[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Yazıyı dinle “]
7 Ekim’de Filistin ulusal kurtuluş güçleri tarafından başlatılan Aksa Tufanı gündemdeki yerini korumaktadır. Siyonist İsrail Filistin halkına yönelik katliam niteliğindeki saldırılarını sürdürmektedir. Eylemin niteliğine, yaratacağı etkilere ve direnişin durumuna daha önceki yazılarda değindik. Bu yazıda faşist TC devletinin Filistin meselesine yönelik tutumu üzerinde duracağız.
Bilinmektedir ki TC geçmişten günümüze bir eliyle Filistin bayrağı sallarken diğer eliyle İsrail’in elini sıkmaktadır. Bu ikiyüzlülük en geniş kitlelerde bilinç bulanıklığı yaratmaktadır. “Büyük Filistin Mitingi” denilen miting bunun bir örneğidir. AKP tarafından manipüle edilen birçok kişi Filistin’e destek olmak için bu mitinge katıldı. Manipülasyondan söz ediyoruz çünkü iktidardakilerin protesto için bir kitle mitingine yönelmesi, işgal ve katliam içeren bir saldırganlığa kitlelerle birlikte sloganlarla, konuşmalarla karşı durması sorumluluğunu savsaklaması, misyonunu ve olanaklarını kullanmaması, ama buna rağmen “bir şey yapıyor gibi görünmesi” anlamına gelir. Mitingi TC hükümetini oluşturan AKP örgütledi! Hükümet ne yaptı peki? O da mitingin koşullarını düzenlemekle yetindi! Üstelik bölgedeki benzer statüdeki devletlerin düzenlediği mitinglerde katılımcılara direnişe desteğin gerçek sembolü olarak Filistin bayrağı dağıtılırken Türkiye’de bunun yerine TC bayrağı dağıtıldı! Mitinge katılan kitlenin çoğu Erdoğan’ın ya da AKP’nin Filistin’e, Filistin’deki büyük direnişe destek verdiğini düşünüyor olmalıdır. Televizyonlara da yansıtılan yüksek sesli Erdoğan söylevlerine teşne bir kitleden söz edilebilir. Oysa hepimiz iyi biliyoruz ki buralarda İsrail’e atıp tutanlar, Filistin’e koşulsuz destek verir görünenler kapalı kapılar ardında halkı katledenlerle iş birliği içindedir. Durum en genel anlatımla şöyledir: TC bağımlı olduğu emperyalist ABD’den kopamayacağı için onun yardakçısı İsrail ile de ilişkilerinde azami derecede dikkatlidir. Bu dikkat bağımlılık seviyesindedir. Dikkatini yitirdiği anda titremelerle başlayan ama mutlakla uysallıkla biten bir nöbet tutmaktadır devlet. Bu dikkat etme zorunluluğunda diplomasinin gerektirdiği tutumlar vardır. Örneğin Erdoğan’ın bizzat kendisi Netanyahu’yu sildiğini söylerken bir yandan da “Bunun dışında bağları tamamen koparmak, hele hele uluslararası diplomaside öyle bir şey olmaz. Onun için gerek Dışişleri Bakanı Hakan Fidan gerek Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın ve gerek diğer bakan arkadaşlarımla, diplomasinin bütün imkânlarını kullanıyoruz ve buna devam edeceğiz.” demektedir.
Filistin’e yönelik her saldırı sonrasında ağızlarından hep yüksek nidalı sözler duyarız, bununla birlikte siyasi ilişkiler aynen devam eder. Örneğin Erdoğan 2017 yılında, “İsrail işgalci terör devletidir” demişti. 2021 yılında da “Gücü çocuk ve kadınlara yeten terör devleti İsrail’in zalimlikleri karşısında öfkeliyiz” gibi çok gerçekçi görünen bir söylemde bulunmuştu. Bunun sonucunda ne oldu? İsrail sadece kınanmakla kaldı. 2002 yılında 1,41 milyar dolar olan ticaret hacmi 2022’de 8,91 milyar dolara kadar çıktı. İlişkileri geliştirirken İsrail’in “terör devleti” olması hiçbir sıkıntıya neden olmadı. Bu ilişkilerin katliamları, işgali destekleyen türden ilişkiler olduğu gerçeği bu sözlerin sahiplerini “hiç” rahatsız etmedi. Bir yandan Filistin davası “sahiplenilirken” diğer yandan Filistin’in karşısında yer alan İsrail’le karşılıklı elçilikler atandı.
