Büyük yıkım ve felakete yol açan Maraş depremlerinin 1. yıl dönümüne giriyoruz. Yaşanan felaket kaç insanın molozların altında can verdiğinin tam olarak tespit edilemediği, bugün hâlâ kayıplarını bulmak için insanların mücadele etmek zorunda kaldığı, bir yıl geçmesine rağmen konteynerlerde geleceği belirsiz ve umutsuz şekilde yıkımın ağır sosyal-psikolojik etkileriyle yaşamaya mahkûm kalan milyonlar bıraktı. Bu büyük yıkım ve felaket ranta dayalı, insan canını değil kazanılacak yüksek kârı amaçlayan bir şehirleşme ve yapılaşmanın sonucu olarak ortaya çıktı. Resmi rakamlara göre 53 bin 537 insan bu deprem felaketinde can verdi. Söylediği hiçbir şeye inanılmayan resmi makamların verdiği bu bilgiye de geniş halk yığınları ve özellikle bölgede yaşayan halk asla inanmadı, inanmıyor. Zira devlet denilen zalim makine yaşanan her olumsuzluğu “devletin âli menfaatleri, itibarı ve prestiji” için manipülasyona tabi tutmaktadır. Asla doğruya dayanarak hareket eden bir yaklaşıma sahip değildir. Hakeza AKP-MHP blokunun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Tv100’deki röportajında deprem felaketine karşı tedbirin önemini heyecanlı yalanlarla anlatırken bu depremde 130 bin insanın öldüğünü ağzından kaçırdı. Her ne kadar Türkiye tarihinde depremde verilen toplam kaybı ifade ettiğini söyleyerek durumu düzeltmeye çalışsa da konuşmanın akışında Maraş depremlerine dair kayıpları telaffuz ettiği açık bir şekilde duyulmaktaydı.
Maraş depremlerinin yarattığı büyük yıkım, onun yarattığı acı ve öfke 2023 Mayıs seçimlerinin girdabı içine çekilerek adeta bu yıkımın nedeni ve kaynağının üstü örtüldü. Halkta oluşan yoğun duyarlılık, sürece müdahale eden güçlü hareket ve dayanışma, öfke ve tepki sınıf mücadelesinin bir kaldıracına dönüştürülemedi. Devrimci hareketin zayıflığı, egemen güçlerin ve seçime kilitlenmiş reformist dalganın kitleler üzerinde yarattığı etki felaketin “doğal bir olay” olarak tanımlanmasına neden olan faktörlerdir. Kitlelerin örgütsüzlüğüne rağmen organize olma yeteneği ve gücü, yoksulluğuna ve zor ekonomik şartlar içinde olmasına rağmen deprem mağdurlarına maddi açıdan yetişme çabası ve fedakârlığı, yaşanan sorun karşısında azami düzeyde ortaya çıkan duyarlılığı, devletin her türlü engelleme, sınırlama ve yardımları tekele alma çabasına karşı yaratıcılığı geniş kitlelerin seferber olduğunda nasıl bir güç olduğunu göstermiştir.
Henüz böylesi bir felaketin üzerinden bir yıl geçmişken, sorunların nedenleri ve kaynakları açık şekilde belirgin haldeyken, yıkım ve felaketin sonuçları bölgede yaşayan halk için devam ediyorken ülkemizin yarı feodal, yarı sömürge yapısından kaynaklanan çarpık şehirleşme, felaketlere zemin sunan yapılaşma, ranta ve yüksek kâr hırsına dayalı düzensizlikler yerel seçim yarışının konuları olmaktadır. Faşist partiler ve adayları rant sisteminin üzerine oturmaya dayalı yaklaşımlarla durmaksızın yalan vaatlerle halkı kandırmaya çalışıyor. Reformist anlayışlar var olan sistemde “halkçı, komünist belediyecilik” güzellemesi yapıyor. Bunun da ötesinde deprem felaketinin örgütlenmesinde payı olan belediye başkanlarının yeniden aday yapıldığı, Cumhurbaşkanının yerel yönetimle merkezi yönetimin uyumsuzluğundan dolayı yardımları göndermediklerini itiraf ettiği, Hatay’da Geri Döneceğiz İnisiyatifi üyelerinin depremin birinci yılında gözaltına alındığı, demokratik-devrimci güçler arasında yakınlaşmanın gerçekleştiği alanlarda reformist güçlerin siyasal rant peşine düştüğü bir yerel seçim hengamesi yaşanıyor.
Kuşkusuz deprem felaketi halkın yaşadığı tek felaket değildir. Ekonomik olarak büyük çaplı yıkım bir süredir devam ederken halkın mücadele ve örgütlenmesine yönelik saldırılar ise sürekli boyutlanmaktadır. Enflasyonun artık günlük bazda artış gösterdiği, temel gereksinimlerin karşılanamaz hale geldiği, faşist diktatörlüğün kendi Anayasa Mahkemesi ve anayasasını tanımadığı, vekilleri ve belediye başkanlarını görevde alma ve tutuklamaların sıradan uygulamaya dönüştüğü, “vatan-millet-sakarya” ve “bayrak inmez ezan susmaz” şovenizminin günlük bir ritüel olduğu yıkıcı ve boğucu şartlardan geçilmektedir. Merkez Bankası başkanlarının ekonomi enkazı altında kalarak sürekli değişmesi sistemin krizle baş edemediğinin göstergesidir. Son olarak güçlü kariyeri, emperyalist tekellerin genç yeteneği Hafize Gaye Erkan havlu attı. Halka kesilen ağır faturalar faşist diktatörlüğün yaşadığı ekonomik krize çare üretemiyor, ancak halka büyük felaketler olarak geri dönüyor sürekli.
