İyi Adama Bir İki Soru
Anladık iyisin,
Ama neye yarıyor iyiliğin.
Seni kimse satın alamaz,
Eve düşen yıldırım da
satın alınmaz
Anladık dediğin dedik,
Ama dediğin ne?
Doğrusun, söylersin düşündüğünü,
Ama düşündüğün ne?
Yüreklisin, Kime karşı?
Akıllısın,
Yararı kime?
Gözetmezsin kendi çıkarını,
Peki gözettiğin kimin ki?
Dostluğuna diyecek yok ya,
Dostların kimler?
Şimdi bizi iyi dinle:
Düşmanımızsın sen bizim
Dikeceğiz seni bir duvarın dibine
Ama madem bir sürü iyi yönün var
Dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine
İyi tüfeklerden çıkan
İyi kurşunlarla vuracağız seni
Sonra da gömeceğiz
İyi bir kürekle
İyi bir toprağa.
Şair, oyun yazarı ve tiyatro yönetmenidir Brecht. Brecht’in şiiri ve oyunu sınıfsaldır. Hatta bu sınıfsallık kimi eserlerinde dolayımsız olduğu için “slogansı” değerlendirmelerine de muhatap olmaktadır. Brecht’in şiir ve oyunlarında belirgin bir sistematik göze çarpmaktadır; bu, onun diyalektikçi oluşunun yansımasıdır. İsminin “epik tiyatro”nun kurucuları arasında geçmesi, hatta epik tiyatronun kurucusu olarak görülmesi onun diyalektiği kavrayışıyla ilgilidir.
Burada Bertol Brecht’in şiir ve oyunları hakkında bir değerlendirme yapmayacağız. “İyi adama bir iki soru” gibi küçük burjuvazinin sınıf karakterinden gelen uzlaşmacı özelliğini çarpıcı biçimde anlatan Brecht, elbette yaşamından öğrenilecek büyük bir şairdir. Lakin biz bu renksiz, girdiği kabın biçimini alan, dokunmayan, çatışmayan yani genel çizgi olarak “yaşa-yaşatçı” olan karakter üzerinde, Brecht’in “iyi adam” olarak ifade ettiği karakter üzerinde durmak istiyoruz.
Küçük burjuvazi ekonomik ve sosyal durumuna göre kendi içerisinde değişik katmanlara ayrılır. Örneğin orta köylülük gibi küçük işletme sahibi, zanaatkar, esnaf vs. küçük burjuvadır. Her biri ayrı ayrı incelendiğinde ekonomik olarak aralarında derece farklılığı olduğu görülecektir. Sınıf çalışmalarında küçük burjuvazinin dört ya da beş ayrı kategoride incelendiğine rastlamaktayız. Kendi içerisinde yaşadığı kategorik ayrım bir yana küçük burjuvazi bir bütün olarak ara sınıftır. Türkiye gibi yarı sömürge, yarı feodal ülkelerde toplumun en kalabalık kesimi olarak varlığını sürdürse bile kapitalist, emperyalist ülkelerde bu tabaka esasen yok olmak gibi bir süreç yaşar, yaşamaktadır. Nicelik gücü değişkenlik gösteriyor olsa bile bu toplumsal tabaka bulunduğu her yerde çatışma halindeki iki temel sınıfa yedeklenir. Gövdesinin ağırlıklı tarafının kimin yanında olduğunu ise sınıflar mücadelesinin keskinlik derecesi, devrimci durumun düzeyi belirler. Ekonomik ve sosyal yapılarının yarattığı “ara tabaka” durumu bu kesime ideolojik ve politik olarak uzlaşmacı, oportünist bir karakter kazandırır.
Brecht “iyi adam” şiiriyle bu uzlaşmacı, oportünist kesimlere sesleniyor. Brecht’in şiirinde bir sınıfın düşünce biçimi ve davranış kalıplarına rastlıyoruz. Sınıflara ait düşünce ve davranış tarzlarının evrenselliği nedeniyle “iyi adam” bize fazlasıyla tanıdık geliyor. Sağımız solumuz, önümüz arkamız yani her yanımız tarihsel rolünü kavrayamayan ya da bu rolü terk ederek sıradanlaşan insanlarla yani “iyi adam”larla kaplıdır.
Tarihsel rol nedir? Tarih içindeki bireyi abartmadan söyleyelim halkın acılarını görmek ve onu değiştirmek üzere eylem halinde olmaktır. Halkın acıları halk demokrasisi/proletarya diktatörlüğü ve altınçağa doğru yürüyüşle son bulur. Dolayısıyla “tarihsel rol” böyle bir perspektif doğrultusunda eylem halinde olmaktır. “İyi adam”, suskunluğuyla, hayatı devam ettirişindeki vurdumduymazlığıyla Brecht’in öfkesini üzerine çekiyor. Bu, haklı bir tepki olmakla birlikte “bilincin, işçi sınıfına dışardan götürüldüğünü” ihmal ettiği için tek yanlıdır.
SÖZÜMÜZ SIRADANLAŞMAYI SEÇEN “İYİ İNSAN”ADIR!