Erdoğan’ın yüksek nidalı sözleri Filistin Mitingi’nde devam etti ancak geçmişte olduğu gibi şimdi de sadece söz düzeyinde kalarak. Öyle ki bunca katliama rağmen söyleyebildiği en “ağır” söz “Bir gece ansızın gelebiliriz” olmuştur. Miting alanında, manipülasyona teşne bir kitlede bu söz heyecan yaratmış olsa da gerçekte hiçbir karşılığı olmayacağı bilinmektedir. “Ansızın geliriz”in hiç gündem olmaması, bir devletin “savaşırız” açıklamasının sessizce geçiştirilmesi manipülasyonun düzeyini de göstermiştir. TC devletinin Filistin’i İsrail işgalinden kurtarmaya gitmesi ancak manipülasyona teşne olanların “ikna olmuş görüneceği” bir argümandır. Erdoğan mitingde ayrıca muhalefet partilerini kınadı. “Maalesef ülkemin siyasileri içerisinde Hamas’ı Netanyahu’ya bırakan talihsizler var, Netanyahu nasıl teröristse Hamas da teröristmiş, yazıklar olsun” diyerek birtakım eleştirilerde bulundu. İsrail devletini terörist olarak gören Erdoğan’a sormak gerek: Terörist bir devletle karşılıklı elçilik atamak ne kadar tutarlıdır? Ancak onun ve benzerlerinin bu sözleri sarfetmesinde bir sakınca yoktur. Nasıl olsa söylediklerini ertesi gün yutacaklardır.
Unutmadan İsrail’i “savaş suçlusu” ilan edeceklerini de belirttiler; ama bunun üzerinden haftalar geçti. Umarız savaş bitmeden İsrail “savaş suçlusu” ilan edilir. Bu durumda ilişkilerde dikkat zorunluluğunun neden olacağı titremelerle sürecek nöbetin de ön hazırlığı olmalı!
ATEŞKES, SAVAŞ, ARABULUCULUK
TC’nin Filistin halkının yanında olmadığının en açık örneği arabuluculuk çağrılarıdır. Devletlerin böyle bir çağrı yapması aslında bir taraf takındıklarını gösterir. Bulduğu her fırsatta arabuluculuk ve ateşkes çağrılarını yineleyen Erdoğan, böylelikle Filistinli örgütlerin öncülüğünde başlayan eylemin katliamlar dolayısıyla sona erdirilmesini istemektedir. Ancak bunu belirleyecek olan Filistin halkının ve öncülerinin tutumu olacaktır. Başlayan saldırıda net bir tutum almamakla beraber Filistin halkının haklı direnişini de baltalamaktadır. Arabulucuk rolü üzerine Anadolu Ajansı’nda yayımlanan yazıda “Türkiye, garantörlük ve arabuluculuk tecrübeleri olan ve aynı zamanda hem Orta Doğu devletleriyle hem de İsrail ile ilişki kurabilen, temsil kabiliyeti yüksek tek devlettir.” denmektedir. Bunun açık anlamı TC’nin ikiyüzlü olduğudur. Hem Filistin halkını destekleyip hem de İsrail’le ilişki kurmak ikiyüzlülük değil de nedir? Anlaşılan bu güruh riyakârlığı arabuluculukla eş tutmaktadır. Yazının devamında “Türkiye gibi güçlü askeri kapasiteye sahip bir devletin bu anlamda caydırıcılığı da yüksek olacaktır.” denmektedir. Bilakis Hamas bile arabulucu olarak TC’den ziyade Mısır’ı tercih etmiştir. Yani TC, Ukrayna-Rusya savaşında büründüğü rolü burada da bürünmek istemiş ancak Hamas bu isteği reddetmiştir. Hamas Mısır ve Katar’ın arabuluculuğunu seçmiştir ve 2 rehine bu ülkeler vesilesiyle serbest bırakılmıştır.
