüne geçmek için büyük çaplı bir medya yapılanması oluşturdu.
Peki şimdilerde AKP medyasındaki yani iktidar medyasındaki “darbe” sayıklaması neyin nesi? Bunun TC’de faşist yönetim biçiminin her dönem bir şekilde vuku bulan halet-i ruhiyesi olduğunu söylemek pekâla mümkün. Yoksa Ragıp Zarakolu’nun yazısına bu tepkiler niye?
Dünyanın birçok yerindeki isyan dalgası koronavirüs dalga kıranında duruldu. Şimdilerde Lübnan sokakları “virüsten ölmezsek yoksulluktan öleceğiz” şeklinde yeniden canlandı. Türkiye’de ise AKP ortaya çıkabilecek halk isyanını kâbuslarında görüyor. Bu kâbuslarda isyan dalgalarının bilindik bir diğer dalga kıranı olan askeri darbeleri sayıklayıp duruyor. Bu sayıklamalar milli şefinkilerden, Menderes’inkilerden çok farklı değil. Darbe konusunda deneyimli olan AKP, 2015 yılındaki darbe girişimini fırsata çevirdi, devlete bağlı çeteler örgütledi. BU faşist çetelerin sözcülüğüne soyunanlar bugün yine darbe fikri üzerinden TV’de listelerden söz ediyor*.
Uzunca bir süredir siyasi iktidarı elinde tutan AKP kontrolün yine elinde olduğunu göstermek istiyor. Herhangi bir olay sosyal medyada gündem olana kadar her şey yolunda. Artan intiharlar, depremin sosyal etkileri, polis saldırganlığı vs. Bunların hepsi ancak yayılması engellenemez olaylar yaşandığında burjuva medyada yer buluyor. Son olarak Ali El Hemdan cinayeti… Binlerce insan sahiplendi Hemdan’ı. Ailesi ve çevresi doğal olarak şaşırmıştı bu kadar duyulmasına. Hem Suriyeliler hem Kürtler öldüğünde TC medyasında yer bulmaz. AKP medyası olayın yankı bulmasına şaşırmadı. Önce Hemdan’ın dur ihtarına uymadığı söylendi, bu çarpıtmanın etkisi olmadı. Daha sonra aileye TC vatandaşlığı verildi, polis açığa alındı, soruşturma başlatıldı. Mesele ‘kapandı.’ Polisin Hemdan’ı katletmesi tek bir olay. 2007’den beri 403 kişi dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle katledildi. Gelecek tepkiler ancak polis hakkında soruşturma başlatılarak önlenirdi ki öyle önlendi. Yani halkın yüksek sesli tepkisi TC’nin dipsiz yargı sistemi kuyusunda kayboldu.
Devletlerin halk üzerindeki tahakkümünü devam ettirmesine olanak sunan rıza üretimi ve zor kullanımı aynı skala üzerindeki iki uca denk düşer. Rıza üretimi, esas olarak devletin ideolojik aygıtları aracılığıyla sağlanır. Rıza üretiminin toplumda daha az yer tuttuğu zamanlarda ise zor aygıtları daha aktif kullanılır. Bugün TC zor aygıtının kullanımını medyası aracılığıyla propaganda ederken bir yandan da halka korku salıyor. Zor kullanımı halkın öfkesi karşısında propaganda edilmiyor. Hemdan olayında olduğu gibi rafa kalkıyor. Yargı sisteminin sefaleti giriyor işin içine, tutukladığı kişiyi tepkiler sönümlenince geri serbest bırakmak, on yılları alan yargılamalar vs. Halkın öfkesi böyle absorbe ediliyor.
Halkı öfkelendiren, kendiliğinden tepkileri açığa çıkartan olaylar arttı. Sınıfsal gerçeklik tüm gerçekliğiyle gözler önünde. Son yıllarda olmadığı kadar gözler önünde. Artık hiçbir manipülasyon bu gerçeğin önünde uzun süre kalamıyor, oluşturulan sis perdeleri aynı hızda dağılıyor. Son dönemde RTÜK’ün bu kadar gündem olmasını da bu sis perdesini koruma çabasına bağlamak mümkün.
RTÜK bir yandan TV haberlerinde yorum yapma yasağını tartışıyor diğer yandan iktidar yanlısı yorumların önüne geçmek istemiyor. Sevda Noyan’ın “darbe karşıtı” konuştuğunu iddia ederek “tabii ki” cezalandırmayacaklarını belirtiyor daha sonra ise söz konusu TV kanalına ceza kesiyor. Denebilir ki bu süreç RTÜK’ün de ezberini bozmuş durumda. Faşist devlet ve iktidarın “yeni” politikalarına ayak uydurmanın sancısını yaşıyor.
Peki nedir bu “yeni” politikalar? Son dönemde birçok olayda görüldüğü gibi devlet bir yandan baskı ve şiddeti yoğunlaştırıyor, propaganda araçlarıyla buna bir arka plan oluşturuyor diğer yandan ise gündeme düştüğü için tepkilerin arttığı konularda “açığa alma” gibi taktiklerle tepkinin büyümesinin önüne geçiyor. Kafa karıştırıcı ya da tutarsız taktikler gibi görünse de aslında iktidar ne yaptığını iyi biliyor. Politik hedeflerini gerçekleştirmek için saldırganlığı boyutlandırırken sembolik ve küçük adımlarla tepkiyi kontrol altında tutmaya çalışıyor. Sistematik bir biçimde baskının ve polis-bekçi şiddetinin yoğunlaştığı bugünlerde bu tekil “tavizlerin” devede kulak kaldığını, gündeme yansıyanlardan kat be kat fazla pratikler olduğunu ve “açığa alınan”, “tutuklanan” kişilerin sonradan ödüllendirileceğini düşündüğümüzde iktidarın ne yapmaya çalıştığını daha iyi anlarız. Faşist iktidar halka ağacı gösterip ormanı gizleme derdindedir. O zaman bize düşen görev de her bir olayın faşist düzen ve sömürü sistemiyle olan ilişkisini bıkmak usanmaksızın halka anlatmaktır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 28 Mayıs 2020 tarihli 62. sayısından alınmıştır.