Bizim sözümüz “sıradan” insanlara değil sıradanlaşmayı seçen “iyi insan”a olacaktır. Başkan Mao, bir savaşta belirleyici unsurun insanın bilinçli dinamik rolü olduğunu söyler. Burada elbette doğru bir teorinin, doğru politika ve taktiklerin olması gibi savaşın kaderiyle doğrudan ilişkili başka unsurlar da vardır. Fakat bütün bunları hayata geçirecek olan insandır. Bu nedenle insandır tayin edici olan…
KP neredeyse yarım asrı bulan tarihi içerisinde yüzbinlerce insana dokunmuş; militan, üye, kadro olarak binlerce insanı bünyesinde toplamıştır. Bu muazzam güç kalıcı olmamışsa sorumluluk KP’ye aittir. Fakat KP’nin esas sorumlu olması, saflarını terk ederek halkın acılarına sırt dönmeyi, sıradanlaşmayı haklı çıkartmaz. Sınıf mücadelesi içerisinde bilinçle yer almış, değişik kademelerde sorumluluklar üstlenmiş, zorlu görevler omuzlamış sayısız militan, üye ve kadro bugün bu mücadelenin dışına çıkmış durumdadır. KP’nin kuruluş sürecinde yer almış olanların hiçbiri bugün KP ile birlikte değildir. Şaşırtıcı olan ise başka bir devrimci yapı içerisinde de yer almadıklarıdır. Bu, söz konusu kopuşlarda teori, siyaset ve strateji sorunlarının belirleyici olmadığını gösterir.
Devrim ve komünizm mücadelesinin ileri hatlarında olmak, ileri görev ve sorumluluklar talep etmek bir gönüllülük meselesidir. Gönüllülüğün gücünü belirleyen ise bir dizi şeyin yanında halkın davasına bağlılıktır. Mücadele saflarının terk edilip, sıradanlığın seçilmesinde bu unsur önemli bir yerde duruyor. Başkan Mao 60’lı yıllara denk gelen bir konuşmasında ÇKP’nin kuruluş sürecinde yer alanların bir serimini yapar; 8 kişi olduklarını; ikisinin şehit olduğunu, ikisinin düşmanlaştığını geriye kalan dört kişinin ise “bugün bu salonda hazır bulunduğunu” belirtir. Bırakalım kuruluş sürecinden kalanı, ‘80, ‘90, hatta 2000 yıllarında KP’de ileri saflarda yer almış sayısız militan ve kadrodan geriye az bir insan kalmıştır. Eğer KP saflarının dışına çıkan bu insanlar diğer devrimci yapılarda görev almıyorsa ki almıyor, KP’yi tek sorumlu ilan etmek durumu anlamaktan uzak bir yaklaşım olur.
MLM’yi bilimsel bir ideoloji olarak gördüğünü, devrim, sosyalizm ve komünizm davasına inandığını söyleyen insanlar bilinçli dinamik rolünü oynamak üzere sahneye çıkmaktan geri duruyorsa, bunun, yıkmaya ahdettiği düzenle uzlaşmanın bir biçimi olduğu aşikardır. 12 Eylül Askeri Faşist Cunta yılları ve sonrası “insan kalmak” biçiminde popüler olmuş bir söz vardı. Yani ‘devrimcilik yapmıyoruz, devrimi, devrimciliği bıraktık ama düzenin bataklığına da saplanmadık’ anlamına geliyordu bu söz. Brecht’in şiirindeki “iyi adam” olmuşlardı.
Marks insanın acı çeken, acısını duyan tutkulu bir varlık olduğunu söyler ve der ki “tutku ise kendi nesnesine doğru yılmadan yönelen insanın özsel gücüdür.” Bilinir ki komünist, devrimci insanın nesnesi devrim ve komünizm mücadelesidir. KP’nin saflarından koparak sıradanlığa yatanlar kendi nesnesine doğru olan atılımını, yılmadan, heyecanla gerçekleştirdiği yürüyüşü terk etmiş ve böylece Marks’ın ifadesiyle özsel güçlerini, yani tutkularını yitirmişlerdir. Türkiye gibi ülkelerde devrim mücadelesinin çetin geçtiği bir gerçek. Mücadeleye dair bu nesnellik, devrimci saflardaki erimenin çok önemli nedenleri arasındadır. Yılmamak, her düşüşünde kalkmaya azmetmek ve tekrar denemek esastır. Marks diyordu ki “Şu inancım şimdiye dek durmadan güçlendi; güçlü bütün kişiler (…) devrim yolunda yürümeye koyulduktan sonra, hatta yenilgilerden de yeni güçler kazanarak çıkmışlar ve tarihin sellerinde ne kadar fazla yüzmüşlerse, o derecede daha azimli olmuşlardır.” Öyleyse halkın acısına sırtını çevirerek “iyi adam” olmanın, “insan kalmanın” canı cehenneme… Halkın acılarına son vermek için KP ile birlikte devrime, siyasal iktidar uğruna mücadeleye…