Erdoğan’a dönecek olursak, çelişkili tutumlarını bir yana bırakalım son açıklamaları aslında hangi kampta yer aldığını göstermektedir. Erdoğan 10 Ekim’de yaptığı açıklamada “1967 sınırları temelinde bağımsız ve coğrafi bütünlüğe haiz, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin hayata geçirilmesi gerekiyor.” demektedir. Aynı açıklamada “iki devletli çözümün” muhafaza edilmesi gerektiğini de söylemektedir. Erdoğan bu sözlerle ne kastetmektedir? “İki devletli çözüm” bugün emperyalistler tarafından sıkça dile getirilen ancak Filistin halkı nezdinde hiçbir gerçekçiliği olmayan bir çözümdür. Bunu ancak Filistin’de Abbas yönetimi desteklemektedir. Onun da hangi nitelikte olduğu herkesin malumu. Erdoğan’ın sözüne dönecek olursak başkenti Kudüs olan bir Filistin devleti ateşkes çağrılarıyla kurulmayacaktır. Söylenenler ve yapılanlar birbiriyle çelişmektedir. Erdoğan’ın küçük ortağı Bahçeli de Gazze’ye gitmek için aslan kesildi ve bunun için bazı şartlar ileri sürdü: şartlar öyle gerektirirse ve devleti izin verirse Gazze’ye gidecekmiş! Şartların “öyle” gerektirmesi için daha ne olması gerek acaba? Bahçeli’nin tutumu sokak röportajında “Gazze’ye kapıları açsalar vallahi giderim” diyen kişinin iş ciddileşince vazgeçmesine benzerdir.
SICAK İLİŞKİLER SOĞUDU MU?
İsrail’le olan ilişkiler sadece Erdoğan ile sınırlı değildir. Erdoğan, güncel bir örnek olduğu için daha çok ondan bahsettik. Örneğin Refah Partisi dönemi İsrail’le en sıcak ilişkilerin yaşandığı dönemlerdendir. Şunu hatırlatmakta fayda var: Erbakan iktidarda yer edinmeden önce “İsrail’le bütün anlaşmaları feshedecek hükümete destek vereceğiz” diyordu. Başbakan olduktan sonra İsrail’le 15 anlaşma imzalandı. Karşılıklı ziyaretler yapıldı, ortak tatbikat sözleri verildi. Bu dönemde İsrail’le olan ilişkiler dünyada “tabu yıkan” olarak nitelendiriliyordu. İktidar olmadan önce Filistinci olanlar iktidara gelince İsrail’le kucaklaştılar. Hükümete gelenler devlet çıkarları neyi uygun görürse ona göre davranmaktadırlar. Seçilmenin, seçmenin, dolayısıyla seçimin nihai düsturu bundan ibaret.
İsrail’le ilişkiler Erbakan’dan bugüne birçok kez “soğudu” ancak iş birliği hemen hemen hiç bozulmadı. Örneğin 2008 yılında TC ve İsrail’in ortak füze savunması tatbikatı yapması konuşuldu. Ayrıca 2022 yılı itibarıyla İsrail Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı 10’uncu ülke konumuna geldi. “One minute”, “Mavi Marmara” gibi birçok kriz atlatılırken son 20 yılda ticaret hacmi gittikçe genişledi. Erdoğan, TC ve İsrail’in birçok alanda iş birliği yaptığını söyleyerek “Yeni iş birliği alanlarının varlığı da bir gerçek… İsrail’in kaynaklarının Avrupa’ya taşınması konusunda arayışta olduğu da herkesin malumu. En akılcı rota ise Türkiye üzerinden bu kaynakların Avrupa’ya ulaştırılması.” yorumunu yaptı.
Özellikle seçimden sonra sıcak para ve yatırım arayışı sebebiyle İsrail’le olan ilişkiler yeniden alevlendirilmek istendi ancak Filistin’de patlak veren direniş bu sürecin önüne geçti, tabii şimdilik.
Geçmişte de gördüğümüz üzere TC İsrail’e karşı çokça şey söyledi, ithamlarda bulundu. Sonuç olarak bugüne gelindi. Nasıl ki Mısır, Katar gibi devletler onca şeye rağmen İsrail’le ikircikli ilişkileri sürdürmek zorunda kalıyorsa TC için de benzeri bir durum geçerlidir. ABD emperyalizmine ve dışarıdan gelecek paraya bağımlı olan yapısı İsrail gibi bir ülkeyle ilişkilerini kesmesine olanak vermeyecektir. Kendisi istese bile emperyalist efendilerinin buna onay vermeyeceği açıktır.
Bu yüzden Erdoğan’ın ve diğerlerinin şaşaalı sözlerine aldanmamak gerekir. Bu söylemlerin kitlelerde bilinç bulanıklığı yapmasına izin vermemeliyiz. Tarihi çarpıtanları, çıkarları gereği yalpalayanları halk nezdinde teşhir etmeli, haklının yanında haklı bir duruş sergilemeliyiz. Bugün Filistin halkının davasında doğru ve haklı tutumu alanlar bellidir.