Kuşkusuz felaketi haber veren gelişmeler bununla bitmiyor. Emperyalistler arası çelişki ve çatışmaların keskinleşmesi savaş için uygun koşulların olgunlaşmasını getiriyor. Bölgesel çaptaki çelişki ve çatışmalar, devletler arası gerginlikler halk yığınlarına daha fazla kan ve can vermeyi dayatan bir süreci örüyor. Filistin ve Kürt ulusal direnişleri emperyalizmin ve gericiliğin hem askeri hem de ideolojik-politik kuşatması altına alınırken halkların emperyalizme ve gericiliğe karşı direnmesinin nafile olduğunu bu vesileyle öğütleme çabasında. Haklı direniş ve mücadeleler gecikmeksizin “terör” kapsamına alınıp haksız olan egemenlerin katliamları baskıları bir hak olarak sahipleniliyor. “Güçlü olanın yenilmez de olduğu” mottosu tüm gericiler tarafından halka empoze edilmeye çalışılıyor. 7 Ekim’de Filistin Direnişinin gerçekleştirdiği Aksa Tufanı, ABD emperyalizmini bölgede daha saldırgan bir pozisyona itmiştir. ABD Yemen, Irak, Ürdün ve Suriye’de kendisine yönelik saldırılara doğrudan askeri müdahaleler içine girerek İran ve arka planda Rusya ile gerginliği örgütlemektedir. Ukrayna’yı silahla besleyip Rusya’ya direnme gücü katarken savaşı derinleştirmektedir. Emperyalistler özellikle Orta Doğu’da yoğunlaşan bir çelişki ve çatışma sürecine doğru ilerlemektedir. Faşist diktatörlük ise her türlü çatışma ve gerginlikte ön planda olan ve kendini bir koçbaşı gibi konumlandıran tutumu inşa etmiştir. Kürdistan’ın her parçasına yönelik düşmanlıkla, saldırganlıkla yok etmeye kodlanmış konumlanışa sahiptir. Bunun da ötesinde ABD emperyalizmi adına bölgede birincil derecede güç olmaya dair konumu elde etme peşindedir. TC bir savaş makinesi gibi bölgede konumlanmak için hazır kıta durumundadır. Bununla birlikte aynı TC İsveç ve Finlandiya ile NATO’nun genişlemesini onaylarken F-16 uçaklarına kavuşmayı da başardı!
Böyle bir tabloda sınıf mücadelesindeki geri tablo ve kitlelerin devrimci çözüm yöneliminde olmaması, onların yaşadığı felaketler ve bekleyen felaketlere karşı umutsuz, karamsar ve tam bir gerici kuşatma altına alınmasını getirmektedir. Halkın çelişkilerinin teskin edilmesine değil tam ve açık bir şekilde, temeline inerek ve bu çelişkileri keskinleştirerek mücadele konusu yapmaya ihtiyaç vardır. Seçimler, reformist hayaller, legal olanakları amaçlaştıran ittifaklar, koltuk hesapları, Anayasalcı beklentiler, parlamentarizm rüyaları halkın diğer bir felaketi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu felaket hali yeni değildir. Tarihsel bir seyri ve sınıfsal bir karakteri vardır. Yenilgi ve gerileme dönemlerinde reformizmin politik tutumu budur. Ölümünün 100. yılında Lenin yoldaşın “en saf ve en mükemmel reformizm” tiradı bugünkü tüm tasfiyeci ve reformistlerin de dünya görüşü durumundadır: “İnsanların yarından ne beklediklerini, önlerine hangi görevleri koymaları gerektiğini bilmedikleri bir çaresizlik ve belirsizlik durumunu – belirsiz, bekleyen ruh hali, ister devrimin tekrarlanmasına, isterse ‘o zaman görürüz’e bağlanan bulanık umutlar işte bu demektir. Günün görevi, daha iyi zamanları verimsizce beklemek değil, aksine Rus yaşamının başlamış olan bu yeni tarihsel döneminde, işçi sınıfının ‘devrim için’ değil, ‘devrim beklentisiyle’ değil, bilakis yaşamın tüm alanlarında kendi özel çıkarlarını ısrarla ve planlı bir şekilde korumak için; bu çok yönlü ve karmaşık çalışması içinde güçlerini toplamak ve eğitmek için; bu yolla genelde sosyalist bilinci eğitmek ve çağaltmak için; özelde Rusya’nın toplumsal sınıflarının karmaşık karşılıklı ilişkileri içinde, feodal gericiliğin iktisaden kaçınılmaz kendi kendini tüketmesinin ardından Rusya’yı bekleyen meşruti yenilenmede yönünü saptamayı -ve düşmana göğüs germeyi!- bilmek için örgütlenmesi gerektiği yönetici düşüncesinin geniş çevrelere kabul ettirilmesidir” (Cilt 4, Sf. 98)
Bugün tam da seçimler, mücadele biçimleri, devrimin sorunları ve ilkeleri meselesinde bu eksende bir saldırı dalgası söz konusudur. Faşizm ve onun ağababası emperyalizm tüm gücüyle savaş makinelerini ve karşı devrimin gücünü pekiştirmeyi içerecek şekilde örgütlenmelerini yetkinleştirirken halkın kurtuluş için ihtiyaç duyduğu örgütlenme, devrim bilinciyle donanma, öfke ve tepkisinin teskin edilmeden keskinleşmesi “koşullar teorisi” ile reformizm girdabına çekilmeye çalışılıyor. Komünistler devrimi, sorunlarını ve halkın kurtuluşu için savaşma zorunluluğunu kavrayarak ve buna yönelerek süreci karşılamada ısrar edecektir. İhtiyaç olan budur.